Binalar Konuşuyor, Mimarlık Susuyor...




Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin birleştirildiği bir kültür merkezi, 19. yy Paris'inden bir köprü, Diyarbakır suru şeklinde bir durak, Amerikan mimarisiyle yaratılmış bir okul, Osmanlı evi formunda süslenmiş transformatör...

Türkiye'nin dört bir yanındaki bu mimari yapıların bir mesajı var, kimi tarihimizi hatırlatıyor, kimi inancımızı, kimi de ulaşılmak istenen "Avrupai" çağdaşlığı! Üstelik hepimiz adına konuşuyorlar, çünkü vergilerimizle yapılan, hepimizin kullanmak zorunda kaldığı kamu yapıları bunlar. Yaşadığımız kentin kimliğini gösteriyorlar.

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, işte bu kimliklere dikkat çekmek için bir sergi hazırladı: Binalar Konuşunca Mimarlık Susar... Binaların neler anlattığını, mimarlığın nasıl susturulduğunu merak edenler için sergi 29 Aralık'a kadar AKM'de. Sergi düzenleme kurulundan Doğan Tekeli, Uğur Tanyeli ve Hasan Şener'le konuştuk. Söz önce Doğan Tekeli'de...

- Bu sergi, nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

Ankara Keçiören Belediye Başkanı, mimar ve yapı sahiplerine özel bir mimari empoze ediyor, Osmanlı, Selçuklu kilim desenlerini kullanmayanlara ruhsat vermiyormuş. Dolayısıyla çok ilginç, son derece kitsch mimariler ortaya çıkmış. Ankara Serbest Mimarlar Derneği de bu yapılar hakkında bir sergi açtı; "Mimarlıkta irtica var mı?" Ancak sergiyi iki günde kaldırtıdı. Biz de "Neden böyle yapılara ihtiyaç duyuluyor"u irdelemek istedik.

- Neden sadece kamu yapılarını ele aldınız?

Özel sektör kendi yapılarında istediği ifadeyi kullanabilir, ancak erk kamu yapılarını hepimizin parasını, hepimiz adına kullanarak yapıyor, yani bunlar hepimizin ve kent kimliğini bu yapılarla kazanıyor.

- Kamu yapılarına nasıl bir ideoloji yansıtılıyor?

Dört eğilim var; kimlik, tarihsellik, çağdaşlık ve inanç. Mimaride kimliğimizi Selçuklu ve Osmanlı'da arıyoruz. Oysa Cumhuriyet kuruluşunda kendine ait bir mimari yaratmış. Atatürk, 1925-26'da Osmanlı sivil mimarisinin devamı niteliğindeki yapıları görünce "Yepyeni bir Cumhuriyet kurduk, çağdaşlığı amaçlıyoruz, çağdaş mimariyi de amaçlamalıyız" diyerek Clemens Holzmeister'ı davet etti, Genelkurmay'ı, Savunma Bakanlığı'nı, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nü o yaptı.

- O da bir ideolojiyi yansıtmıyor mu, dahası sergi mekânı olarak bir ideolojiyi yansıtan AKM'yi seçmeniz de, ironi değil mi?

AKM'yi seçtik, çünkü Cumhuriyet dönemi yapılarına sahip çıkıyoruz. Ayrıca 15-20 gün sonra, AKM'nin kent yaşantısına daha çok nasıl katılabileceğini sorgulayan "S.O.S. İstanbul" yarışmasındaki işleri, AKM'de sergileyeceğiz. Cumhuriyet döneminin önemli yapıları yıkılırsa eğer, sanki Cumhuriyet dönemi hiç yaşanmamış gibi olacak, çünkü medeniyetlerin, kültürlerin en büyük göstergesi mimarlıktır. 80 yıldan sonra bugün tekrar Osmanlı ya da Selçuklu mimarisine dönülmesi saçma.

- Mimariye yansıtılan ideolojiler arasında tarihsellik oldukça yoğun...

Tarihimizi yaşatalım diye, Urfa'da yıkılan tarihi evi restore etmek yerine, arkasına yeni bir "tarihi ev" inşa ediyoruz. Diyarbakır'da sur biçiminde bir otobüs durağı yapmışlar. Bu, kendimize güvenmeyip, tarihimize sığınmamızdan kaynaklı. Elimizdeki yetmiyor, tarihe tarih ekliyoruz. Bir de çağdaşlık örnekleri var, Eskişehir Belediyesi 21. yy Eskişehir'i olamazmış gibi 19. yy Paris mimarisini örnek alarak köprü, demir parmaklıklar yaptırdı.

- Son çeyrek yüzyılın en ideolojik yapısı hangisi?

Selçuklu ve Osmanlı mimarisini yansıtacak Ankara Atatürk Kültür Merkezi projesi. Ankara'da Melih Gökçek'in yaptırdığı protokol yolundaki 19. yy parmaklıkları şeklinde, demirdöküm gibi, ancak plastik kalıplarla yapılmış bariyerler de akıl almaz bir şey.

- Mimarlara nasıl bir sorumluluk düşüyor?

Erk ve mimarlık ilişkisi, irdelenmesi gereken önemli bir ilişki. Mimarlar, güce alet olmasınlar istiyoruz.


UĞUR TANYELİ (Yıldız Teknik Üniversitesi)

- Binalar ne anlatıyor, kimin adına konuşuyorlar?

İdeolojik angajmanları dışa vuruyorlar. Aslında buna dünyanın her yerinde sık rastlanıyor, ancak Türkiye'de son yıllarda her ideoloji sahibi kendisini dışavurmak istiyor. Serginin eleştirdiği de bu, çünkü böyle bir dışavurum mimarlıktan konuşmayı olanaksız kılıyor.

- Neden?

İdeolojik mesaj kaçınılmaz olarak öne çıktığından, mimarlık mesajını almak olanaksızlaşıyor. Mimariyle ideolojik mesaj verenler bir dayatmada da bulunuyorlar, yapılara bir dokunulmazlık kazandırıyorlar, o yapıyı konuştuğunuzda sanki o ideolojiyi tartışıyor gibi gözüküyorsunuz, bu yapıları isteğimiz gibi okuyabilme özgürlüğümüzü de elimizden alıyor. Sadece rüküş, kitsch bir yapı demekten başka söz söyleyemez oluyoruz. Belki bir de yapıyı inkâr edebilir, görmezden gelebilir, gülüp geçebilirsiniz.

- Peki, diğer ülkeler çağdaş, özgün bir mimari tarzına geçebildiği halde, biz neden bunu başaramadık?

Pek çok neden var. Dünyada bunun yoğunlaştığı dönemlere bakarsak Türkiye'deki problemi daha iyi anlarız. 1930'larda ABD'den Sovyetlere, Nazi Almanyası'na, İtalya'ya kadar her yerde yapıların ideolojik mesaj vermesi bekleniyordu. Türkiye'de son yıllarda ideolojik angajman üzerinden konuşmak tırmanışta, siyasal durumla bağlantılı bir asabiyet yükselişi var. Bu her alanda olduğu gibi, mimarlıkta da dışavuruluyor. Mimarlığın ilginç tarafı, ideolojik mesajları unuttuğunuzda da onun yansıması yapıları hala karşınızda görmeniz, yapının yaşamaya devam etmesi ve yeni anlamlar bulması. Yapılara ideolojik anlam yüklemenin işe yaramayışının nedeni de, bu.

- Bir yandan Avrupai yapılar inşa ediliyor, diğer yandan Osmanlı mimarisini andıranlar...

Evet, demokratik denebilecek dışavurum var. Komik olanı, farklı sözler söylemek istiyorlar, ancak aslında hepsi sergide gösterilen dört ideolojik dışavurum aracıyla konuşuyorlar; kimlik, tarihsellik, çağdaşlık, inanç... AKP'li bir belediye de, DTP'li, CHP'li belediye de bunları kullanıyor. Sonuçta hepsi estetik açıdan birbirine benziyorlar, başarısızlar.

- İnsanları bunları yapmaya ne itiyor?

Bu son yıllarda çok gündemde olan kimlik paranoyası ile bağlantılı. İster yelpazenin sol ucunda, ister sağ ucunda durun herkes bir şekilde kimliğinin tehlikede olduğuna inanmak istiyor. Böylesi bir kimlik kaybı korkusu, kaçınılmaz olarak insanları o kimlik aşınmasını durdurmak ya da tersine çevirmek için eylemde bulunmaya zorluyor. Mimarlığı da bu alanda kullanıyorlar. Ayrıca tarihsel olanı kaybediyorum duygusu da sahte tarihsellik üretme biçiminde ortaya çıkıyor. Hayati sorun, bu insanların kendi kimliği olarak tahayyül ettiği şeyi başkasına gösterme ihtiyacı duyması. Aslında bu çok modern bir ihtiyaç, Habermas'ın modern kamusallığın doğuşu dediği bu. Ancak modernlik dünyanın estetik açıdan daha iyi kılınması değil, Marks'ın meşhur sözüyle "Katı olan her şeyin buharlaşması". Doğal olarak buna direnen gruplar ortaya çıkıyor.

- Ancak bu bir parodiye dönüşüyor; Levent'in göbeğinde, Metrocity'nin yanındaki elektrik transformatörünü bahçeli bir ev havasında süslemek gibi...

Evet, başka türlü olsa anlamlı bir direniş olabilirdi. Hem elektriği kullanıyorlar, hem elektriğin nesnesinden rahatsızlık duyuyorlar. Gerçekliğin bir parçasına razı olup öteki parçasına olamıyorlar. Bir taraftan dünyanın değiştiğini mecburen kabul ediyor, diğer taraftan da o dünyaya direniyorlar.

- Türkiye mimarisinin özgürlük dönemi oldu mu?

Bunu keskin biçimde söylemek istemem. Her dönemde özgürlük alanı buldu. Aksini getirecek bir denetim mekanizması ancak iletişim araçlarının çok gelişmiş olduğu sistemlerde mümkün, Nazi Almanyası'nda, Stalin dönemi Rusyası'nda olduğu gibi. Türkiye'de hiçbir zaman böylesi güçlü bir kontrol mekanizması olmadı.

- Sizce sergideki en ideolojik yapı hangisi?

Böyle bir şey söylemek bu yapılara iltifat olur, çünkü öyle eşdeğerler ki. 21. yy'da mimarlık aracılığıyla ideolojik dayatmanın öldüğünü öyle iyi özetliyorlar ki, hiçbiri diğerinin yanında sivrilmiyor, ne kötülüğü, ne de iyiliği bağlamında. Beş dakika sonra hepsini unutabilirsiniz. Belki de temel problem de bundan kaynaklanıyor. Artık ideolojik mesajı verenler bile yeterince samimi değiller, aksi halde o yapıların akılda kalır olması sağlanırdı. Erken 1930'larda Sovyetler'de yapılmış öyle yapılar var ki, bugün dünya mimarlık tarihinin önemli yapıları arasında seçkin bir yere yerleştiler. Oysa bizdeki bu tür yapıların hiçbiri gelecekte hatırlanmayacaklar.

- Gerçekten çok absürt yapılar var, mesela iki yanına kubbeli yapılar yerleştirilmiş Harran Üniversitesi kapısı...

Dicle Üniversitesi'nin kapısı da öyle. Akademik bir kurumun kendini böyle ifade etmesi insanı korkutuyor da. Kamu parasıyla siyasal parti mitingi yapmak ne kadar gayri ahlakiyse, kamu parasıyla ideolojik bina yapmak da o kadar gayri ahlaki.


HASAN ŞENER (İstanbul Teknik Üniversitesi)

- Bir mimarlık ürününün ortaya koyulma sürecinde en önemli rolü işveren ve mimar-tasarımcı üstlenir, ancak mimarinin evrensel doğruları yerine, işverenin ya da mimarın tek tek veya birlikte belli ideolojileri binalar aracılığı ile insanlara aktarmak istemesi çarpıklıklara yol açıyor. Bu durumda, mimarlık yerine binalar konuşuyor.

- Özellikle tarihsel referansları yorumlayan, bulunduğu çevrenin dokusuyla ve belli ölçülerde kendi içeriğiyle uyumsuz, çağımızın teknolojik olanaklarını ideolojik bir dış kabuk içine hapseden binalar bence daha fazla konuşuyorlar. Burada önemli olan, kültürel miras niteliğindeki birikimlerin yorumlanmasındaki tutum.

- Her bina bir ihtiyacın, bir iradenin, sahip olunan olanakların, kültürün, çevrenin, teknolojinin ürünü olarak ortaya çıkar. Bu binaların anlamını yansıtan ideolojilerin derecesi, toplumların kültürel yapısına ve gelişmişlik düzeyine bağlı olarak değişir. Bu yüzden bir kıyaslama yaparak en ideolojik bina gibi bir tespit yapmak kolay değil.