Bir Sanatçının Ahşapla Muhabbeti...



Barbaros Anıtı'nı bilir misiniz?.. Geleneksel anıt sevelim, sevmeyelim; kötüsüne alıştığımız yüzlerce anıt arasında yetkin bir heykelsi anlayış ve belirgin bir nitelik kaygısıyla kendine özgü bir yere sahiptir; Türkiye'de anıtların ancak yabancılara yaptırıldığı bir dönemde iki Türk heykeltıraşı tarafından gerçekleştirilmiş, Barbaros Hayreddin Paşa'yı tüm heybetiyle günümüze taşımıştır.

Heykeltıraş Hüseyin Gezer'in anlattığına göre, 1940'ta 30 bin TL'ye belediye tarafından ısmarlanan bu anıtın yapımı 1943'e kadar sürerken döküm fiyatları yükselmiş, bu durumun belediye tarafından dikkate alınmaması nedeniyle sanatçılar zor durumda kalmış, sonuçta anıt sanatçıların cebinde 8-10 bin liralık bir delik açarak İstanbullulara armağan edilmiştir!

'Beşiktaş'taki o heykel'i, modern Türk heykelinin önde gelen iki sanatçısı, Ali Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu gerçekleştirmiştir. Öte yandan bu anıt, ilginçtir ama, bu iki heykeltıraşın üsluplarının, kendi sanatsal arayışlarının bir yansıması değildir. Türkiye'de heykeltıraşların kendi dünyaları, anıtlardan yansıyan dünyalardan çok farklı olabilir. Sözgelimi Zühtü Müridoğlu; şu sıralar gerçekleştirilen retrospektif sergisinde de görüldüğü gibi, Barbaros Anıtı'ndaki gibi bir anıtsallık arayışında olmamış pek; anıtın asık suratlı ciddiyetinden de uzak durmuş; durağan görüntülerin yerine harekete biçim vermeyi denemiş. 'Denemek', anıtlara ve genellikle figüre yönelen 'resmi' bir sanatsal anlayışın içine doğan bir kuşağın sanatçısı olan Müridoğlu için anahtar sözcük.

1932'de açtığı ilk kişisel sergisinden 1980'lerdeki son sergilerine uzanan süreçte deneyselliğini korumaya özen gösterdiği, çeşitli malzemelerle farklı anlatım biçimleri denediği, hep çalıştığı çünkü hep yeni bir arayış peşinde olduğu, Müridoğlu retrospektifinin verdiği temel izlenim.

Serginin başlığı pek doğru seçilmiş; Müridoğlu için resim/heykel, gerçekten de 'bütün bir yaşam'. Sanatçıyla yapılmış bir belgeselin de izlenebildiği sergide Müridoğlu'nun anlattığı gibi, durmadan çalışmış çünkü yaptığı işten fazlasıyla hoşlanmış; çalışmadan duramamış çünkü zaten bunun için yaşamış Müridoğlu. Sanatçının sergi girişinde yeniden kurgulanan atölyesi ise, bu atölyeyi zamanında görmüş olanların da sahici bulmalarından olsa gerek, son derece etkileyici. Neden, çünkü kullandığı bütün malzemeler arasında, Müridoğlu'nun özellikle ahşaba olan eğilimini, yönelimini ortaya koyuyor; ayrıca kitapları, duvara yapıştırılmış gazete kupürleri, sanatçının bedensel harekete yönelik yoğun ilgisine, hatta tutkusuna yönelik ipuçları taşıyor.

Sanatçının özellikle 1980'lerde, dans temasını ele alarak gerçekleştirdiği son dönem küçük boyutlu heykellerinde bedenin bir hareket esnekliği içinde vurgulanması, bu ilginin en belirgin göstergesi. Serginin girişinde toplu halde sergilenen bu işlerin doğrusu son derece dekoratif ve aşırı ifadeci bir tarafı da var; 1960'larda ve 70'lerde demir, ahşap ve pişmiş toprakla malzemeyi bazen yapıştırarak, bazen çivileyerek kendine özgü bir biçimsel dağarcık oluşturan daha deneysel işleri, modernist arayışlarının daha yetkin bir ifadesi.

İlginç bir nokta; Müridoğlu'nun bir yandan geometrik bir strüktür anlayışı içinde çalışırken, bir yandan organik biçimlerin kendiliğinden ifadesine yer vermesi; kısacası ahşaba bazen söz geçirirken, bazen onun kendiliğinden söyleyeceklerine kulak kesilmesi. Bir sanatçının malzemesiyle olan bu karşılıklı muhabbetini kaçırmadan izleyin; bütün yapıtlarının temeli olan desen defterlerine bakabilmek, kendi el yazısından anılarını okumak ayrıca keyifli. 14 Nisan'a kadar Yapı Kredi Kazım Taşkent'te.