Kopenhag İklim Zirvesi’nin sona erdiği gece, görüşmelerinin
yapıldığı Bella Center’ın girişinin tam karşısındaki duvarda
yazılıydı “Daha işiniz bitmedi!”. Sanki Kopenhag’ı hiçbir adil
ve bağlayıcı karar almadan elleri boş terk eden liderlere “Geri dönün, buradan
karbon salımlarını indireceğiniz yönünde hukuken bağlayıcı ve adil bir karar
almadan gidemezsiniz. Buna hakkınız yok” diye sesleniyordu.
Gerçekten de liderler işlerini bitirmeden gittiler. Kopenhag’ta
anlaşamadılar. Ekonomik çıkarlar, dünyada aç yatan, seller ve kuraklık nedeniyle
göç etmek zorunda kalan milyonlarca insanın çıkarlarından önce geldi. O
insanların açlığından ve sefaletinden sorumlu olduklarını ve iklim değiştikçe
daha milyonlarcasının çekeceği acılardan da sorumlu olacaklarını görmezden
geldiler. Karbon salımında, dolayısıyla iklim değişikliğinde en çok payı olan
ABD, Kanada, Çin gibi ülkelerin başkanları karbon salımında payı olmayan Tuvalu,
Mikronezya, Sudan, Etiyopya gibi ülkelerin insanlarının geleceğini
umursamadılar. Türkiye ise hem karbon salımında payı olan hem de iklim
değişikliğinden en çok etkilenecek olan ülkelerden biri olarak Kopenhag’ta
herhangi bir indirim hedefi açıklamadı. Daha önce Çevre Bakanı’nın açıkladığı
yüzde 11’lik sera gazı indirimi ise Türkiye’nin “böyle gelmiş böyle gider”
senaryosundan indirebileceği yüzde 30’un çok çok altında.
Sonuç olarak Kopenhag’ta “mutabakat” adı altında ortaya çıkan metinde, ne
karbon salımları konusundaki azaltım miktarları ne de gelişmekte olan ve iklim
değişikliğinden doğrudan etkilenecek ülkelere yapılacak yardım miktarı konusunda
hukuki bir bağlayıcılık var. Buna karşın ortaya çıkan metin, sera gazı
salımlarının ortalama 2 dereceyi aşmamasını hedefliyor. Afrika ülkeleri ise
“Ortalama 2 derece bizim için 3,5 derecelik artış anlamına gelir” diyor. Bu da
Afrika için ölüm fermanı demek.
Ne buzullar biraz daha eridiğinde okyanusun ortasındaki Tuvalu, Mikroneyza
gibi ada ülkelerinde evleri ve toprakları denize karışacak binlerce insanın
geleceği, ne Afrika’da “2 derece bizim için ölüm anlamına gelir” diyen
insanların çığlığı ne de iklim değişikliğinin yol açtığı ısınma nedeniyle
topraklarını terk etmek zorunda kalan Alaska yerlilerinin, seslerini
duyurabilmek binlerce kilometre yol gelerek Bella Center’ın önünde Obama’yı
beklemesi, adil ve hukuken bağlayıcı bir metnin çıkmasını sağladı.
Ne olması lazım?
Gerçekte ne sağlayabilirdi? Beyaz Saray’ın sele kapılıp gitmesi mi?
İngiltere’de insanların kuraklık nedeniyle su bulamaz hale gelmesi mi?
Danimarka’da artık kar yağmaması mı? Avustralya’da birkaç bin çiftçinin daha
kuraklık nedeniyle intihar etmesi mi? Bu ülkelerin karbon salımlarını azaltma
konusunda bir şeyler yapacağını söyleyebilmeleri için daha ne kadar buzulun
erimesi, kaç metre suyun yükselmesi, kaç gölün kuruması, kaç insanın açlıktan
ölmesi, kaç ağacın kuruması, ne kadar ürünün tarlada büyümeden kavrulması, kaç
hayvanın neslinin tükenmesi ve bunu haykırdığı için daha kaç protestocunun
dövülmesi gerekiyor?
Kaç bilim insanının daha “Bu kadar karbon salmaya birkaç yıl daha devam
edersek, artık geri dönülemez noktaya geleceğiz. Çünkü ısı artışı nedeniyle
karbonun 63 katı daha tehlikeli olan donmuş topraklardaki metan durdurulamaz bir
biçimde açığa çıkmaya başlayacak, bu yokoluşa doğru geri sayım anlamına geliyor”
demesi gerekiyor?
Konferansın ardından Sudan delegesi Lumumba Dia-Ping, Kopenhag Mutabakatı’nı
şöyle yorumluyordu: “Bu mutabakat Afrika’ya bir intihar antlaşması
imzalatmaktır. Bu mutabakat, birkaç ülkenin ekonomisini korumak için bir fırına
atma antlaşmasıdır. Bu 6 milyon insanı Avrupa’da fırınlara yollayan anlayışa
dayalı bir çözümdür.” Dia-Ping, bu mutabakatın Afrika için daha çok kum
fırtınası, daha çok sel, daha çok kuraklık, daha çok çamur akıntısı ve daha
fazla yükselen denizsuyu anlamına geleceğini söylüyordu. Greenpeace Uluslararası
Genel Direktörü, Güney Afrikalı Kumi Naido ise konferansın sonucunu “gelecek
kuşaklara ihanet” olarak değerlendirdi: “Dünya trajik bir liderlik kriziyle
yüzyüze. Biraraya gelip yüz milyonlarca insanın geleceğini bir tarihi
antlaşmayla güvenli hale getirerek iklim kaosunu önleyeceklerine, dünyanın en
güçlü ülkelerinin devlet başkanları bugünün insanlarına ve gelecek kuşaklara
ihanet ettiler. İklim kaosunu önlemek çok daha güç hale geldi.”
Bize yavaş şehirler gerek
Evet, kifayetsiz politikacılar nedeniyle iklim kaosunu önlemek güçleşti. Ama
imkansız değil! Bizlerin birer dünya vatandaşı olarak iklim değişikliğine “dur”
demesi gerekiyor. Politikacıların bu gerçeği görmesini sağlamak ya da bu gerçeği
görerek hareket edebilecek politikacıları başa getirmeye çabalamak dışında bir
yol daha var: İklim değişikliğini önlemek üzere yerelde harekete geçmek. Aynen
ABD, Kyoto’yu imzamalamasa da, karbon salımını azaltmak için harekete geçen
Oregon eyaletindeki Portland ya da iklim değişikliğine en büyük katkısı olan
Brezilya’daki Curitiba kentleri gibi. Veya Almanya’daki Überlingen, İtalya’daki
Chiavenna, Galler bölgesindeki Mold, İspanya’daki Begur ve Türkiye’deki
Seferihisar gibi dünyada giderek yayılan “yavaş şehir”lerde harekete geçen
insanların yaptığı gibi.
Geleceğimizi, uzaklarda masa başında konuşulan konular olmaktan çıkarmamız ve
sadece politikacıların eline bırakmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Artık böyle bir
lüksümüz yok! Geleceğimizi kendi ellerimize alıp yaşadığımız yerleri iklim dostu
kentlere, köylere, mahallelere dönüştürmek için bir an önce harekete geçmeliyiz.
Politikacılar ekonomik çıkarların ekolojik çıkarlardan önce geldiğini sanıyor.
Oysa ekolojik çıkarları gözetmedikçe ekonomi de olamayacak.
Ekolojik üretim, yenilenebilir enerji sistemleri, enerji verimliliğine
yönelik yatırımlar, doğa dostu hayvancılık uygulamaları, yerli malı kullanmak,
yerelde üretim ve kullanım ağları oluşturmak, sıfır atık, toplu ulaşım,
geleneksel üretim biçimlerinin desteklenmesi, ormansızlaşmanın önlenmesi ve su
kaynaklarının doğru yönetilmesi yaşadığımız yeri iklim dostu yapmak için
atılabilecek adımlar.
Sorun sadece kutup ayılarının ya da Afrika’daki aç insanların değil. Hepimiz
aynı sorunla karşı karşıyayız. Kuraklık, susuzluk, gıdasızlık, kirlilik yanı
başımızda. Bir Greenpeace aktivistinin dediği gibi, “Kopenhag’ta ortaya çıkan
belge bir maskaralık” olsa da zirve boyunca iklim adaleti için yapılan eylemler,
tutulan oruçlar, toplanan imzalar dünyanın dört bir yanındaki insanların
yüreğine ulaştı. Politikacıların Kopenhag’ta alamadığı inisiyatifi, kendi
geleceklerine sahip çıkarak alacak insanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Artık
sadece küresel ölçekte kararların alındığı zirvelere umut bağlamak yerine,
gelecek yıl Meksika’da gerçekleşecek toplantıya hazırlanırken kendi çevremizde
yapacağımız dönüşümlerle yerelden küresele uzanan bir hareket
başlatabiliriz.