Çevrede Karamsar Bir Yıl



Suyumuz her geçen yıl daha da azalıyor. Sulak alanlarımız kuruyor. Havamız kirleniyor. Orman arazileri yapılaşmaya açılıyor. Tarım alanlarına endüstriyel tesisler kuruluyor yetmezmiş gibi atık mezarlığına dönüştürülüyor. Arkasında yeşil sermaye ve çokuluslu şirketlerin bulunduğu maden lobisine destek için özel yasa maddeleri hazırlanıyor.

Balık çiftlikleri kirletiyor

Balık çiftlikleri geride bıraktığımız yılın en fazla tartışma yaratan çevre sorunlarından birisi oldu. Turistik alanlar dahil olmak üzere sahilin hemen bitişiğine konuşlandırılan çiftliklerin sayısında ciddi bir artış oldu. Bunda Yunanistan’ın tavrı etkili oldu. Yunan hükümeti balık çiftliklerinin denizleri kirlettiği, kıyılara olumsuz etki bıraktığı ve turizmi kötü yönde etkilediği gerçeğinden hareket ederek karasularındaki bu tesislerin tahliyesi yönünde karar aldı. Yunanlı işletmeciler bunun üzerine rotalarını Türk karasularına çevirdiler. Türkiye vatandaşı ortaklar üzerinden Yunanistan’daki balık çiftlikleri Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi’nde konuşlandırılmaya başlandı. Tüm bu gelişmeler, öncelikli işlevi çevreyi korumak olan Çevre ve Orman Bakanlığı yetkililerinin gözleri önünde gerçekleşti. Gelişmeler üzerine yargı yoluna gidildi. Balık çiftliklerinin mevcut konumunun değiştirilmesi ve açık denizlere taşınmasını isteyen çevrecilerin açtığı davalar halen Danıştay’da sürüyor.

Kaz Dağları’nda maden sahaları

Ülkemizin evrensel kültür mirasına armağanı olan Kaz Dağları, 2008 yılında sondaj kuyularıyla tanıştı. Önemli bir bölümü milli park olan, her yıl yüz binlerce turisti ağırlayan, üzerinde bulundurduğu endemik bitkilerle uluslararası literatürde yer edinen, oksijen bakımından Alp Dağları’yla karşılaştırılan, mitolojideki adıyla İda, altın madencilerinin son hedefi oldu. Kaz Dağları’nda, maden işletmek isteyen girişimciler Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan ilk izinlerini alarak, sondaj kuyuları açmaya başladılar. Çanakkale’den başlayıp Ayvalık bölgesine kadar uzanan yeşil örtüde şimdi öbek öbek çukurlar bulunuyor. Bu çukurlar, bölgenin altın, gümüş, çinko rezervini tespit etmek için açılan sondaj kuyuları. Kuyuların açılması için binlerce ağaç kesildi.

Gelişmelere tepki gösteren sadece yörede yaşayan ve geçimini Kaz Dağları’nın sunduğu olanaklarla sağlayan bölge insanı tepki göstermedi. Kaz Dağları’nı talan etme girişimi salt yurtiçinde değil uluslararası alanda da tepki çekti. Konuyla ilgili çeşitli defalar mitingler düzenlendi, kitle gösterileri gerçekleştirildi. Tepki seslerinin yoğunlaşması üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, yıl içerisinde Kaz Dağları konusunda daha hassas olacakları yönünde açıklama yapsa da, somut bir adım atılmadı. Ayrıca Güler’in, “Kaz Dağları’nda büyütülecek bir durum yok. Kupa büyüklüğünde sondaj kuyuları açılıyor. Bunu fazla abartmamak gerekir” yönündeki söylemi hâlâ belleklerdeki yerini koruyor.

Bergama hâlâ sorun

Türkiye gündemine Bergama’yla giren siyanürlü altın madeni olgusu, başladığı yerdeki güncelliğini halen koruyor. Kesinleşen yargı kararlarına karşın siyasi iktidarın verdiği yeni izinler ve çıkardığı yeni yönetmeliklerle işletmesini sürdüren Bergama Ovacık Altın Madeni, 2008 yılı içerisinde kapasite arttırımı konusunda bakanlık düzeyinde girişimlere başladı. Maden sahası içindeki mevcut atık havuzunun kendilerine yetmediğini bildiren şirket yetkilileri Kozak Yaylası’nda da maden aramak istediklerini duyurdu. Kozak Yaylası’ndaki köylüler gelişmelere tepki gösterseler de, şirket gerekli izinleri alma yolunda önemli mesafe aldı.

Sahillerde yapılaşma

2008 yılına damga vuran bir diğer gelişme de, Maliye Bakanlığı’nın, ek kaynak yaratma gerekçesiyle sahil bandının bâkir alanlarını yapılaşmaya açma girişimleri oldu. Asıl işlevi dar gelirli yurttaşlara konut üretmek olan TOKİ üzerinde hazırlanan proje uyarınca, sahil kesiminde lüks konutların inşaatı süreci hız kazandı. TOKİ’nin yapacağı konutların, yabancılara satışı için yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, söz konusu projeyi her platformda savunurken, yurtseverler bu gelişmeye şiddetli biçimde karşı çıktılar. Ana muhalefet partisi CHP, sahil kesiminin yapılaşmaya açılmasına karşı çıkarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Konuyla ilgili dava dosyası şu an Anayasa Mahkemesi’nin önünde duruyor.

Nükleer sorun büyüyor

“Nükleer santral” yazılı gazete başlıkları, 2008 yılında da eksik olmadı. AKP hükümeti nükleer santralın kaçınılmaz olduğunu bildirerek, girişimlerine hız kattı. Gelişmiş ülkelerin terk ettiği nükleer teknolojiyi Türkiye’ye kazandırmak isteyen AKP’nin, ülkeyi sorumsuz bir macera sürecine ittiğini savunan kitle örgütleri, alanlarda ve Enerji Bakanlığı’nın çatısında gösteriler düzenlediler. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Güler’in, “Nükleer santral konusu tercih değil, mecburiyettir” yönündeki açıklaması ardından nükleer lobi Türkiye’de daha fazla boy göstermeye başladı. Önceki yıllarda Mersin Akkuyu’da yapımı planlanan nükleer santralı Sinop’a kurmak istediklerini bildiren AKP hükümetine karşı Sinop’ta büyük gösteriler düzenlendi.

Nükleer santral ihale dosyası yıl içerisinde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından değerlendirmeye başlandı. 2009’un ilk aylarıyla birlikte ihale teklif fiyatlarının alınmaya başlanacağı geride bıraktığımız yıl içerisinde sıkça dile getirildi. 2009’un, çevre mücadelesinin Sinop’ta, nükleer santrallara karşı gösterilecek dirençle başlaması bekleniyor.

Bir yıl daha geride kaldı ve arkasında onarılmaz çevre sorunları bıraktı. Varlık nedeni kâr ve daha fazla rant olan küreselleşmenin en yıkıcı etkilerinden birisi de kendisini doğal yaşam alanlarımızda gösteriyor. Çokuluslu şirketler, yerli ortaklarıyla birlikte olanca pervasızlıklarıyla yaşam alanlarını zehirlemeye, talan etmeye devam ediyorlar. Yurtseverler, arkalarına siyasi iradenin desteği ve küresel sermayenin kaynaklarını alan güçlere karşı alanlarda ve mahkeme salonlarında mücadele veriyor. 2009’un çevre konusunda daha olumlu bir yıl olacağına dair izlenim henüz yok.

Geldiğimiz noktada manzara şu:

Geçmiş kuşaklardan miras aldığımız bir doğa var ancak gelecek kuşaklara bırakabileceğimiz bir değer ne yazık ki tükeniyor.

Zenginlik değil yoksunluk kaynağı

Tarım alanlarına, doğal dokuya, yaşam alanlarına karşı maden sektörünün önündeki engelleri açmak için geride bıraktığımız yılda da, siyasi irade elindeki tüm imkânları seferber etti. Yargı kararlarının siyanürlü madenlere geçit vermediği noktada devreye giren AKP hükümetinin çıkardığı yönetmelikler ve yeni izinler 2008 yılında da eksik kalmadı. Maden lobisinin istemi doğrultusunda çıkarılan yeni yasalar karşısında, çevreciler, “İsterlerse Anıtkabir’in altında bile maden arayabilirler” yorumlarında bulundular.

Maden Yasası’nın, sömürge yasası olduğu yönünde açıklamalar yapan yurtseverler, yeraltı kaynaklarının emperyalist şirketlerin talanına açılacağını bunun yanı sıra doğanın pervasız biçimde talan edileceğine vurgu yapıyorlar. Çokuluslu şirketlerin güç alacakları söz konusu yasa ardından ülke topraklarını talan edeceği ve gitme vakitleri geldiğinde arkalarında kirlenmiş su, toprak, hava, tükenmiş tarım, bertaraf olmuş canlılar bırakacağı kaydedilerek, 2009’un, bu yasaya karşı mücadele yılı olması gerektiği savunuluyor.

Tarım alanları tehdit altında

Tarım alanları üzerinde endüstriyel işletme ve özellikle de taşocağı kurma girişimleri 2008 yılı içinde de, hız kesmedi. Yasalarda, “Zeytin alanlarının 3 km. yakınına zeytin işliği dışında endüstriyel işletme kurulamaz” deniliyor. Ancak bu yasa maddesini ciddiye alan yok. Olmadığı gibi bu alanlarda taşocağı ve benzeri tesis kurmak isteyenlere karşı duruş sergileyen kitlelerin sesini duyuran basın kuruluşları hedefe konuluyor. Adı geçen tesislere ruhsat veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bürokratlarının yıl içerisinde yaptığı açıklamalar, mizah dergilerine konu olacak nitelikteydi. Yapılan açıklamalarda, tarım arazileri üzerindeki taşocaklarının otobanların görünen tarafına konuşlandırıldığı vurgulanarak, basın mensuplarının bunu gördüğü ve haber yaptığı dile getirildi. Bakanlık yetkilileri, taşocaklarının otobanların arka tarafına yapılması halinde, basının bunu görmeyeceği, haber yapmayacağı ve neticede aksi yönde kamuoyu oluşmayacağını kaydettiler.

Tarım alanlarının taşocağı kaynaklı tehditleri her defasında dava konusu oldu. Açılan tüm mahkemeler kazanıldı. Ancak, işletmeciler geri adım atmayarak, ısrar ettikleri bölgenin farklı bir yerinde yeni izinler aldılar.