Bina İnsana Benzer mi?



Binalar da tıpkı insanlar gibidir; yaşarlar ve ölürler. Ömürleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır. İnsan oğlu için gen çok önemli. Sağlam bir gene sahip ve hele bir de birazcık iyi beslenme imkânı yakalamışsa şayet o kişi, güçlü kuvvetli bir gençlik dönemi geçirdiği yetmiyormuş gibi zinde bir yaşlılık dönemi de sürdürüyor.

İnsan böyle de bina farklı mı? Değil. Binalar da tıpkı insanlar gibi sağlam bir gen istiyor evvel emirde. O gen, müteahhidin ahlakı aslında. Dürüst bir müteahhit, işini düzgün yapıyor ve o binanın hayata sağlam başlamasını sağlıyor. Yok, paragözlü biriyse, genler de zayıf oluyor ve haliyle hastalık üstüne hastalık geçiriyor o bina. Her ikisinin gençliği nasıl geçmişse, ihtiyarlıkları da öyle bitiyor.

Sağlık problemlerinde de benzerlik var aslında. Bir binanın en büyük rahatsızlığı kalp krizidir; yani, deprem. Deprem şokunu yaşayan binanın ayakta kalması pek mümkün değildir. Dolayısıyla ihtimam istiyor. Deprem riskini göze alıp ona göre inşa etmek gerekiyor binaları. Hemen itiraf etmek lazım ki, 17 Ağustos Depremi’nden sonra binalar bu risk dikkate alınarak inşa edilmeye başlandı. Memnuniyet verici bir gelişme tabii. De... binalarda depremden başka hastalıklar da var. Kanser mesela. Stres, binaları kanser illetine düçar ediyor. Bir de verem var ki, Allah düşman başına vermesin! Bu amansız hastalıklardan binayı korumanın tek çaresi, izolasyon!

Nem ve rutubete karşı... soğuk ve sıcağa karşı... sese ve yangına karşı izole edilmediği takdirde binalar nezle, grip, soğuk algınlığı gibi hastalıklara yakalanıyor ve üzerine musallat olan birçok enfeksiyon kemiriyor da kemiriyor binanın o narin bedenini.

İzolasyonsuz binalar
Türkiye’de inşa edilen binaların izolasyonlarının doğru dürüst yapıldığını söylemek mümkün mü? Çoğu hastalıklı! Kimi gripten inliyor, kimi nezleden burnu düştü düşecek duruyor, kimi de bronşitten mustarip öksürüp-aksırıyor!.. Su izolasyonu yapılmamış bir bina birkaç sene sonra romatizma oluyor ve her bir yeri sızlıyor maalesef.

Binaların nefes alması, üşümesi, gülüp oynaması da benzer insana. Eğer o bina, “ayaz beyin çardağı” ise ve her esen rüzgardan etkileniyorsa; birinde değilse bile diğerinde hastalanıveriyor hemencecik.

Ses de öyle. Binaları sese karşı korumak lazım. Hem binanın, hem de içinde oturan insanların ruh sağlığı için gerekli bu. “Sen de havaalanına yakın oturma” kolaycılığı yok artık. Ya da “Madem havaalanına yakın oturuyorsun, ceremesini çekeceksin” demek de mümkün değil. Madem havalimanına yakın ev yapıyorsun, o vakit ses izolasyonunu da yap arkadaş.

Bir evin en mahrem yeri neresi? Yatak odası, banyo ve tuvalet değil mi? Evin diğer odalarından duyulması istenmediği gibi aşağı kata veya yan daireye de gitmemesi lazım o mekanlardaki ses ve kokunun. Ama ne mümkün? Öksürsen duyuluyor! Neden? Para hırsı tabii. Alanda var da bu hırs, satanda yok mu? Tencere kapak hikâyesi. Evi satın alan kişi, o evin ses geçirgenliğine dikkat etmiyor.

Ucuz olsun da ne olursa olsun! Binaların doğru dürüst izolasyonu olmadığı için Türkiye’nin her sene 3 milyar dolarlık bir tasarruf fırsatını elden kaçırdığını da söyleyeyim bu arada! Türkiye’deki mevcut mesken ve iş yerlerinin nizami ısı izolasyonu olmadığı için yaklaşık 1.5 milyar dolar paranın havaya gittiğini biliyor musunuz? O kadar para boşu boşuna yabancıların cebine gidiyor! Binaların sıcak ve soğuğa karşı hemen hiç yalıtkanlığı yok çünkü.

Çok karanlık bir tablo çizdiğim değil mi? Ama ne yapayım; gerçek bu. Hak etmediğimiz halde, evimizde dahi gürültü içinde yaşıyoruz. Hem müteahhitlerin kusuru var bu işte, hem de biz tüketicilerin!..

Bu arada güzel bir haber vereyim size de yüreğinize su serpeyim. İhlas Fuarcılık bir “İzolasyon Fuarı” organize ediyor. Türkiye’de bir ilk olan bu fuar 19-22 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştiriliyor. Fuara sektörün tüm kuruluşları katılacağı gibi belediyeler de büyük ilgi gösteriyor. Yurt dışından gelecek olanlar daha şimdiden stantlarını ayırttı. Benim en çok ilgimi çeken, bu fuarda yapılacak olan sempozyum ve konferanslar. Sektörün nereden gelip nereye gittiği bu sempozyum ve konferanslarda enine boyuna tartışma imkanı doğuyor; daha ne ister insan?