Aynaların İçindeki Dünyalar

Hulki Aktunç'un resim sergisi açılalı bir hafta oldu. Ama ancak oturup konuşabildik 'Ayvalık yollarında... Sürücü aynalarında ...' adlı sergisi, resimleri ve bu resim yapma işinin nereden çıktığı üzerine. Çünkü herkesin bildiği üzre, bir öykücü ve romancıdır Hulki, sonra da (kendisine sorarsanız önce diyecektir) şairdir. 'Büyük Argo Sözlüğü, Erotologya' sı da ayrı. Uzatmayalım, Harmony'nin alt katına inip söyleşiye başladık. Ben bilgisayarın başında, sorumu yazıyorum, o yanıtlıyor. Ben de anında, bilgisayarda yazıyorum.

- İlk kez mi dünyaya bir çerçeve içinde / içinden bakıyorsun?

İlk kez değil. 1965 yılında 'Lacivert ile Bordo' başlıklı bir sergi açmıştım. Daha sonra şair ressamlar karma sergisine katıldım. O sergide Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Cemal Süreya, Metin Eloğlu ve Afşar Timuçin 'in resimleri de vardı. Tevfik Fikret de olsa iyi olurdu tabii.

'Lacivert ile Bordo'

- Şu 'Lacivert ile Bordo'dan biraz daha söz eder misin? Örneğin nerede açmıştın?

Sergi Erzincan'da açıldı. Orada üç yıl kaldım. Gene bu sergideki gibi karışık teknikle çalışılmış resimlerdi. Ama özellikle, adı üzerinde, lacivert ile bordonun büyüsüne kapılmış resimlerdi. Karışık teknik ne? Bu sergiye gelen kimi izleyiciler de sordular bunu. Bir kere, malzemeden söz edersem, genelde suluboya, guvaş, mürekkep, annelerimizin kullandığı çivit, iyi kaliteli kına, yağlı tebeşir gibi malzemelerden yararlandım. Esin kaynaklarıma gelince; çok sevdiğim halk resmi, eski tepsi resimleri, yastık resimleri, at arabası kaportalarına yapılmış resimler, kıraathane resimleri, camaltı resimler; Süveyş Kanalı, Dünya Güzeli Züleyha gibi resimler... Örneğin, Zileli Emin 'in resimleri de çok yoğun sevgi duyduğum resimlerdir.

- Çerçeve içinden bakmak...

Elle, babadan kalma yöntemlerle birtakım kadrajlar yaparak düşündüm, bol bol resim notları tuttum.

(Bu arada satılmış bir resmi beğenen bir resimseverle konuşuyor Hulki, halk resmini, naif, safyürek resim denen resmi çok sevdiğinden, bu tür resimlere düşkünlüğünden söz ediyor.

Eskiden at arabalarına resim yaparlardı, yastık resimleri vardı... Aziz Nesin, örneğin, Bursa sürgünündeyken yastık resimleri yapıp satmış, ordan para kazanmış diye anlatıyor. Sonra gelip iskemlesine oturuyor ve yeni sorumu okumaya başlıyor ekrandan.)

- Sen hem öykü anlatan, hem imgelerle uğraşan birisin... Resim yaparken hangisisin ya da hangisine daha yakınsın? (Bana sorarsan öykü derim.)

Evet bu resimlerin kendine özgü bir dizi, bir öykü niteliği var. Örneğin şurda Nasihatname diye bir resim var ki öykülü bir dizidir o... Genelde, tabii, serginin uzun bir öyküsü var... Parça parça işlerden oluşan bir sergi açmayı kesinlikle istemedim.

- Senin Erotologya ve Büyük Argo Sözlüğü'nle resimlerin arasında bir köksuyu bağlantısı var... sanki...

Tamamen doğru, çünkü graffitiler ki bunlara ben halk ikonografyası derim, Dubuffet gibi ilginç ustaları da etkilemiş bir görsel kaynak... Nitekim 'Tosun Edebiyatının Anlattıkları' başlıklı bir denememde de bunu irdelemeye çalışmıştım.

'Resim beni bırakmayacak artık'

- Renklerin sönük, soluk... Teknik söyleyişle pastel... Hemen bütün resimlerde böyle... Neden? Bunda o günlerdeki ruh durumunun etkisi neydi? Ne kadardı?

Sönük yerine birbiri içinde eritilmiş desem daha doğru. Ve de genellikle renk karışımlarından kaçan bir tutum... Ruh durumumun etkisi olduğu da açık... Ayvalık'a bir arabanın arkasında uzanarak gittim. Dönerken yürüyordum.

- Resimle ilginin Manajans yıllarımızdan beri olduğunu biliyorum, toplantılarda karaladığın desenlerden özellikle... Biraz önce Erzincan'da açtığın sergiden de söz ettin. Ama daha öncesi de var, değil mi?

Var, söylemiştim. 1960'larda çok yağlıboya çalıştım. Matrak bir öyküm de var, hayatımda sattığım ilk resimle ilgili. 1966 yılında okuldan bir arkadaşım o sırada evlenmek üzere olan arkadaşı Erkut Taçkın 'a bir armağan vermek istiyordu. Benim bir resmimi beğenip satın almak istedi. Ben, satmam, armağan edeyim, dedim. O tutturdu ille karşılığı olacak diye, aldı ve Erkut Taçkın'a verdi.

- Yani ressam olarak ilk paranı ordan kazandın...

Evet, belki resim de hâlâ onda durmaktadır. Ayrıca, Erkut Taçkın benim o sırada hayran olduğum bir müzikçiydi.

- Hastalık -belki de- reklamcılık ve yazarlığın yoğun temposuna ara verdirince ressam damarın canlandı gibi geliyor bana... Ne dersin, hastalığın iyi bir son ucu oldu bu resimler, değil mi?

İyi ki iyileştim, ama resim beni artık bırakmayacak sanıyorum...