İstanbul, 1909. Güzel Sanatlar Okulu'nda bir Çingene kızının 'doğal haliyle' model olarak kullanıldığını öğrenen Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, öfkesini yazıya döker: "Birkaç iyi yanlarının hatırı için Avrupalılardan aldığımız kötülüklerden bir tanesi de şu insan vücutlarının resmini ve fotoğrafını çekmek rezaletidir. İş fotoğraf çekmekle başladı; bakın şimdi kadınların çırılçıplak vücutlarının resmini yapmaya kadar vardı!"
O Çingene kızı, okula getirilen belki de ilk kadın modeldir; ressam Hikmet Onat'ın anılarına kulak verirsek: "Modellerimiz birtakım sarıklı, sakallı, posbıyıklı hamallardı. Bir gün geldi ki hamal resmi yapmaktan bıktık, giyimli de olsa bir kadın model bulmaya karar verdik. Çingene mahallesinden getirttiğimiz bir kıza oyun oynar pozu verdikten sonra henüz çalışmaya başlamıştık ki müdür Osman Hamdi Bey bizi çağırttı: 'Siz deli misiniz çocuklar, nerede sanıyorsunuz kendinizi?.."
Okulun en çok eleştiriye uğradığı, çıplak heykellerini beline bazen zorunlu olarak peştamal bağlandığı zamanlar... Nilüfer Öndin'in 'Cumhuriyet'in Kültür Politikası ve Sanat' kitabında ayrıntılı bir biçimde okuyabileceğiniz bu ve diğer gelişmeler; Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde sanat alanında yaşanan başlıca sorunun canlı model konusu olduğunu, öte yandan Güzel Sanatlar Okulu'nun yüzyıllara yayılan bir geleneği sarsarak akademik sanatın temeli, olmazsa olmazı olan canlı modelden çalışmayı topluma kabul ettirdiğini ortaya koyuyor.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde açılan 'Canlı Modelin Sanat Eğitimindeki Yeri' sergisi, işte geçmişteki o mücadelenin tanıklarının da aralarında bulunduğu 80'i aşkın Türk ressam ve heykeltıraşının canlı modelle yapılan çalışmalarına odaklanıyor. Sanatçıların ve modellerin dünyasına ilişkin bir arka plan niteliğindeki sergideki 'canlı model', bazen sanatçının kendisi, bazen eşi, annesi yani yakın çevresi, bazen de gerçekten bir model: Ruhi Arel ve Hikmet Onat'ın kimliği belirsiz erkek modellerinden, zaman geçtikçe artık birer isme kavuşan, bir resimden diğerine tanınır hale gelen gerçek modeller; sanatçıların eskizlerinde, çeşit çeşit pozda ölümsüzleşen erkekler, kadınlar...
Sergideki vurgunun, canlı modelin genellikle çağrıştırdığı 'çıplaklık' üzerinde olmadığını söylemek gerek; belki de bu, tarihsel süreçte yaşadığımız toplumun bu konudaki tutuculuğunu yansıtan bir durum. Öte yandan serginin açıkça ortaya koyduğu gibi, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran ve Namık İsmail'in resimlerindeki figürlerin tensel duyarlılığı bir yana, çoğu sanatçı için çıplak figür gerçekten de yalnızca bir etüt niteliğinde. Sanatçıların yakın çevresinin model olarak kullanıldığı portrevari çalışmalar genellikle daha 'resim tadında'; bu resimlerde modelin psikolojisiyle birlikte ona dair genel izlenimi yansıtmaya yönelik bir çaba; figür etüdünün ötesi bir yaklaşım ön planda.
Aslında serginin dikkat çeken yönü, resimlerden çok projenin kendisi: 2004'te canlı modelin sanat eğitimindeki yerini tartışan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, bu panellerden derlenen bir kitapla (kitabı Yapı Kredi Yayınları bastı) bu konudaki tarihsel geçmişi ve birikimi gözler önüne sermeye çalışmıştı. Kitapta, modelliğin ne olduğundan, Türkiye'de modelliğin geçmişten günümüze seyrine; oruçken modellik yapıp yapamayacağını soran bir modelin durumundan, modellerin çalışma koşullarına değin ilginç ayrıntılar var; ayrıca Akademi'de çeşitli dönemlerde canlı modelden yapılan çalışmaların fotoğrafları da dahil edilmiş. Bu fotoğrafları sergide de izleyebilmek; konunun hak ettiği tarihsel boyutu yeterince hissettiremeyen sergiye biraz canlılık da getirebilirdi. En iyisi sergiyi kitapla birlikte görmek değerlendirmek; 5 Nisan'a kadar İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde.