Ankara’nın Meydanları



Ankara’nın meydanları üstüne yazmak hiç aklıma gelmezdi. Gelmezdi çünkü bizim ekinimizde meydan kavramı yok. Doğal olarak meydan yok demiyorum, meydan, kavram olarak yok. Köy kahvelerinin bulunduğu köy meydanları değil, demek istediğim.Çünkü o meydanlar anıştırılmak istenen meydan fikrini verir. Meydan bu bağlamda insanların buluştukları, oturup çay, kahve içtikleri bir iki lafladıktan sonra ayrılıp, herkesin kendi işine gittiği yer olarak tanımlanabilir.Ya da köy düğünlerinin yapıldığı, davul, zurnanın çalındığı şenlik yeri olarak da görülebilir. Ayrıca büyük kimseleri köy meydanlarında ağırlamak gibi bir gelenek vardır. Küçük bir mekana sıkışmak yerine açık havada herkesin gelip büyüğünü görebilmek fırsatını verebilmek açısından da önemlidir köy meydanları.

Meydanlar, konuşma alanlarıdır bir de. Gene siyasacıların gelip “bol keseden atmak” kuralına uyarak köy yerinde savurup savurup gittiği yerdir. Bir de “meydan dayağı” vardır ki hiç kimsenin, başına gelmesini istemediği bir olaydır herhalde… İnsanı evirip çevirip bir temiz dövüyorlar meydanda. Meydanlar bir de kavga alanlarıdır. Köylerde, meydanlar en canlı, en hareketli yerler oldukları ve gelen geçenin mutlaka uğrak yeri olduğu için birbirine düşman kuvvetler, hiçbir yerde karşılaşmasalar da orada mutlaka karşılaşırlar. Ve karşılaştıkları anda da kapışırlar. Bana göre “meydan” kavramı en gelişmiş ve en anlaşılır şeklini köy meydanlarında bulur.

Oysa kentlerde kalabalık oldukları için mi yoksa insan ilişkileri kopuk kopuk olduğu için mi, bilmem, kentlerde insanlar meydanlarda kolay kolay bir araya gelmez. Zaten bir araya gelecek yerleri ve zamanları yoktur, dahası, Batılı anlamda meydan yoktur. Meydanın da Batılısı mı olurmuş, demeyin. Sözünü ettiğimiz meydanlar barok, gotik, romanesk mimari yapılarla çevrili, ayrıca kenar süslemeleri olarak mermer, bronz yontularla bezeli meydanlardır. Batılıya özgü bir gelenek olduğunu söyleyebilirsiniz de, ama o geleneğin kaynağı, çıkış noktası, çok şeyde olduğu gibi gene Anadolu’dur. Kuşadası-Didim arasında yer alan ünlü Miletos (Milet) eskil kentinde birçok filozof ve bilim adamının yanı sıra bir de Hippodamos adında bir mimar yetişir ve “ızgara planı” diye tasarımladığı bir planı önce o kentte uygular. Ardından Anadolu’nun öteki eskil kentlerinde. Koca koca meydanları unutmaz bu tasarımlarında. Eskil kentlerdeki Agoralar daha sonra Batı’da oluşan kentlerde örnek alınmıştır. Izgara planının temel özelliği aynı genişlikte birbirini dik kesen yollar ve bunların arasında kalan dikdörtgen ya da kare biçimli yapı adaları ve meydanlardan oluşan bir mimari tarzıdır. Batı, bu kent planını yüzyıllar boyu uygulamıştır.Bu plan bizde uygulanmamıştır. Belki de “gavur icadı”dır diye, kim bilir!

Tüm bu düşünceler iki İtalyan profesör, Pierfranco Bruni ve Marilena Cavallo’nun verdikleri “şiir meydan sözcükler” adlı konferans sonunda öğrencilere yönelttikleri sorulardan ötürü aklıma düştüler. Öğrencilere, “Sizde meydanlar bizdeki gibi mi, örneğin, Ankara’da nasıl?” diye sormuşlardı. Öğrenciler de “Bir kere, bizde sizdeki gibi meydan yok, olanlar da ya artık buluşma yeri değil, ya da çatışma yeri, ayrıca yüksek binalardan ötürü soluklanacağımız yerler de kalmadı” demişlerdi. Çocukların saptamaları doğruydu. En yakınımdaki Lozan Meydanı’na baktım. Meydan meydan olmaktan çıkmıştı. Meydan, sürücü kurslarının alıştırma alanına dönmüştü. Ortadaki Hitit kursu şimdiki belediye başkanının gözüne batmış olacak ki onu oradan kaldırtmak için çok uğraştı. Herkes kendi uygarlıklarıyla övünürken bu topraklardan sanki bir tek Osmanlılar geçmiş gibi ötekileri yadsımaya kalkıyorlar.

Kızılay meydanı yok artık. Önemli buluşmalara sahne olmuştu. 555K. Melih Gökçek, Güvenpark’ı da kaldırmak istemedi mi? Ve Tandoğan Meydanı, onun da çehresini değiştirdiler. Artık “çaydanlık ve fincan” meydanı oldu. O peri kızlarını canlandıran yontu, “sanatın içine tüküren” belediye başkanının becerisiyle kaldırıldı. Tandoğan, 14 Nisan gibi önemli buluşmalara sahne oldu. Bunu unutmak olanaklı değil ama, gene kahvehaneler, çayhanelerle ayrı bir dinginlik sağlanmış, bir köşesinde canlı müzik yapılan ve insanı yanılsamalara, imgelem dünyasına alıp götüren çağrışımlara kapı açan bir meydan değil. Tandoğan, insanların değil ama araba yollarının buluştuğu bir meydan olduğu için insanın bir köşeye oturup, düşlerine gömülmesi olanaklı değil. Bizde zamanında düşünülmediği gibi sonradan da tıpkı yeşil alanlar gibi “canına okunan” yerler olmuşlardır meydanlar. Benim bildiğim, ülkemizde bir tek Kars var. Meydanlı ve ızgara planlı. Onun da Rus-Sovyet yapımı olduğunu söylerler. Rus-Sovyet’ten uzak kalmak, Moskova fobisiyle yaşamak bizi çok şeyden uzak tutmuş galiba…Örneğin, ekinden, sanattan, klasik müzikten…Oysa Rusya kapı komşumuz…