Etkiler 'hasıraltı' edildi mi?
Çernobil faciası sonrası radyoaktif madde taşıyan bulutlar Avrupa ülkelerinin yanı sıra Türkiye'ye de ulaştı. Kazanın, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve devlet eliyle 'hasıraltı edildiği' savunulan etkileri, bugün bile sıcak bir tartışma konusu olmayı sürdürüyor.
Çernobil faciasının üzerinden 20 yıl geçti ancak Karadeniz Bölgesi'nde ortaya çıkan kanser vakalarına paralel olarak tartışmaların dozu da yükseliyor. TAEK, 'nükleer enerjiyi aklamak için elindeki verileri kasıtlı olarak çarpıtlamak'la suçlanıyor.
TAEK neler yaptı?
TAEK verilerine göre, Türkiye'de kazanın ilk etkileri 30 nisan 1986'da Trakya bölgesi ve Karadeniz kıyılarında çevresel doğal radyasyon düzeyindeki yükselmeler ile gözlendi. Bölgenin normal şartlarda 8-10 mikro röntgen / saat olan doğal radyasyon düzeyi 4-5 mayıs günleri 30-50 mikro röntgen/saat düzeyine ulaştı. En yüksek radyasyon düzeyi 150 mikro röntgen/saat olarak Batı Karadeniz kıyısındaki Karasu'da ölçüldü.
Bu saptamanın ardından TAEK radyasyon ölçüm programı başlattı. Program çerçevesinde ülke genelinde çevresel örneklerin ve besin maddelerindeki radyoizotopların analizleri yapıldı, et, süt ve mamulleri, sebze ve meyveler, baharatlar denetim altına alındı.
TAEK, radyasyondan etkilenen bölgelerde üretilen süt haricindeki tüm gıdaların Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) limitlerinin altında radyoaktivite içerdiğini açıkladı. I-131 ile kontamine olmuş sütler ise tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi peynir yapılarak I-131 tamamen yok oluncaya kadar bekletildi.
(I-131, iyot atomunun radyoaktif şekli. Bu atom, diğer radyoaktif maddeler gibi devamlı olarak parçalanarak çevreye radyasyon yayıyor. İyot-131'in yarı ömrü 8 gün.)
Ayrıca mera hayvanlarının taze otla beslenmeleri engellendi ve saman, suni yem gibi gıdalarla beslenmeleri sağlandı.
TAEK, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde üretilen fındıklarda sıfırdan başlayarak AET ve Dünya Sağlık Örgütü sınırları civarında radyoaktivite tespit edildiğini belirtti. Düşük miktarda fındıkta ise bu sınırın aşıldığı belirlendi.
"Çayları imha edin" denilen rapor görmezden gelindi
TAEK, 1987 yılından itibaren ölçüm sonuçlarının hızla düşerek doğal düzeylere indiğini, Karadeniz'deki radyoaktivite seviyelerinin insan sağlığı, ekosistem ve çevre güvenliği açısından bir risk oluşturmadığını savundu.
Ancak aynı dönemde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden (ODTÜ) bilim adamlarının yaptığı bir araştırmada 'çayların imha edilmesi gerektiği' uyarısı yapıldı. Zira bilim adamları çayda kilogram başına 10 bin ton bekörel oranında radyasyon tespit etmişti.
Devletin konuya bakışı
Bu rapor dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral başkanlığında kurulan Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi'ne (TRGK) sunuldu. Ancak Komite'de yer alan TAEK Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre 'ölçümlerin hatalı, çayların temiz' olduğunu savundu.
Bunun üzerine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 14 ağustos 1986’da YÖK’e yolladığı bir mektupla TRGK’nın bilgisi dışında radyasyonla ilgili yapılacak tüm yayınlara yasak getirdi. Mektup 28 ağustosta tüm üniversitelere gönderildi.
Bakan Aral: "Biraz radyasyon iyidir"
Radyasyonun etkileriyle ilgili yayınlara yasak getirilirken, halkı 'rahatlatma' kampanyası başlatıldı. Bakan Aral TV'ye çıkarak canlı yayında çay içti. Aral'ın akıllara kazınan bu görüntülerine "biraz radyasyon iyidir" sözleri eşlik etti.
Aral gazetelere verdiği demeçlerde de, ”dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, Türkiye’de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir” diyordu.
Özal: "Radyoaktif çay daha lezzetli"
Dönemin Başbakanı Turgut Özal "radyoaktif çay daha lezzetlidir" diyerek basına poz verirken, Cumhurbaşkanı Kenan Evren "radyasyon kemiklere yararlıdır" diyordu.
GİZLİ 'CLARKE RAPORU'
13-22 haziran 1986 arasında Hamburg Üniversitesi ile ABD’deki Woods Hole Oceanography Enstitüsü’nden ikişer bilim adamı, Karadeniz’de inceleme yapmak için Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü araştırma ekibine katıldı. Daha sonra 'Clarke Raporu' olarak anılacak araştırmanın sonuçları şöyleydi:
“Karadeniz’deki yeni sediman kapanının atıldığı alanda, sudaki Çernobil sezyum izotop düzeyleri bomba döküntüsü düzeyinden yaklaşık iki kat yüksektir. Suda, filtre edilebilen parçacıklarda ve planktonlarda (sudaki tek hücreli canlılar) doğrudan ölçülebilecek izotoplar, Sezyum-137, Sezyum-134, Rutenyum-103, Rutenyum-106, Seryum-141, Seryum-144, Baryum-140, Tantanum-140, Zirkonyum-95 ve Niyobyum-95’tir" dedi.
Bu sonuçlar 'gizlidir" damgalı bir mektupla yetkililere iletildi.
Çaylarda ölçüm sekiz ay sonra yapıldı
16 aralık 1986’da Çaykur Genel Müdürlüğü, çay paketleme tesislerinde 1985 ve 1986 yıllarına ait çaylarda ölçüm yaptı. TAEK çayın 89.000 Bqkg’a kadar radyasyon içerdiğini itiraf etti.
30 aralık 1986'da TAEK 58 bin ton radyoaktif (12.500-89.000 Bq/kg) çayın gömülerek imha edilmesine karar verdi. Bu karar ancak 19 ocak 1988 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı ve yürürlüğe girdi.
17 eylül 1986’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Doğu Karadeniz Bölgesi’nden gelen tüm fındıkların Fiskobirlik tarafından satın alınacağı ve bölgeden dışarıya çıkarılmayacağını bildirdi. Ancak fındık yasağı daha sonra kaldırıldı.
22 kasım 1986’da Almanya'ya gönderilen 320 bin mark değerindeki 40 ton iç fındık yüksek düzeyde radyasyon yüklü olduğu gerekçesiyle geri çevrildi.
Bu arada kazadan önemli ölçüde etkilenen Dinyeper ve Tuna nehirleri de Karadeniz'e akıyordu.
ODTÜ yine uyardı: "Çayları imha edin"
16 ocak 1987’de ODTÜ Kimya Bölümü’nden Dr. Olcay Birgül ve Dr. İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümü’nden Dr. Aykut Kence, Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekanı’na 'Çayda Radyoaktivite Ölçümleri' adlı bir rapor sundu.
Söz konusu rapor, vatandaşlar tarafından üniversiteye getirilen çaylarda yapılan ölçümleri içeriyordu. Zira zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in çayının bile bu laboratuvarlarda ölçümleri yapılmıştı. Raporda şöyle deniliyordu:
“1985 tarihli bazı Çay Çiçeği paketleri yüksek radyoaktivite göstermiştir. Çaydan suya geçen Cs yüzdesi halka bildirilen yüzde 3’ten çok daha yüksek olup, yüzde 65’tir. Günde 5 bardak çay içen bir kişi yıllık 65-105 mrem’lik bir doz alacaktır. Yılda 105 mrem’lik bir doz almak ise ICRP 1990’da tavsiye edilen sınırın üzerindedir. Radyasyonun eşik dozu yoktur ve maruz kalınan radyasyonu en aza indirmek için her türlü önlem alınmalıdır."
Rapordaki önemli noktalar şöyleydi:
- Hamile kadın ve çocuklar çay tüketimlerini azaltmaları için uyarılmalı
- Çayın kaynar suyla yıkanması aktivitesini düşürmekte
- Daha fazla radyoaktif çay piyasaya sürülmemeli, kirli çayın temiz çayla harmanlanmasına son verilmeli ve radyoaktif olanlar yok edilmeli
- Piyasaya sürülen radyoaktif çaylar toplatılmalı
- Çernobil radyasyonu çeşitli kaynaklardan alındı
Raporu yazan bilim adamları, Radyasyon Güvenliği Komitesi’nin üniversitelere uyguladığı radyasyon ölçümleri ve açıklamaları yasağının kaldırılmasını istedi.
Bilim adamları 1988’de Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Ödülü’ne layık görüldü.
Rapora yanıt: "Adi ve pespaye bir gayeye vasıta kılmak gayretkeşliği"
27 ocak 1987’de de Hürriyet gazetesi "Çayda Yeni Alarm, Başbakanlığın Yasakladığı ODTÜ Raporunu Yayınlıyoruz" başlığıyla çıktı. Bunun üzerine TAEK Başkanı Özemre, ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Gönlübol’a bir mektup yolladı:
“... Çernobil kazasından sonra Türkiye’de kişi başına 9 ayda alınan doz 22 milirem’dir. Bu da bir göğüs röntgeni çektirildiğinde alınan doz kadardır... Bilimsellik kisvesi altında, bilimi kamuoyunu tedirgin etmeye alet etmek gibi adi ve pespaye bir gayeye vasıta kılmak gayretkeşliği, hamile kadınlarda panik yaratabilecek ve pek çok bebeğin doğmadan katline vesile teşkil edebilecektir. Bu davranış, bu raporu kaleme almış sözde bilim adamlarına şeref vermediği gibi ODTÜ için de fevkalade büyük bir talihsizlik teşkil etmektedir... ODTÜ gibi ülkenin irfanına hizmet eden bir müessesenin manevi itibarını zedeleyen bu kabil suiniyet sahibi kişilerin ODTÜ bünyesinde barınabilmiş olmasını derin bir üzüntüyle karşılamakta olduğumuza inanmanızı saygılarımla istirham ederim.”
Bir başka profesörden uyarı: "Çaylar yokedilsin"
24 şubat 1987’de bu kez Karadeniz Üniversitesi Nükleer Fizik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Adil Gedikoğlu, Bakan Aral'a çalışmasını sundu.
Raporda Türkiye’deki tarım ürünlerinin bir çoğunun Çernobil kazasından sonra az çok radyoaktivite ile kirlenmiş olduğu, radyasyonun eşik dozu olmadığına göre Türkiye’de çaydan alınan radyasyonun günde 5 bardak çay içen biri için fazla olduğu, 1987 ürünü çayda radyoaktivite olmadığı, bu nedenle 1986 ürünü çayın toplatılıp yok edilmesi öneriliyordu. TAEK, ölçümlerin yanlış yapıldığını belirtti.
31 martta Prof. Dr. Gedikoğlu bir kez daha Aral’a yazdı. Doz hesaplama yönteminin hatalı olduğunu, raporu düzelttiğini belirten Gedikoğlu bu kez, “bulunan doz paniğe yol açacak düzeyde değildir” diyordu.
Gedikoğlu ayrıca, radyoaktiviteyle kirlenmiş çayın yok edilmesi gereğinden de söz etmiyordu.
Bakan'dan yıllar sonra gelen itiraf: "Gizledik"
Bakan Aral, 1992'de özel bir söyleşi sırasında şöyle dedi: “Hükümet gerçekten de Çernobil’in Türkiye üzerindeki etkileri konusundaki gerçekleri ve rakamları gizlemiştir.”
Üniversite raporları: "Etki az / yok"
5 ocak 1993'te YÖK, tıp fakültelerine mektup yazarak Çernobil’in sağlık etkilerini bildirmelerini istedi. Üniversitelerden gelen sonuçlar şöyleydi:
Hacettepe Üniversitesi: “Ukrayna’da kazayı takip eden beş yıl içinde kanser vakalarında anlamlı bir artış olmamıştır. Türkiye’de Çernobil’e bağlı olarak Karadeniz bölgesinde çocukluk çağı kanserleri ya da herhangi bir genetik hastalıkta anlamlı bir artış yoktur. Gelecek 50 yıl için çocuklarımızı kötü beslenme ve enfeksiyon gibi radyasyondan daha önemli tehlikeler beklemektedir. Bunun yanında sigara içen bir annenin veya babanın kendilerine çocuklarına ve çevrelerine verebilecekleri zarar Çernobil sonucu oluşan riske göre kıyaslanamıyacak kadar yüksektir.”
Karadeniz Teknik Üniversitesi: "Doğu Karadeniz bölgesinde Çernobil reaktör kazasına bağlı olarak radyoaktiviteye maruz kalanlarda kanser veya doğumsal anomalilerdeki rakamsal artış sadece radyoaktiviteye bağlanamaz. Yetersiz hijyenik şartlar, yeni doğan çocuk ölümü sebepleri, yetersiz beslenme, trafik kargaşası, çevre kirliliği sorunları ile yakın akraba evlilikleri ve bölgenin jeo-lojik yapısı bölgeyi radyasyondan daha önemli tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir. Ayrıca Doğu Karadeniz halkının bu konuda yeterli bilimsel çalışma sonuçları alınmadan paniğe sokulmasına sebep olacak durumların yaratılmamasına dikkat edilmesi gerekir.”
Trakya Üniversitesi: "Kaza günü ve takip eden günlerde yöre yaşayanlarında radyoaktif iyot ölçümleri yapıldı. Radyoaktivitede önemli bir artış olmadı. Toprakta süt ve benzer ürünlerde bir radyasyon artışı olmuştur. Çocuklarda ve yetişkinlerdeki hematolojik kanser vakalarında artış yoktur, tiroit kanserlerinde artış yoktur."
1994 tarihli ODTÜ raporu: "Radyoaktif madde oranı 1986'dan yüksek"
Çernobil felaketinden sekiz yıl sonra, 1994'te, ODTÜ Kimya Bölümü’nden İnci G. Gökmen, M. Akgöz ve A. Gökmen 'Türkiye’nin Karadeniz Kıyılarında Çernobil Radyoakivitesi' adlı bir rapor daha hazırladı. Rapor, TÜBİTAK ve ODTÜ araştırma fonu tarafından da desteklendi.
Raporda 1994’teki 1, 8 ve 9 numaralı istasyonlardaki sezyum aktivitesinin 1986’da TAEK tarafından yapılan ölçümden daha yüksek olduğu belirtiliyordu.
SUÇLAMALAR
Kazanın üzerinden 20 yıl geçti ancak başta TAEK olmak üzere, dönemin tüm yetkilileri 'nükleer enerjiyi aklamak için ellerindeki verileri kasıtlı olarak çarpıtlamak'la suçlanıyor.
Bağımsız araştırmaların engellenmesi ve bugün Karadeniz’de artan kanser vakalarını açıklayabilecek raporlama yöntemlerinin hayata geçirilmemesi suçlamaların odak noktasını oluşturuyor.
Bu suçlamaları yönelten bilim adamları, kanser vakalarının ortaya çıkmasının 15 - 20 yıllık bir süre alabileceğini, bu geçekten yola çıkılarak o dönemdeki vakaların kayıt altına alınmamış olmasının 'kasıtlı' ve 'bilimsellikten uzak' olduğunu belirtiyor.
Vakaların kayıt altına alınmaması istatistiksel karşılaştırma yapmak ve buradan kesin ve bilimsel bir sonuca varmayı imkansız hale getiriyor.
Faciadan hemen sonraki ODTÜ raporuna imza atan isimlerden Prof. Dr. İnci Gökmen, "o tarihte radyoaktiviteyle kirlenmiş çaylar içilmeyip imha edilse alınan radyasyon dozu alınmayacaktı. Çay demlenmeden önce bir kez sıcak suyla yıkansa bile alınan doz yarıya inecekti. Ancak bizlerin uyarılarına karşın bu yolda hiçbir önlem alınmamıştır. Üniversiteler de bu konuda araştırma ve ölçüm yapmamaları için YÖK'ün yolladığı yazıyla engellenmiştir" diyor.
TALEPLER
Çernobil'in Karadeniz'deki Etkilerini Araştırma Komitesi Başkanı ve Trabzon Dernekler Birliği Başkan Yardımcısı Hüseyin Ayaz'ın 2005 yılında Karadeniz Bölgesi'ndeki resmi hasta kayıtlarına dayanarak verdiği bilgilere göre:
- 1990-2000 yılları arasında kanser vakalarında yüzde 50 artış yaşandı
- 1990 yılında Trabzon'da 90 kanser hastası varken, bu sayı 2000'de 720 oldu
- Ordu'da 1990'da 50 kanser hastasının sayısı 2000 yılında 2 bin 167'ye ulaştı
- Giresun'da 2000 yılında 2 bin 168 kanser vakası tespit edildi
- Son sekiz yılda erkeklerde akciğer kanseri, kadınlarda da meme kanserinde artış gözlendi
Karadenizlilerin talepleri ise şöyle:
- Artışların nedeni Çernobil değilse gerçek neden bilimsel verilerle kamuoyuna açıklansın
- Son 20 yılda her hanede yaşayan kişi sayısı, ölen ve hasta olan insan sayısı tespit edilsin
- Kanser taraması yapılsın
- Bölgenin acil kanser haritası çıkarılsın
TAEK: "Türkiye çok talihli"
Günümüzde TAEK'in tavrı aynı çizgide sürüyor. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Okay Çakıroğlu, "kazadan en fazla Ukrayna, İsveç ve Finlandiya etkilendi. Potansiyel zarar görme açısından Türkiye 16'ncı sırada. Bu bakımdan ülkemiz çok talihli konumda" diyor.
Günümüze dek 200 bin sayfalık arşivlerin elektronik ortama taşındığını belirten TAEK, radyasyonun yoğun olduğu bölgelerde yapılan ölçümlerde hiçbir vatandaşın vücudunda radyoaktif kalıntıya rastlanmadığının altını çiziyor.
Oysa iddialar öyle değil. Özellikle Doğu Karadeniz'den yansıyan rakamlar da bölgedeki kanser vakalarındaki artışın boyutlarını gözler önüne seriyor.
Bunun yanı sıra devletin Karadeniz Bölgesi’nde gömdüğü 58 bin ton radyasyonlu çayın daha sonra iç pazara sürüldüğü ve diğer çaylarla harmanlanarak azar azar tüketildiği, radyasyonlu fındıkların askeriyede ve ilkokullarda dağıtıldığı iddiaları bölge halkının kaygılarına zemin oluşturuyor.
20 yıl sonra bilimsel araştırma
Çernobil faciasından 20 yıl sonra Sağlık Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'yla birlikte nükleer serpintinin Karadeniz'e etkilerini ölçmek amacıyla bilimsel bir çalışma başlattı.
Çalışmalar kapsamında Trabzon, Ordu ve Giresun'da 9 bin kişiden gen örnekleri alındı. Sağlık Bakanlığı kan verenleri kanser taramasından geçiriyor, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu da 'biyolojik dozimetre' yöntemini kullanarak genleri inceliyor.
Araştırma sırasında karşılaştırma yapmak için kanser hastalığının en az görüldüğü bölge olan Eğirdir'de 9 bin kişiden kan örnekleri alındı ve bu kişilerin genlerine yaşamlarının 20 yıllık dilimini kapsayacak şekilde bakıldı.
Araştırmanın ilk sonuçlarına göre, 'Karadeniz'de Çernobil sonrasında endişe edici boyutta kanser vakası artışı yok.' TAEK, gen kontrolünün de Karadeniz'de kansere neden olacak kadar radyoaktif kirlilik yaşanmadığını gösterdiğini belirtiyor. Araştırma hala sürüyor.
Yararlanılan kaynaklar:
Ana Britannica
TAEK
Greenpeace raporları I, II
Chernobyl.info
BBC.co.uk