2010 Kültür Kenti İstanbul



Dört yıl önce Kadıköy Belediyesi’nin liderliğinde insan haklarıyla ilgili, Avrupa Birliği destekli “İnsanca Yaşam” adını verdiğimiz projede tam zamanlı olarak çalışırken çok şey öğrendim. Bunlardan en önemlisi, yirmi, yirmi beş yıl İstanbul’da yaşadıkları halde denizi görmemiş kadınlar ve çocukların varlığıydı. Sayıları hiç de az değildi. Sadece denizi değil, sinemayı da bilmiyorlardı.. Tiyatronun ne olduğunu da...

Kimseler onlara müze denilen bir yerlerden söz etmemişti. 42 uygarlığın gelip geçtiği bir ülkenin en muhteşem kentinde, bu kentin ne olduğunu, neleri barındırdığını bilmeden öylece yaşıyorlardı.

Onların denizi gördüklerindeki şaşkınlıklarını hiç unutamam. Çocukların tiyatronun o sihirli havasında nasıl kendilerinden geçtiklerini de.. Oysa bu kent; zenginler, her şeye ulaşabilenler kadar onların da kentiydi.

Bütün bu deneyimler bana, kentlerin, en çok içinde yaşayanlar için anlatılması gerektiğini öğretti. Bunun için bir sivil girişimin, 2010 Kültür Kenti olarak İstanbul’un seçilmesinde gösterdiği başarıyı kutluyorum. İstanbul zaten bir kültür kenti. Tıpkı St. Petersburg, Venedik, Roma, Paris, Sevilla gibi.. ama bunun en çok bize hatırlatılması gerek. İşte 2010 bunun için önemli.

Bu kentin muhteşem tarihini kaç kişi biliyor? Kaç kişi Yerebatan Sarayı’nın gizemli sularında yatan Medusa ve onun dillere destan hikâyesini biliyor?

Kaç çocuk, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin sahip olduğu tarihi biliyor? Kaç öğretmen, kaç rehber çocukların o muhteşem ahit hikâyelerini öğrenmeleri için emek harcıyor? Yurtdışında müze gezmelerimde imrendiğim tek bir şey vardır, o müzelerin zenginlikleri beni hiç ilgilendirmez, ülkemde daha fazlası var.. ama ülkemde olmayan, okul çocuklarının ellerinde resim defterleri, renkli boyama kalemleriyle saatlerce herhangi bir heykelin ya da bir resmin önünde kendilerinden geçmiş, çalışma halleri.

Çocuklardan vazgeçtim, İstanbul’un en güzel çinilerine sahip Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden Rüstem Paşa Camii’ni kaç yetişkin biliyor? Çevremde küçük bir anket yaptım, yirmi kişi içinden bir kişi.

Bu meraksızlık, bu boşvermişlik neden? Bu kent binlerce hikâyeyle dolu, 2010 bu hikâyelerin anlatıldığı, kültüre en uzak kesimlerin kent kültürüne katıldığı bir yıl olmalı.

Örneğin yıllar önce, İstanbul-Hakkâri Kültür Köprüsü projesiyle Hakkâri’ye gitmiştik. Resim, şiir, sinema atölyeleriyle, fotoğraf kamyonuyla ben o günleri hiç unutmam.. yüzlerce çocuk fotoğraf kamyonunun önünde sıraya girmişti kendi fotoğrafını çekmek için.. resim atölyesinde muhteşem resimler ortaya çıkmıştı ve ben en güzel kısa film senaryolarını orada topladım.

Şimdi bu örnekleri 2010’da bulacağımı umuyorum. İstanbul’un yurtdışında tanıtılması elbette önemli. ama yazımın başında da dedim, İstanbul kendiliğinden bir kültür başkenti. Bunu bize, Türkiye’ye anlatmak önemli. 2010’a yüzlerce projenin başvurduğunu biliyoruz ama.. ne, nasıl yapılıyor, nerede neler oluyor bundan pek bir bilgimiz yok. Daha çok bilgilendirilmek istiyoruz; ayrıca çok açık söylemeliyim, atölye olarak bir projeyle biz de başvurduk. On yıl içinde uluslararası dört proje yönetmiş biri olarak söylemeliyim ki, çok güzel bir proje. 2010 kabul etmese bile ben bunu gerçekleştirmek konusunda son derece kararlıyım.. ama umarım birlikte yaparız.

Herkese kolay gelsin.