Mütevazı Mimarlık Kadar İddialısı Var mı?



























Mimarlığın, “cicili bicili” binalar çizmekten çok, insana yönelik olması gerektiğini bazen unutuyoruz.

Kent kültürünün, kentliler ile buluşması için bir vesile olduğunu bilmiyor gibi davranıyoruz.

Yabancılaşmanın önüne geçerek, insanları kendi yaşantılarına yakınlaştırmak için paha biçilmez bir araç olduğunu göz ardı ediyoruz bazen.

Dün gece uyarıldık.

Temel olarak, mimarlığa bakışlarını anlattılar anlatmasına ama kent kültürü üzerine dinleyicilerin kendi bakışlarını yeniden düşünmemiş olmalarına imkan yok.

1999’da açılmış Haydarpaşa hala güncel bir konu olması anlamında belki de en çarpıcı konuydu. Kentin içinde ekolojik dengeyi gözeten, kentsel anılara saygılı ve bütüncül bir yaklaşımla çalışmış oldukları Haydarpaşa projesi, belki bir özet gibiydi. İzmir ve Atina için ürettikleri diğer kentsel dönüşüm projelerinde de, doğallığın ve kentsel yaşamın canlılığının ön plana alındığı gözlemlenebilir.

Kentsel kültürü kazımadan, yıkmak yerine dokunarak kente bir omurga kazandırmaya, kentsel yaşamın doğa ile iletişimini canlı tutmaya ve günün her saati yaşayan bir kent merkezi imgesinin her projede hayata geçirilmeye çalışıldığı gözlemleniyor.

Bunlarla birlikte Türkiye’de yarışmalar ve yarışma kültürleri ya da yarışma kültürsüzlükleri üzerine deneyim kazanmış olmaları da doğaldı. Yarışmaların yarattığı birikimden yeterince yararlanılamadığı gibi kazanan projelerin uygulanmasında çıkan bin bir aksilik ve aksaklıktan bahsedildi. Bahsedilmemesi mümkün değildi. Zira Bünyamin Derman ile Dilek Topuz Derman yarışma kazanmalarına rağmen uygulanmamış projelerinin yanı sıra yarım kalmış önemli birkaç projeyi daha tanıttılar.

Uygulanabilirlik, enerji tasarrufu, işlevsel çözümlerin yanı sıra 5. cephe kavramını da geliştirerek yine mümkün olduğunca mütevazi ama "iddiası mütevaziliğinde gizli" havalimanı projelerinden bahsettiler.

Prag, Norveç gibi ülkelerde katıldıkları yarışmaların yanı sıra, Gaziosmanpaşa, Beşiktaş, Ankara, İzmit ve İzmir’de ürettikleri konut yerleşimi, kültür merkezi ve çevre düzenlemesi projelerini de anlattılar.

Burada “yere ait olmak” bağlamında kentsel belleği korumanın ve çevresini de dönüştürecek bir gizilgüce sahip olmanın mimarlıkları için ne kadar önemli olduğuna değindiler. Yapının çevresine gösterdiği saygının yanı sıra, iç mekanda özellikle ışıkla sağlanacak algısal zenginliğe dikkat çektiler.

Sonuç olarak, bu uzun ve keyifli sohbet, Dilek Topuz Derman ile Bünyamin Derman’ın mimarlığa bütüncül ve insan merkezli bakışları ile tanışmak için iyi bir fırsat oldu.

Fotoğraflar: Sena Özfiliz