Alexandros Tombazis ile Söyleşi:"Mimarlar Artık Başka İnsanları da Düşünerek Proje Yapmalılar"
Biyoklimatik mimari tasarımın öncülerinden Yunan mimar Alexandros Tombazis ile tasarım anlayışı ve mimarlık üzerine konuştuk...
Öncelikle sizin biyoklimatik mimarlıkla ilgilendiğinizi biliyoruz; nedir biyoklimatik mimarlık?
Bu, mimarlığın bir parçasıdır ve aslında özel bir konu olmamalıdır. Biyoklimatik mimarlıkta binayı ısıtmak için güneş enerjisini kullanmak, doğal kaynaklar kullanarak bina tasarlamak önemlidir. Ama biyoklimatik mimarlığın asıl tanımı iklime saygı duyarak tasarım yapmaktır; ona karşı gelerek değil. Mimarlığın çok önemli bir bölümünü iklim oluşturur. Tasarım yaparken doğadan ve hayvanlar aleminden ders almak gerekir. Örneğin kaktüs neden dikenli, fil neden koyu renkli, bunları düşünmemiz gerek.. Bunların temelinde iklimsel özellikler yatar.
Tasarım yaparken kısıtlı olanaklar çözümleri yaratır. Örneğin nerede tasarım yaptığınız çok önemlidir. New York'ta veya İstanbul'da aynı tasarımı yapamazsınız; yapacağınız tasarımlar birbirinden farklı olmalıdır. Yunanistan Delphi'de yaptığımız Delphi Arkeoloji Müzesi yenileme ve genişletme projesinde binanın cephesini bej renkli kumtaşı ile kapladık, böylece yapı arkeolojik sit alanına ve yakın çevredeki peyzaja uyumlu bir hale geldi, sanki proje bir anlamda doğaya karıştı. Mimariyi alıp başka yere taşıyamamalısınız.
İklimi bir tasarım ölçütü olarak kullanmak gerekir. Biyoklimatik mimari mantıklı önlemler almak demektir; örneğin binayı ısıtmakla ilgili önlemler... Kışın güneşi iyi kullanmak, yazın gölgelikler kullanmak, içerideki havanın kaçışını önlemek, elektrik tasarrufu yapmak için gün ışığını kullanmak gibi. Bu yöntemlerle bazı binalarda, binanın kabuğunun güneş ışınlarını toplayacak şekilde yapılması yoluyla ayrıca güneş kollektörüne gereksinim kalmıyor. Bina kabuğu iklime göre davranıyor. Bütün bunlar gezegenimiz için yararlı; kirliliği en aza indirgiyor, enerji tüketimini azaltıyor. Petrole, elektriğe gereksinim duymadan yeni kaynaklar kullanmalıyız. Zaten mimarlığın doğasında bunlar olmalı; bunların dışında ölçütlere sahip bir mimarlığın olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bence mimar, bir zürafaya benzemeli; ayakları yere basmalı ama zihni vizyonu yukarılarda havada olmalı, kalbi ise ortada bir denge unsuru olarak durmalı. Mimar mutlaka vizyon sahibi olmalı.
Bina tasarımındaki "gizli ölçeklerden" söz ediyorsunuz: zaman, hava ve ışık. Bunlar sizce neden önemli ve neden gizli olduklarını söylüyorsunuz?
Bunlar çok göz önünde olmayan değerler. Dışarıdan bakıldığında bunları somut olarak göremezsiniz. Binanın bu öğelere karşı nasıl davranacağını bilirseniz çok daha iyi tasarım yaparsınız. Mimarların çoğu buna dikkat etmiyor. Örneğin ışık... Mimari ışıksız var olamaz, gün ışığı ve yapay ışıkla mekânı şekillendirebilirsiniz. Mimari formla var olur ve ışık olmadan bu form görünmez. Işık, mekânın kalitesini bir anda tümüyle değiştirebilir, bir mekânı neşeli, parlak veya kasvetli hale getirebilir.
Doğal havalandırma ve doğal ışığın insan üzerine etkileri ve mimarlık etkileri tartışılmaz. Bizim, Marousi-Atina'da yaptığımız AEGEK Genel Müdürlüğü projesinde iki doğrusal kanattan oluşan tasarım, tam ortada yer alan kapalı bir atriumla birleştirildi, bu sayede bütün mekânlara doğal gün ışığı ulaşabiliyor, bu da çalışanların psikolojisini olumlu etkiliyor.
Mimariyle sanat arasında çok benzerlikler olduğunu söylüyorsunuz; ne gibi farklar, benzerlikler var?
Mimarlık sanattır aslında. Ancak elbette bazı farklılıklar var; teknik ayrıntılar gibi. Mimar yaptıklarından fazlasıyla sorumludur. Teori ile pratik aslında birbirine zıttır. Mimarlıkta pratikte yapılan bir hata affedilemez. Bir ressam kimseye zarar vermeyebilir ama mimar strüktürün
dayanıklılığından da sorumludur. Mimarlık, içinde ikamet edilen bir heykeldir aslında. Bence formülü şöyle: heykel + işlev = mimarlık.
"Az güzeldir" tezini savunuyorsunuz. Burada söz edilen "az" ile neyi kastediyorsunuz?
"Az" ile anlatmak istediğim küçük veya az demek değil aslında; "az", olması gerekendir. Böylece gerektiğinden daha fazla para, emek veya zaman harcamazsınız. İşte bu "güzel" olandır. Böyle düşünüp bu yönde çalışmak gerekir.
Binaları "yaşayan organizmalar" olarak tanıtıyorsunuz?
Evet biz mimarlar binaların yaşadığını düşünmüyoruz genelde. Binanın, kalbi ve ruhu olmayan bir nesne olduğunu düşünüyoruz. Oysa ki bu yanlış, bina tıpkı bir insan gibi üşür, terler. Mimar bu şekilde düşünürse daha hassas olarak tasarım yapar. Bir yapıda olmayan tek şey; oradan kaçmak için bir ayaktır. Bir de sesi yok tabii, mimara "beni nasıl böyle yaptın" diyemiyor.
Son günlerde neler yapıyorsunuz?
Yarışma projeleri yapıyoruz, Yunanistan ve Kıbrıs'ta şu an inşası devam eden üniversite yapıları projelerimiz var, Kıbrıs Üniversitesi Ekonomi ve Kamu Yönetimi bölümlerinin inşası Lefkoşa'da sürüyor; mimarlık yarışmasında birincilik ödülü aldığımız bir tasarım. Bu proje Nicosia'dan mimar A. Gabrielides ile ortak yaptığımız bir çalışma. Şu sıralar zamanımızın büyük bir bölümünü alan proje ise Portekiz'deki Fatima Kilisesi, şu anda inşaatı sürüyor. 1998'de davetle çağırıldığımız ve uluslararası mimarlık yarışmasını kazandığımız bu projenin uygulamasında Portolu mimarlık ekibi P. Santos Architects ile birlikte çalışıyoruz. Binlerce hacının toplandığı bu yerde yeni bir kilise gereksinimi doğmuştu ve tasarım bu tarihi mekânın kutsallığını bozmayacak şekilde yapılmalıydı. Tasarladığımız proje ile 9000 kişi burada toplanabilecek. Projeyle bu mekân dini faaliyetlerin yanısıra diğer kültürel etkinliklere de evsahipliği yapabilecek. Projenin en belirleyici özelliği iklimsel koşulları karşılayacak iki parça halindeki "testere dişi" şeklindeki çatısı. Çatı bu şekliyle gün ışığını içeri alırken, gölgelik sistemiyle güneşin istenmeyen etkilerinden de koruyor.
Konuşmanızda yarışma projelerinin yararlı olduğunu söylediniz, neden?
Çünkü yarışma projeleri bir çeşit meydan okumadır. Biz iki yüze yakın yarışmaya girdik. Başkaları tarafından eleştiriliyorsunuz, bazen kazanıyor, bazen yitiriyorsunuz, ama çok şey öğreniyorsunuz. Özellikle genç mimarlara olabildiğince çok yarışmaya girmelerini önerim.
Kongrenin teması hakkında ne düşünüyorsunuz? Tema bu kentle bağdaşıyor mu sizce; İstanbul'a daha önce gelmiş miydiniz?
İstanbul'a 20 yıl kadar önce gelmiştim. Kentin canlılığı bence "Kentler: MimarlıkLARın Pazaryeri" temasına çok uygun. Çok yaşam dolu bir şehir. Burada bir proje yapmayı çok isterim.
Mimarlığın geleceği konusunda ne düşünüyorsunuz? Son yıllarda yapılan projeler hakkında?
Mimarlar bence kendilerini daha az düşünmeli, biraz da başka insanları düşünerek proje yapmalılar.
Pek çok konut projeniz olduğunu biliyoruz; sizce ideal ev nasıl olmalı?
İdeal ev, kullanıcısının mutlu olduğu evdir. Kıyafetlerden sonra insanın kişiliğini yansıtan ikinci önemli şey evidir. Doğru ev, kullancısı için ideal olandır. Malzeme de önemli değil, doğal malzeme kullanılsın yeter.
Söyleşi: Burçin Yılmaz
Mimar