Ayazma’da Yüzleşme



Bakıp bakıp da görmek istemediklerimizin, tüm ikiyüzlülüklerimizle tüm yüzleşememelerimizin bir tezahürü olduğundandı belki. Hırslı, cabbar, tuttuğunu koparan Belediye Başkanı’nın yaşanan süreçte payı olsa da, ikiyüzlü yaşamlarımızı devam ettirebilmek için yok etmemiz gereken bir halkaydı kim bilir. Ne diyordu ilgili bölümün başı: “İstanbul hatta Türkiye için bir ilk, örnek alınması gereken bir ilk”. Bir ilk olduğu kesindi de ‘örnek alınması’ kısmı ‘el-insaf’ cinsindendi.

En zayıf halka olduğundandı aynı zamanda, yaşama tutunmaya çalışanların barınabildiği en son duraktı, belediyece ‘doldur-boşalt bir durak’ ama yerel yöneticilerce görülmek istenmeyen kısmı işte bu ‘boşalt’ kısmıydı çünkü oradaki yoksulluğun da, yoksunluğun da boşaltılacak bir başka mecrası yoktu. Yok saydığımız, kabullenemediğimiz tüm hata ve suçlarımızı öylece yüzümüze tutuveren bir son duraktı. Pir-u pak meydanlarda boy gösterebilmek için, kendimizi sorgulayıp değiştirmek yerine orayı yok etmek daha kolaydı kuşkusuz. Olimpiyat Stadı’ndaki etkinliklerde, ‘yabancılar çirkin yüzümüzü görüverir’ korkusuyla mahalleyi elektriksiz bırakmayı çözüm bulanlardan değil miydik? Ya da: ‘Olimpiyat Stadı’nda etkinlik var evlerinizden çıkmayın’ anonsları ile mahallelinin görünmez olmasını dileyenlerden? Bunları mahallelinin yakınarak anlatması doğaldı, doğaldı da bir belediye görevlisinin açık açık, ‘stattaki etkinlikler sırasında elektrikleri kesilirdi’ diyebilmesi ne idi?

Belki de işe en önce dilden başlamalıydık, birarada yaşamanın temeli de dinamiti de olabilen yatay ilişkilerdeki o sihirli araçtan. Ama bu kez sorgulayacağımız dil yönetimin dili olmalıydı ya da yönetenlerin dili; vergilerimiz ile maaşlarını alıp oylarımız ile yönetime gelenlerin, bizlerin sayesinde bir yerlerde oturagelenlerin dili. O dil, ihsan/inayet/acıma ve aşağılama üzerinden değil, hak temelli bir anlayış üzerinden inşa edilmeliydi. O dil ‘sadaka’ üzerinden ‘bunlar’lı bir dil değil, ‘vatandaşlık hakları’ üzerinden ‘onlar’lı bir dil olmalıydı. O zaman Küçükçekmece Ayazma Mevkii sakinlerinin yaşamakta olduğu hak mağduriyetleri de karşılıklı konuşulabilir olurdu çünkü.

Kiracılara verilen ama tutulmayan sözler

Bölgede Kentsel Dönüşüm ilanıyla ortada kalan ve 1,5 senedir çadırlarda barınan 18 ailenin yaşamlarındaki hak ihlalleri, sorumlu bir yönetime düşen görevle çözümlenebilirdi o zaman. Bu ne bir lütuf ne de bir inayet olurdu. Barınma bir temel hak ise, sorumlu yönetim kendinden bekleneni ifa etmiş olacaktı, bu kadar basit. Kentsel Dönüşüm öncesi Ayazma sakinlerine dağıtılan TOKİ, İBB ve Küçükçekmece Belediyesi antetli ve Aziz Yeniay imzalı bildirilerde, ‘mal sahibinden kiracısına kadar çözüm’ sözü verilmişti. TOKİ Başkanı’nın 31.03.2005’teki demecinin, yapılacak 30 bin sosyal konut kısmında Küçükçekmece-Ayazma telaffuz edilerek, ‘Gecekonduda kiracı olarak oturanlara da sosyal konutlardan faydalanma imkanı tanınacağı’ ilan edilmişti. Bu sözlere karşın aileler İl ve Başbakanlık İnsan Hakları Kurullarından ‘TOKİ, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Küçükçekmece Belediye Başkanlığı arasında 13.06.2004 tarihinde imzalanan protokol kapsamında, kiracılara ilişkin hüküm bulunmadığından hak sahibi olma talebi uygun görülmediği...‘ yanıtını aldılar. Protokol 2004, ancak bildiriler 2005 tarihli olduğuna göre, sözler neye dayanarak verilmişti? Tutulamayacak sözler bir güvence olarak Ayazmalılara neden sunulmuştu?

Öte yandan, insan hakları kurulları devlet karşısında vatandaşın hak ve özgürlüklerini koruyup güçlendirme mekanizmaları inşa edemeyecekse ne içindi? İHK’ları imzaladığımız uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri, adaletsizliklerin tashihi için kullanmayacaksa ne işe yarardı? Anayasa 90. madde 5. paragraf: ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir... Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır’. Türkiye’nin yürürlüğe koymuş olduğu Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 11. madde 1. fıkra da “Bu sözleşmeye taraf olan devletler herkesin, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam standardına sahip olma hakkını tanır. Bu standart; yeterli beslenmeyi, giyinmeyi, barınmayı ve yaşama koşullarının sürekli olarak geliştirilmesini de içerir...” der. BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, 7 no’lu Genel Tavsiye’de ‘zorla tahliyeler, Sözleşme’nin gerekliliklerini prima facie ihlal eder’ diyerek, 7 nolu Genel Tavsiye paragraf 16’da “Tahliyeler sonucunda bireyler evsiz kalmamalı veya başka insan haklarının ihlal edileceği bir durumda bırakılmamalıdır. Söz konusu durumdan etkilenenlerin kendilerini koruma imkanı olmadığında, devlet tarafı, elindeki kaynakları azami düzeyde kullanarak durumun gerektirdiği şekilde yeterli alternatif barınma imkanı sağlanması...” der. Metne koyamadığımız birçok anlaşma ve sözleşme, zorla tahliyeleri insan hakkı ihlali olarak niteleyip, devletleri gereken önlemleri almakla yükümlü kılar. Bu konuda en baş görev ise isminin önünde insan hakları yazan kurullara düşer. Ama kurullar sadece makyaj ise, Ayazma’da yaşanan onlarca insanlık hakkı ihlali de o makyajı işte böyle siliverir.

Belki de her şeyi bir kenara bırakıp yürekten başlamalıydık, değil mi ki dil yüreğin sesidir, eylemi de yürek yönlendirir. Küçükçekmece’de yönetime gelmiş olanların yüreklerinden. Önlerine gelen hak ihlallerine yanıtları madde madde maddeleyerek maddeleştiren yüreklerden. Çadırlarda ölen bebelerden, yeşil kartları verilmeyen hastalardan, bölgeye dadanan hırsızı/uğursuzu yüzünden okula gidemeyen çocuklardan, yıkıntılar arasında ‘kapısı-battaniye tuvalet’e anca el ayak çekildikten sonra gidebilen kadınlardan, yazın yakıcı sıcağından, kış gecelerinin ayazından... Belki de en önce yürekten başlamalıydık, yüreklerden, tüm bu olup bitenler karşısında hâlâ atmayı sürdürebilen yüreklerden. Ayazma’daki haksızlıklarla yüzleşebilme cesareti bulamayan yüreklerden...

Cihan Uzunçarşılı Baysal / Bilgi Üni., İnsan Hakları Hukuku, yüksek lisans