Çöpten Gelecek Yaratanlar

Hepimizin tanık olduğu hayatlar… Sokakta, caddede, mahallelerde o ağır kâğıt, demir yüklü çek çek arabalarını sırtlayanlar… Kimi 12-13 yaşında, kimi 50’sini aşmış, ekmeğinin peşinde. Onlar, geri dönüşüm işçileri. Sağlık sigortasından yoksun; bir ekmek ve memleketlerindeki ailelerine bakmak için kilometrelerce yol kat ediyorlar.

Pendik’teyiz... İstanbul’un ücra köşesinde yıkık dökük bir depo. İçi sokaktan toplanan eşyalarla dolu. Bu depoları hem evleri hem de işyerleri... İçerisi kalabalık. Daha kapılarını aralarken, kendilerini savunarak başlıyorlar konuşmaya: “Biz utanılacak bir şey yapmıyoruz.” Yollarda kendilerine çevrilen sorgulayıcı bakışlara bir yanıt aslında bu.

Geri dönüşüm işinde çalışanların hemen hepsi Urfa/Siverekli. Birçoğu akraba, eş, dost... Faik İstek iki oğluyla gelmiş İstanbul’a. 10 yıldır bu işi yapıyor. Neden bu iş ve İstanbul diye sorduğumuzda, “Bizim köyde ilkokulu bitiren çok az kişi var, çünkü okul yok. Kadınlarımız doğum sırasında ölüyor, çünkü sağlık ocağı yok. Yol yok. 400 hanelik köy ama hâlâ kuyudan su çıkartıyoruz... Daha ne olsun… Çocuklarımı okutamadım, buraya çalışmaya getirdim. Gelmeseydik aç kalırdık” diyor.

Sait As da 13 yaşındaki oğlu Vedat’la çalışıyor depoda. “Çocuğumu okutamadım. Burada o küçücük bedenine ağır bir yük koydum” diyor dertli, “İnanır mısınız sıcak bir çorba içmeyi nasıl özledim”… Yemekleri, yumurtadan oluşuyor, hem ucuz, hem doyurucu... Konuyu değiştirmek istercesine Abdülkadir Işık söze giriyor: “Kim iyi işte çalışmak, temiz giyinmek istemez, ama payımıza bu düşmüş. Bu virane yerde yaşamak ve savaşmak bize düşmüş.”

Anlattıkça açılıyor depodaki işçiler. “Bizde dert çok” diyorlar, “ama anlatmaya dil yok.”

Ali Işık, eşini ve iki çocuğunu Siverek’te bırakıp gelmiş. Onlara gelecek sağlamak için kilometrelerce yol yürüyor, konteynerleri karıştırıyor, çöpten yaşam yaratmaya çalışıyor, tıpkı diğer arkadaşları gibi. Kaygısı büyük, çocuklarını okutamama korkusu onu da sarmış, çünkü köylerine en yakın okul yedi kilometre uzaklıkta.

Işık’ı en çok üzense üç yaşındaki kızının kendisine amca demesi… “Beni görmüyor ki... 10 gün kalıp geliyorum. Nasıl sağlıklı yetişsin çocuklar. Hem hasret, hem uzaklık… Neden evlendiğimi düşünüyorum, çünkü aileme fayda, gelecek sağlayamıyorum” diyor. Dertleri bununla sınırlı değil. Bakın Işık, daha neler anlatıyor:

“Bu hayat böyle yaşanır mı, sanıyorsunuz, ama biz yaşıyoruz. Belediyelerle köşe kapmaca oynuyoruz. Arabamız, ekmek teknemizdir, geleceğimiz, yaşamımızdır. Onu gözümüzün içine baka baka kırdıklarını biliyoruz. Bize başka işte çalışma imkânı da tanımıyorlar. Depolara geliyoruz, burada da baskı. Çıkın diyorlar. Çıkalım, gidelim de nereye? O zaman köye hizmet verin, iş imkânı sağlayın.”

Virane depoya 500 TL kira ödüyorlar. Kiradan arta kalanı ise köye yolluyorlar. Başka bir depoya gidiyoruz, onların kirası bin TL. 11 kişi kalıyor. Aynı hayatın izdüşümü var. Çalışanların çoğu genç. Konuşmaya çekiniyorlar. En dertlileri, Ali İleri alıyor sözü: “Keşke köyümüze, Siverek’e gelseydiniz, o zaman neden burada olduğumuzu anlardınız. Köyde yaşama imkânımız olsaydı bu zorluğu, kötü ve sağlıksız yaşamı kimse çekmezdi. Neden milletin attığı çöpleri toplayalım, atıklardan kendimize hayat kuralım? Ama yapacak bir şey yok... Bileğimizin gücüyle kazanıyoruz. Yine de yaşanacak yer bırakmıyorlar. Doğu’dan geldiğimiz için hep aşağılanıyoruz.”

Yaşamak için yollardayız...

Ne kilometrelerce yol yürümek ne de sağlıksız yaşam şartları, hor bakışlar kadar acıtmıyor İleri’yi. Ona göre işinin en zor yanı bu bakışlara dayanmak, “Milletin yediklerini topluyoruz ya, bizi insan olarak bile görmüyorlar, çok zoruma gidiyor ama katlanıyoruz. Çöpçü olarak adlandırılıyoruz, aşağılanıyoruz, ekmek paramıza bile saygı yok” diyor kızgınca, “Çöpün içinde çalışıp hayata tutunmak ne demek bilir misiniz? Eğer bizi anlayan olsaydı bunu yaşar mıydık?” Soruları bizden çok... İleri depoda çalışanlara ağabeylik de yapıyor. Sabah 07.00’de gençleri kaldırıp kahvaltılarını hazırlıyor, sonra yollara düşüyorlar, “Bu sabah çocukları iş için kaldıracaktım, kalkamadılar, kilometrelerce yol yürüyorlar, bazen kıyamıyorum ama yaşamak için de yollara düşmek gerek. Sanki savaşın içindeyiz” diyor.

Aralarında çocuklar da var. Vedat henüz 13’ünde. Çek çek arabasını sırtlamış, boyundan katlarca büyük yük taşıyor. Sürekli yere bakarak konuşuyor. Neden okumadığını soruyoruz: “Köyümüzde okul yok, uzak yere gidecek de paramız yok” diyor. Doktor olmak istediğini ekliyor lafın arasına. Ne oyun oynamak ne de başka şey aklına geliyor Vedat’ın. Tek derdi işe çıkacağı gün kaç para kazanacağı. Günde bazen 5 bazen de 10 TL kazanıyor. Bu bile gülümsetiyor. Şefik ise 12 yaşında… İlkokul 4. sınıfa kadar okumuş. Üzerine bol gelen Che tişörtüyle karşılıyor bizi. Koca bir gülümsemesi var. Öğretmen olmak istiyor. “Belki bizim köye okul yapılır da orada öğretmenlik yaparım… Bizim çektiklerimizi çekmez çocuklar” diyor. Sonra çek çek arabasını sırtlayıp o küçücük omuzlarına, İstanbul’un sokaklarına dalıyor… Kim bilir kaç kilometre yol kat edip akşama yorgun dönecek...

Röportaj: Gülşen İşeri / Fotoğraflar: Lale Ertuş