Bekir Coşkun’a Sevgilerle...



Bekir Coşkun’a hayranlığımı herkes bilir; çünkü her sabah ilk sözüm bellidir; “mutlaka okumalısın”... Geçen pazar ise daha gazeteleri almadan mesajlar başladı; “okudun mu?”… O günden beri huzursuzum; kentlerimizi “mimarların çirkinleştirdiği”ni söylemesindeki “haklı yanılgı”sını, sevdiğimi “incitmeden” nasıl yazabilirim? “Haklı” diyorum; çünkü kentlerimizin haline bakıp da tüm binaların “uygar” ülkelerdeki gibi “mimarlarca” tasarlandığını “sanan” sayısız aydınımızı nedense aydınlatamadık. Hatta sadece “bilinçsiz” değil, kimi “maksatlı” kalemleri de...

Ancak bu kez yazarımız Bekir Coşkun!

Cumhuriyet değerlerimizi kent ve çevre duyarlılığıyla birlikte savunmanın “bilinç” abidesi… “Gerçekleri maksatlı saptıranlar”ın da korkulu rüyası… Böylesine bir “yürekli akıl” bile “...bu çirkin kentleri kim yaptı? Bir mimarın imzası olmadan çivi bile çakılamayacağını hepimiz biliriz…” diyebiliyorsa, nasıl kayıtsız kalınabilir? (03 Mayıs 2009)

Çünkü “hepimiz” asıl şunu çok iyi biliriz: “Bu çirkin kentleri imar rantı tutkunları ile siyasal yandaşları yarattı. Binaların büyük çoğunluğunda mimarın imzası bir yana, fikri bile alınmıyor…”

Nitekim hesap ortada… Kentlerimizin yüzde 70’i kaçak; yani “mimarın imzaladığı” ruhsatları bir yana, projeleri bile yok! Üstelik af yasalarıyla büyük çoğunluğu da artık çok katlı betonarme “apartman”! Kalan “sözde yasal” yüzde 30 ise yine sadece rant pazarının “tipsiz apartmanlaşma”sını gözeten “tip parselasyon, tip yönetmelik ve tip imar planları”nın kaçınılmaz ürünleri... Üstelik neredeyse yüzde 90’ı da “kalfa mimarisi”!

Yani Bekir Coşkun’u “Suçlu kim?.. Kim bizi bu çirkin yapılar arasında yaşamaya mahkûm etti...” diye haykırtan görüntünün içinde mimarın tasarladığı yapı oranı sadece “yüzde 3”… Onları da devasa “çirkinlikler yığını” içerisinde ancak çok dikkatle baktığınızda, belki görebilirsiniz.

Yazılarında ne demişti?

Ama bunu en iyi Bekir Coşkun’un bildiğini de biliyorum. Örneğin, 5 Nisan’daki “Her Seçimi Doğa Kaybeder” başlıklı yazısında; “Benim belediye başkan adayım seçilemedi” derken, “öbürleri”ni şöyle tanımlamıştı: “Boş alan görünce aklına bina geliyor, suratı blok apartman şeklini alıyor. Dili kürek biçiminde ağzından çıkıp dolanıyor. Kıçı çimento karma makinesi gibi, daireler çize çize gidiyor. Aklı fikri dört bir yanı çimento, asfalt, demir, inşaat, tesis, bina ile doldurmak...”

Bekir Coşkun’u sevmeyeyim de kimi seveyim?

Kent ve çevre dostu mimariyi engelleyenleri böylesine “gerçekçi” kim tanımlayabilir? Nitekim “2 Ucu B’li Zihniyet” yazısında da orman talancılarını şöyle sıralanmıştı: “Politikacılar, bürokratlar, işadamları, arazi mafyası, avantacılar, beleşçiler, cingözler el ele…” (04 Temmuz 2004) Peki, neden “mimar”ı da saymamış? Çünkü 2B işgalcisi yapıların mimarlıkla değil, siyasi himayeyle inşa edildiklerini çok iyi biliyor...

Hele, tam bir “Bekir Coşkun klasiği” olan “Ben Köyleri Severim”ini nasıl unutabilirim? 1999 depreminde “yıkılmayan” köyler ile “çöken” kentlerin “farkı”nı değme mimarlar bu kadar anlaşılır yazamazdı: “…çünkü köylerde ne rant için yapılan yüksek yüksek binalar var, ne imar aflarından yararlanmış iğrenç yapılar, ne müteahhit-belediyeci çeteleri, ne imar planları, ne kontrol-montrol… Eğer piyasa ekonomisinin doyumsuz eli köylere de uzansaydı, oralar da yıkıntı ve ceset dolacaktı...” (16 Kasım 1999)

Bekir Coşkun’un “İyi mimarların kötü mimarlara tepkisi yok mu?..” merakını gidermeyi, imar yağmacılarına karşı 7 gün 24 saat mücadele eden Mimarlar Odası’na bırakıyorum... “Yapıların gözüken bir yerine mimarının adı yazılmalı ki herkes görsün...” önerisini ise çirkin kentleşmenin “mimarsız binalar”ını görebilmesi için ben de yürekten destekliyorum… Şu “mimarlık suçu” niteliğindeki, kentleri ezen “ayrıcalıklı rant kuleleşmesi”ne hangi mimarların tutsak olduklarını cümle âlemin bilmesi için...

Bugün sakın Bekir Coşkun’u kaçırmayın. O bizim sesimiz, soluğumuzdur...