Beyoğlu Neden bir Örnek Olmasın?



Mimar Korhan Gümüş'ün "Beyoğlu neden bir örnek olmasın?" isimli köşeyazısı...

Beyoğlu neden bir örnek olması?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan “Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı”, semt derneklerinin açtığı dava sonucu iptal edildi. Kararın gerekçeleri arasında Beyoğlu’ndaki gelişmeleri etkileyecek projeleri kapsamına almadığı, bütünlüğünün olmadığı, master plan hüviyetindeki Çevre Planı ile uyumsuz olduğu, halkın katılımını dikkate almadığı gibi temel sorunlar sıralanıyor.

Yönetimin yeni planı bu iptal gerekçelerini dikkate alarak altı ay içinde hazırlaması gerekiyor.

Biraz geriye gidelim: Beyoğlu 1993 yılında Koruma Kurulu kararıyla “SİT Alanı” (bütünlüklü olarak korunması gereken bölge) ilan edildi.

Bu karar ile mevcut imar planı yürürlükten kalktı. (Yasaya göre “Koruma Amaçlı İmar Planı”nın hazırlanması gerekiyor.) Bu kararın alınmasından sonra neredeyse 20 yıl geçti, plan bir türlü hazırlanamadı. Bu uzun süre içinde Beyoğlu plansız yönetildi. (Koruma Planı’nın hazırlık sürecinde “Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları”nı koruma kurulları belirliyor, ipler yerel yönetimin elinde oluyor. Kararlar proje bazında veriliyor.) Bu dönemde eski (yani koruma amaçlı olmayan) planda tescilli yapı, manzara terası, yeşil alan olarak gözüken yerler imara açıldı. Binlerce tarihî yapının yanında Narmanlı Hanı, Emek Sineması, Kamondo Hanı... gibi önemli anıt yapıların yerlerine pasajlar, rezidanslar, iş merkezleri, oteller inşa edilmeye çalışıldı. Bu arada kimi zaman yalnızca bir imar izninin yarattığı rantın belediyenin bütçesini aştığı görüldü. Bölge informel bir işleyişe sahne oldu.

2000’li yılların ortasında merkezî yönetim şehirdeki informel işleyişi kamu sistemi içine alan düzenlemeler yaptı. “SİT Alanı”nın neredeyse bütün kıyıları Özelleştirme İdaresi’nin yetkisindeydi. Park Oteli, Galata Kulesi çevresi, Perşembe Pazarı, Tarlabaşı ya “Yenileme Alanı”, ya da “Turizm Alanı” oldukları için plan dışında kaldı. Bu nedenle 2011 yılında hazırlanan planda Beyoğlu’nun kamu alanları boşluk olarak yer aldı. “İhya” projeleri ile kalan son yeşil alanlara, boşluklara yeni yapılar sıkıştırıldı. Bu arada da yapı adalarının ortasındaki bahçeler “park” ilan edilip, güya yeşil alan miktarları artırılmak istendi. Bunlar planın fiziki sorunlarıydı. Temel sorun geçen yirmi yıl içinde küresel sermaye Beyoğlu’nda cirit atarken, muazzam bir değişim yaşanırken, endüstri desantralize edilirken, dönüşümün piyasa aktörlerine bırakılmış olmasıydı. Şişhane, Galata, Tarlabaşı, Perşembe Pazarı, Hasköy, Kasımpaşa çevresindeki küçük üretim yapısının dönüşümü, kültür mirasının yönetimi, kamusal alanların işlevlendirilmesi, risklerin azaltılması, istihdam yapısının, sosyal programların, kültür, sanat, eğitim, spor ve rekreasyon alanlarının geliştirilmesi konusunda Beyoğlu stratejik hedeflerini belirleyemedi, katılıma açamadı. Bu yüzden sivil girişimler, bağımsız kuruluşlar yalnızca ayrıcalıklı imar izinlerine itiraz etmekten başka çare bulamadı. Yönetimler imardan elde ettikleri informel gelirleri keyfî bir biçimde kullandılar. Piyasanın mantığına teslim oldular, elde edilen kayıtdışı kaynakları kullanarak sivil toplumla patronaj ilişkilerini güçlendirdiler.

Sonuçta planın iptali bu süreçte bir deneyim üretilemediğini belgelemiş oldu. Tekrar başa dönüldü. 20 yıl boşa geçti. Çünkü merkeziyetçi siyasal rejimin imar şubesi gibi algılanan şehir yönetimlerinin başka bir planlama deneyimi yok. Muhtemelen aynı mantık çerçevesinde (çekmecelerden çıkarılmış basmakalıp bilgilerle) yeni bir plan hazırlatılacak, yönetim bunu yeniden karşımıza koyacak. Biz de itiraz edeceğiz.

Bu katılım yöntemi yeterli mi? Şehirsel gelişmeyi, hareketliliği, ilişkileri, farklı kamu yararı kavramlarını temsil etmeyen bu belgelere “plan” adı verebilir miyiz? İlçe belediyesi “yeterli kadrolarının olmadığı için” karar alıyor, plan Büyükşehir Belediyesi’ndeki bürokratlar tarafından hazırlanıyor. Bu yöntemle birtakım basmakalıp bilgiler plan notlarına konuyor, sonra da yerel belediyenin görüşleri alınarak bazı imar hakları, fiziki alana ilişkin düzenlemeler getiriliyor. Bu plandaki yamalı bohça gibi “boşluk” olarak bırakılan yerler ise “yetkili” otoritelerin kararları ve projeleri ile dolduruluyor. Kamusal alanlara ilgili inisiyatif “yetkili” olan merkezî otoriteye bırakılıyor. Merkezî yönetim yerel kamu alanlarını özelleştirerek, oluşan imar rantına el koyuyor. Merkezî yönetim, projeleri kendi yakın çevresindeki sermaye grupları ile paylaşıyor.

Sorun yalnızca şehir yönetimlerinin kendi normlarını oluşturamaması değil, bunu gerçekleştirebilecek bir siyasal deneyimlerinin olmaması. Dünyanın her yerinde, başka şehirlerde işlevini yitiren- yitirmeyen kamu alanlarının, ulaşımın, kültürel mirasın... yönetimi için yerel örgütlenmeler oluşturulurken Türkiye’deki yerel yönetimler endüstri sonrası toplumlarda yaşanan değişimi yönetebilecek, sivil toplumun enerjisini kamu alanına taşıyacak bir deneyime sahip değil.

Siyasetteki merkeziyetçilik imar yolsuzluklarına, otoriter bir işleyişe neden oluyor. Neredeyse ilk belediyelerin kurulduğu tarihten 19. yüzyılın kalıntısı olan bu yönetim modeli, şehir halkını merkeziyetçi siyasetin tahakkümü altına sokuyor. Bugün yaşanan sorunları şehirsel dinamiklerle, gelişmelerle, insanlarla, yaratıcılıkla ilişkisi olmayan imar planları ile çözülmesi mümkün değil. Şehir yönetimlerinin önümüzdeki dönemde artık siyasal bir bilinç sahibi olması, sivil toplumun kamusal faaliyetlere katılımını sağlaması, sosyal sorunları, farklı öncelikleri, gelişmeleri dikkate alan, birbiriyle ilişkilendiren, bunun için de açık uçlu süreçleri teşvik etmesi, katılımcı örgütlenmeler aracılığıyla şeffaf bir biçimde uygulaması, merkezî yönetimleri “kapasite geliştirici” aktörler olarak sürece dâhil eden çok katmanlı planlama deneyimlerini örgütlemesi gerekiyor.

Neden ilk modern belediyenin kurulduğu Beyoğlu, yerel yönetim anlayışının (halkın lehine olacak şekilde) yenilendiği, güncellendiği bir örnek olmasın?