'Schaudenfreude'?

Almancada, hiçbir dilde tam karşılığı bulunamayan 'schadenfreude' diye bir sözcük vardır. Başkalarının başına gelen talihsizlikler karşısında duyulan hazzı tanımlar. Schopenhauer'a göre kıskançlık insani bir duygudur ama 'schaudenfreude', şeytancadır. Başkalarının kötü talihine için için sevinmek, insana yakışmaz. İlginçtir, aslında çağdaş sanat, insanların talihsizliklerini ya da trajik varoluş hallerini sürekli konu edinen bir mecra olarak izleyiciyi bir tür 'schaudenfreude' duygusuyla kendine rağmen yüzleşmeye çağırır.

Ölüm mü, hastalık mı, sakatlık mı, yoksulluk mu, ayrılık mı? Yersiz-yurtsuzluk, dışlanmışlık mı? Aklınıza gelebilecek her türlü kör talih, başkalarının başına gelmiş olarak, üstelik genellikle fotoğraf, film ya da sözel anlatı gibi doğrudan ilişki kurabileceğiniz biçimlerde karşınızda durmaktadır. Yaşamla sanatı ayıran sınırların son derece flu olduğu bu alana kendi yaşamınızla, kendi çevrenizle özdeşlikler kurarak baktığınızda, neler hissettiğinizi sizden başka kimse bilmez. 'Schaudenfreude' denen şey, "utanç içeren bir tür haz" olarak gizli saklı kalmaya mahkûmdur!

Karşı Sanat Çalışmaları'nda 'Hayat ve Kör Talih' başlıklı bir sergi açan Nancy Atakan, Nazan Azeri ve Gül Ilgaz, 1990'lı yıllardan bu yana gerçekleştirdikleri yapıtlarda türlü biçimlerde konu ettikleri kadın, kent, bellek, kültür gibi cinsiyet ve kimlik politikaları bağlamında değerlendirebileceğimiz bir üretimi sürdürüyorlar.

Bu sergideki bir diğer ortak noktaları, sergi başlığından da anlaşılabileceği gibi 'kör talih' olgusunun farklı yansımalarını aramış olmaları: Nancy Atakan, yaşamını Türkiye'de kurmuş bir Amerikalı olarak kendisine değil ama bir parçası haline geldiği coğrafyaya yönelik kültürel önyargıları gözler önüne seriyor; fakat Türkiye'ye yönelik bilindik klişeleri bir kez daha sergilerken kendisi de klişenin tuzağına düşmek riskini göze almış görünüyor.

Belki de klişeleri aşamamanın bir tür kör talih olduğunu söylemek istiyor? Gül Ilgaz, yapıtlarında genellikle izlediğimiz gibi, daha özel, daha öznel bir dünyanın kapılarını aralıyor; izleyiciyi rüyayla gerçek arasında kalan bir atmosferi paylaşmaya çağırıyor. Bir kadının kim bilir hangi nedenlerle düşüşü, kayboluşu, salınışı ve arayışı olarak özetleyebileceğimiz yapıtları arasında 'Salıncak' (2004) başlıklı video, 1970'lerin feminist video işlerini anımsatan bir nostalji de içeriyor.

Sergideki en dikkat çekici iş ise, hiç kuşkusuz Nazan Azeri'nin 'Düş Rolleri' (2002) başlıklı fotoğraf dizisi. İlginç bir proje olarak başlayan bu iş için çevresinden eski giysi, ayakkabı ve aksesuvar toplayan sanatçı, bu giysileri Beyoğlu ve çevresinde sokaklarda ya da izbe birtakım mekânlarda yaşayan, üçü alkol bağımlısı olan beş kişiye vermiş. Sonra onlara bu giysileri giydirerek fotoğraflarını çekmiş. Aslında son derece sinir bozucu bir proje olduğunu, bu insanları birer 'kör talih' nesnesine dönüştürdüğünü bilmem söylemeye gerek var mı?

Fakat, tuhaf bir sonuç elde etmiş Azeri: Ayaklarına büyük gelen ayakkabılar, paçaları yerlerde sürünen pantolonlara rağmen, onları aslında bir duygu sömürüsüne alet etmemiş. Onlara komiklik yaptırmamış, kendilerinin de görünüşte komik ve eğlenceli bulduğu bu düş rolleri canlandırma oyununu sanki sessiz bir tanık olarak görüntülemiş. Sözgelimi, hüzün bastırdığı zamanlarda 'İpek abla'yı - yılların izini üzerinde taşıyan, bu giysilerin hepsini sonradan alkol almak için sattığı söylenen bu kadını- en mağrur ifadesiyle yakalamayı, kendine özgü güzelliğini ortaya çıkarmayı başarmış. Galiba o insanları sevmiş, onların kendi içinde bulunduğu duygu durumunu anlamış. Onların ve kendisinin mizah duygusu sayesinde tehlikeyi atlatmış! Görmeye, düşünmeye değer. 19 Kasım'a kadar açık.