Anadolu’nun ‘Ağrı Dağı’ açılımı



Türkiye’ye dayatılan “etnik” ayrımcılığı şaşkınlıkla izleyen “Anadolu” eğer dile gelebilseydi derdi ki: “Nuh’un Gemisi’nden bile ders almıyorsunuz… Etnik farklılıklar bir yana, tüm hayvan türlerinin her ırktan insanla birlikte yaşamı yeniden başlattıkları Ağrı Dağı’nın ülkesinde, efsanevi tarihinize bu denli yabancılaşmayın...”

Nitekim o gemideki yolcuların kuşaktan kuşağa torunları değiller midir her kültürden “komşuluk”lar, “hemşerilik”ler, hatta “akrabalık”larla yaşamı anlamlı kılan; dillerine, dinlerine, soylarına bakmadan el ele halaylar çeken, diz dize âşık olan, her koşuldaki yoldaşlar?.. Bu nedenle Ağrı Dağı, çağlar boyu her inançtan sevgi ve saygı nağmeleri dizilen ortak yaşanmışlıkların en yüce tanığı oldu. “Cumhuriyet Devrimi”nin ozanı Ahmet Muhip Dıranas da şöyle kutsamıştı.

“Vardım eteğinde secdeye kapandım / Koşup bir koluna sımsıkı abandım / Karlı başın yüce dedikleyin yüce / Sükûn içindeki heybetin gönlümce / Devce yapında ilk rahatlığı duydum...”

Doğubeyazıt Buluşmaları

Yıllarını Doğu Anadolu uygarlıklarına adayan Prof. Dr. Oktay Belli’nin önderlik ettiği “Uluslararası Ağrı Dağı ve Nuh’un Gemisi Sempozyumları”ndan ilki 7-11 Eylül 2005’te Doğubeyazıt’ta yapılmıştı. Bunun kararı ise 2003’te “Güneşin Doğduğu Yer: Doğubeyazıt Tarih, Kültür ve Sanat Sempozyumu”nda alınmıştı.

2005 buluşmasının kitabını yazarken “Dünyayı Kucaklayan Dağ” demiştim. (Cumhuriyet-22 Mayıs 2008) Tüm kültürlerin ve “umut”ların ortak söylencelerini yaratan bir dağın ülkesinde, ırkçılığı besleyen sömürgeciler bir yana, kimi “aydın”ların bile demokrasi adına “ayrışma”yı körüklemeleri akıl alır gibi değildi...

2008 Ekimi’ndeki 2. sempozyumun kitabı da Anadolu sevdalılarına armağan edildi. Aklın ve bilimin sayfalarında gezinirken bu kez de şunu düşündüm: “Böylesi özlü değerlendirmeleri halkla paylaşmak yerine, tarihsel gerçekleri inkâr eden söylemlerle Anadolu insanına geçmişini unutturmaya çalışmak eğer cehalet değilse, çağlar boyu benzeri görülmemiş bir ihanet olsa gerek...”

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi ve Mimarlar Odası Van Şubesi’nin katkılarıyla sempozyuma ev sahipliği yapan Ağrı Valisi Mehmet Çetin, kitabın önsözünde özetle diyor ki: “Musevi, Hıristiyan, İslam ve diğer inançlardaki kutsal Ağrı Dağı’nın asırlar boyu ilham verdiği tüm duygu ve düşünceler, bugün de kültürel önceliklerimizin kaynağı olmalıdır...”

2005’teki sempozyumda “Doğubeyazıt’ta Hz. Nuh’un Müzesi açılmalı ve yerel el sanatları, dokumalar, Ağrı Dağı resimli sikkeler, gravürler, minyatürler, tablolar, kitaplar sergilenmelidir” dediğini de anımsatan Belli, 2008’in kitabını sunarken şöyle yakınıyor:

“Biz bunları söylediğimizde, Hong-Kong’da Nuh’un Gemisi Müzesi henüz inşa edilmemişti. 2008’de açıldı ve milyonlarca insan ziyaret ediyor. En büyük dileğimiz, aynı zamanda oteli, hayvanat bahçesi ve kültür salonları da bulunacak müzenin Doğubeyazıt’ta da kurulması...”

Evet... Dünyanın öbür ucunda bile “müze”si açılan evrensel değerimizin kıymetini bilmek ve ondan esinlenmek, geleceğimizi en sağlam temeller üzerinde güvenceye almanın da önkoşulu değil midir?



Hem ‘gelin’, hem ‘Ana’…

İranlılar Ağrı Dağı’na “Kuh-i Nuh” (Nuh’un Dağı) derler; Ermeniler “Yüksek Dağ” anlamındaki “Masis” adını vermişler… Arapçada “Cebelü’l-Haris”tir; Türkler de bin yıl önce Yakut Dili’nde “Kocaman” ya da “Tanrı” anlamına gelen “Ağr Dağ” olarak adlandırmışlar. Bu yüce dağ sadece Anadolu’da değil, Avrupa, Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan, İran ve Uzakdoğu’da da milyarlarca insanı kendine bağlamış… Günümüzde bile yöre halkının “Yüzünü Ağrı’ya dön” diyerek yemin etmesi dünyada başka hangi dağa nasip olmuştur?

Zirvesi hep karlı ve bulutlu olduğundan halk edebiyatında “gelin”e benzetilir. Bir Doğu Anadolu türküsünde;

“Bütün dağların pirisin / Süslü bir gelin gibisin / Sinen cennet durağıdır / Kurdun kuşun yuvasıdır...” denirken; ozan Atilla Atsay’ın şiiri de şöyledir: “Dağların sultanı Ağrı Dağı / Erimez karın durursun bembeyaz / Görünürsün yeni gelin gibi hep naz..”

İşte bu duygularla, yeryüzünde belki de sadece Ağrı Dağı için şenlikler düzenleniyor. Kuzey eteklerinde, MÖ 7. yy’dan “Urartu”ların armağanı olan kale, kent ve göletlerin yer aldığı Korhan Yaylası’nda, Anadolu, Kafkasya, Orta Asya ve Balkan ülkelerinden gelen binlerce insanı bir anne şefkatiyle bağrına basıyor...

Aynı heyecanın ürünü sempozyumun 2. kitabı da aynı coğrafyada tırmandırılan ayrımcılığa karşı “geçmiş”ten doyasıya beslenmenin hem öğretici, hem de yol gösterici bir “aydınlanma belgeseli”...

Anadolu’nun “Ağrı Dağı açılımı”…

Emek verenler, katkı koyanlar sağ olsunlar…