Çıraklık, Kalfalık, Ustalık...



Başbakan, “Mimar Sinan”dan örnekle, “Çıraklık, kalfalık bitti, şimdi ustalık başlayacak” dedikçe ister istemez düşünüyoruz: “Neydi acaba o çıraklık ve kalfalık eserleri?” Ortada ne yeni bir fabrika, ne üretim, tarım ve hayvancılıkta ilerleme var… Bunların yerine mahalle aralarına kadar gökdelenler; her boş alana AVM’ler; insancıl mahalleler yerine “gösteriş siteleri”; hızla azalan meralar; bu yüzden et ülkesinde hayvan ithalatı ve kamuya, halka, ulusa ait ne varsa pazarlama gayretleri… Bir de Doğan Hasol’un tanımıyla “parası duble ödenen” ve onarım giderleri ana maliyetlerine yaklaşan duble yollar...

Çıraklık ve kalfalığın özeti buysa, ustalıkta neler olabilir ki?

Yanıtı belli; aklı başında herkesin karşı çıktığı 3. köprü (ki “yap işlet devret(me)”yle kimbilir kimler yapacak?); aklı başında olmayanların bile “kandırık” dedikleri Kanal İstanbul (ki en az 2 yıl sürecek etüdünün sonunda göreceksiniz vazgeçilecek); İzmit Körfezi Köprüsü (ki demiryolu geçip geçmeyeceği hâlâ muamma); Marmara-İzmir Otoyolu (ki en çevre düşmanı güzergâhı nedeniyle şimdiden mahkemelik); ve kim bilir daha hangi yeni “çılgın proje”ler!..

Eh, “deneyim”ler buysa, ustalığa da kalıyor, çıraklık ve kalfalıkta tamamlanamayan imar, arazi ve kent yağmasındaki yeni atılımlar; dur durak bilmeyen emlak rantı politikaları ve şehircilerin 40 yıldır “kesinlikle imara açılmamalı” dedikleri, kentin akciğerleri olan “kuzey İstanbul”a milyonluk yeni kent projeleri...

2B’den “port”lara

Peki, böylesi bir yağma politikasının “usta”lığında neler olabilir?

Örneğin “2B”; Başbakan’ın daha ilk yılında, ilk anayasa değişikliği hamlesini yapacak kadar önemsediği bu talanın özeti şu: “İşgaldeki ormanların işgalcilerine satılması.”

Onca vaveylaya rağmen sonuçlanamayan bu pazarlamada ustalığa kalan, anayasada ormanları koruyan temel ilkelerin tümüyle kaldırılması. Ancak bunun için anayasayı “kökten değiştirebilecek bir Meclis çoğunluğu” gerekiyor... Yani 2B’de ustalık sandığa bağlı.

Ya da “Galataport”; Türkçesi, “turist gemileri”ne, liman bahane edilerek Galata rıhtımında “lebi derya” lüks daireler, ofisler, mağazalar, rezidanslar (otel gibi ev) yapıp pazarlamak… Bunda da kalfalık girişimleri yargı engeline takıldı; çünkü kıyı yasasındaki “toplum yararına öncelik” ilkesi aşılamadı.

Benzer durum “Haydarpaşaport” için de geçerli… Yine kalfalıkta hazırlanan, Haydarpaşa’dan Harem’e uzanan “kıyı gökdelenleri” pazarı hem SİT kararlarıyla, hem de kamuoyu tepkisiyle durduruldu. Şimdi her ikisi için de “ustalık dönemi” bekleniyor ama bu kez de İstanbul’un Kadir Topbaş imzalı yeni nazım planı aynı projeleri “geçersiz” sayıyor.

Kuşkusuz en çarpıcı örneklerden biri de TOKİ. Başbakanlığa bağlı bu “sosyal konut”(!) kurumuna öylesine “keyfi imar yetkileri” verildi ki neredeyse tüm kentlerimiz beton kütlelerle donatıldı. TOKİ’nin, kent merkezlerindeki özgün ve kimlikli dokuları parçalayan uygulamalarına; tarım arazilerinde, yeşil alanlarda, hatta tarihi dokularda yükselen “emlak pazarı” projelerine Başbakan’ın kendi partisinden belediye başkanları ve seçmenleri bile isyan ediyorlar..

Bu “ucube”ler için yapılacak tek “ustalık” var; birçoğunu yıkmak. Kars’taki sanat eseri İnsanlık Abidesi’ni yıkacak kadar “estetiğe meraklı”(!) bir anlayışın, kentlere ve doğaya çullanan bu çirkinlik abidelerine “eserimiz” diyerek sürdürmesi, ustalık bir yana, çıraklığa bile yakıştırılabilir mi?

Kentlerimizin kimliği ve esenlikli geleceği adına giderek “yaşamsal”laşan “TOKİ’yi dizginleme” görevi, iktidara hangi parti gelirse gelsin, tarihsel bir sorumluluk olacak. Aksi halde gelecek kuşaklar şehircilik ve mimarlık yoksunu beton bloklarına bakıp, atalarının ne denli “kent kültüründen uzak” olduklarını görerek utanç duyacaklar...

(Bu akşam Ulusal Kanal’da 20.30’daki İmar Dosyası’nda, çıraklık ve kalfalık dönemlerinin yağma politikalarını Harita-Kadastro Mühendisleri Odası emektarlarından Erol Köktürk’le konuşacağız.)