Ender Güzey'in son sergisinin bütünü, kum gibi yumuşak ve dağılgan malzemeden genişleyen bir kavramsallığı düşündürüyor ki, bu, düşünceden malzemeye, malzemeden düşünceye sıçrayan, böylece diyaloğu ve geçişimsel uyumu hep canlı tutan bakış ve yorum estetiğine ilginç bir tasarım boyutunda bakılmış olduğunu kanıtlıyor.
İnsanın gizli belleğinde saltanatını sürdüren ve onun uçsuz bucaksız doğaya açılma özlemine kılavuzluk yapan incelik dolu bir nesne yığınıdır kum. Hayalhanesinde kumdan saraylar yapıp onun içinde âsude bir yaşam sürmenin düşlerine aracılık eder; çocukların sahil boyunu süsleyen kumlarla yaptıkları düşsel yapılar, ancak bu malzemenin onlara sağladığı engin tasarımın ürünleridir. Zaman ölçeği olarak kullanıldığı eski dönemlerde ince kumun, bir küreden ötekine nazlı akışı, kimbilir insanların görsel belleğine nice silinmez imgeler çizmiştir. İçini deniz kabuklarıyla pekiştirerek yapı malzemesine dönüştürdüğü kumdan sarayında Facteur Cheval 'in nasıl mutlu yaşamış olduğunu kestirmek zor değil.
Teknolojinin tükenmez olanakları
Ender Güzey 'in hava, su, ateş ve toprakla geçen 35 yıllık sanat yaşamının ayrıntılı dökümünü sunduğu retrospektif serginin arkasından gelen ve bir bakıma o serginin paranteze alınmış yeni bir versiyonunu gündeme getiren ''Kum'' başlıklı sergi, sanatçının doğa kaynaklı ve ''primitif'' karaktere dayalı yorum dünyasına kapı aralıyor; bu kapıdan giren izleyici, günümüz teknolojisinin tükenmez olanaklar yaratan dünyasına inat, gizemini ve büyüsünü her zaman korumuş olan ilkel kültüre özgü yaratımın sınırlarını yokluyor, çağdaşlık bilinciyle katıldığı bu serüvende, ona eşlik etmenin zevkini yaşıyor. Yaşanılan sanat ortamında, kültürleri ileri-geri gibi değer ayrımları düzeyinde tartmanın yanlışlığına, çağdaş düşünürler zaman zaman değinmişlerdir haklı olarak. Modernitenin kendi yedeğinde her zaman canlı tuttuğu ve sık sık atıflarda bulunduğu ''ilkel'' sanat, en azından bugün artık aşılmış ve geride unutulmuş bir kavram değil.
Ona dönerek bellek tazelerken, çağdaş sanatçının yaptığı şey, bir anlamda kaynağa dönüştür. Başlangıcından günümüze, sanatın çizdiği hat, düz bir çizgi olmaktan çok, kaynağa doğru yönelişin çember eğrisidir; dönüşümsellik, bu aşamada da söz konusudur. Ancak sanatçının bu dönüşüm bilincine atıfta bulunurken temeldeki ana motifi, birincil güdüyü ( ''primum mobile'') iyi değerlendirmesi ve sanatının odağına yerleştireceği bu güdü çevresinde sağlam bir koza örmesi gerekir ki inandırıcı olabilsin... Bir etnoloji kavramı olarak ''primitif'' , çağdaş-yaratıcı sanatın eksenine oturduğunda ve bu doğrultuda değerlendirildiğinde, ''basit'' liği aşar ve doğaldır ki yeni bir kapsam ya da içerik kazanmış olur.
Ender Güzey, öncelikle bu gerçeğin bilincinde olduğundan, malzemesel nesne (kum) ile bu malzemenin eşlik ettiği görsel imge arasında doğal geçişler arayıp buluyor. Daha da önemlisi, bu geçişleri süreçsel bir eylem planında, yapıtlar arasında üleştiriyor. Böyle bir sanatçı eyleminin sonucunda ortaya çıkan, demode bir entelektüel tavır değil, bir dünya görüşüdür. Sanatçının 1990'lı yılların başlarına kadar geriye giden performans ve enstalasyonlarda olsun, ağaç ve metal malzemeyle kurduğu totemlerinde olsun, uygulamaya koyduğu ve ısrarla arkasında durduğu şey, doğa gerçekliğinin temel unsurlarıyla güçlendirmeye çalıştığı bu dünya görüşüdür.
Bu kez serginin büyük bölümünü, tual üzerinde sıkıştırılmış kum ve tutkalla düzenlediği imgeler dizisi oluşturmakta. Bir bölümüne metal objelerde de tanık olduğumuz bu imgeler, vahşi hayvan ve boğa siluetleri, Pan, Zeus ya da yaprak fosilleridir. Gece-gündüz ya da Uzakdoğu felsefesindeki Yin-Yang ikileminin çağdaş yansımaları olarak, doğal oluşumlar karşısında insan düşüncesinin yorumlandırıcı konumunu çağdaşlık platformuna taşıyan bu dizinin hemen yanı başında, doğrudan ağaç imgelerini konu alan ağaçbaskı resimler var. Serginin girişindeki metal obje de hesaba katıldığında, serginin bütünü, kum gibi yumuşak ve dağılgan malzemeden, daha başkalarına doğru açılıp genişleyen bir kavramsallığı düşündürüyor ki, bu, düşünceden malzemeye, malzemeden düşünceye sıçrayan, böylece de bu konudaki diyaloğu ve geçişimsel uyumu hep canlı tutan bakış ve yorum estetiğine ilginç bir tasarım boyutunda bakılmış olduğunu kanıtlamaktadır.
'Birincilgüdü'
İstanbul'da Galata Mevlevihanesi'nde geçen çocukluk yıllarından başlayarak, Münih Akademisi'ndeki öğrenim yıllarında ve daha sonra gerçeküstücü sanata duyduğu yakın ilgi, Ender Güzey'in sanat yaşamında, madde ile onun gerisindeki gizli anlamları kurcalaması için yeterli uyarılar olmuştu sanırım. Ama bu uyarılardan yola çıkarak, kendine kalıcı bir yol çizebilmesi ve yukarıda değindiğim ''birincil güdü'' yü organize edebilmesi için deneyim ve birikim gerekiyordu. Kısa bir aradan sonra izlediğimiz bu sergi, söz konusu deneyim ve birikimle varılan noktanın, kendi kuşağı içinde Ender Güzey'e farklı bir sanatçı konumu kazandırdığını ortaya koymaktadır. Ancak bu konum, sürdürülebilir olmanın yanında, bundan böyle yeni aşamalarla elde edilecek katkılara da ihtiyaç göstermektedir. Süreçselliğin bir koşuludur bu. Ender Güzey'in bundan sonraki çalışmaları, geriye ve ileriye bakışın buluşma noktalarını saptayacak ve açılımı bu doğrultuda yönlendirecektir. Gelişme, bunu göstermektedir.