Dere Yatağında Siyaset



Samsun 2007’de sulara gömüldüğünde, tüm “sayın”lar demişlerdi ki: “Derelerde yapılaşma önlenecek...” Oysa artık olanaksızdı; çünkü en gösterişli caddeler bile aslında “dere”ydiler. Dağdan aşağıya çağlayarak “nehir”leşen Ağabali Caddesi’nin adı bile altındaki Ağabali Deresi’nden geliyordu!

Aynı yıl Erzurum’da Narman; Bingöl’de Solhan ve daha birçok “dere boyu kentleşen ilçeler”imiz sellerde boğuldular... 2008’de de Van, Kastamonu, Bitlis sular altındaydı... Bartın ise artık sellerle yaşıyor. Çağlar boyu Karadeniz’e özgürce akan Bartın Çayı, bilinen taşkın alanlarına dikilen, sözde “çağdaş” apartmanları ancak selle aşabiliyor.

Geçen temmuzda suların bastığı Giresun’da da en “felaket” durum, yağmurla kabaran Yağlıdere’nin adını verdiği ilçeden yatağını geri almasıydı. Benzer nedenle Perşembe boğulurken, Şavşat’ta 7 kişi selde yaşamını yitirirken, ‘sayın’lar yine kükremişlerdi; “dere kenarındaki yapılar yıkılacak”... Ve şimdi de İstanbul, imar rantına sevdalıların yönetiminde sele kapılınca, artık kanıksadığımız sözler bu kez Topbaş’ın ağzından sürmanşetlerde; “dere yatağındakileri yıkıp geçeceğiz, kimse kusura bakmasın”!..

Ne var ki asıl Topbaş kusura bakmasın, çünkü “yıkamayacak”! Belki birkaç “kaçak” dışında örneğin TOKİ, EGS blokları, hatta metro istasyonları, AVM’ler gibi “sözde yasal”ların işgali sürecek... Ayamama Deresi de Samsun’daki, Bartın’daki, Şavşat’taki gibi “imarlı, planlı, izinli yapılaşma”lardan akacak yatak bulamayınca, çaresiz selleşecek...

“Dere yatağında kentleşme” ülkemizde artık “siyasal koruma” altındadır. O kadar ki “rant ekonomisi”nin tüm siyasal “sayın”larınca yasal güvencelere bile bağlanabilmiştir. Nitekim Sayın Başbakan da selin ilk günü “İzahı mümkün olmayan felaketlerle karşı karşıyayız” diyerek, “dereler imara açıldı” gibisinden “izahat”ları azarlamadı mı? (AKOM-09 Eylül 2009)

Topbaş ise talanı böylesine “dokunulmaz kılan” siyasal söylemleri “mimar” olarak eleştir(e)mediği gibi, aynı dere yatağında yeni hazırladıkları imar planı için, “İptal edeceğiz” bile diyemiyor...

Belediyecilik etiği

İstanbul selinin diğerlerinden farkı, ülkenin en “gelişkin sanılan” kentini yutmasıdır. Siyasilerin “Bizden öncekilerin tümü suçludur” deme yarışına girmeleri de bundandır...

Ancak aynı söylemin bir belediye başkanından duyulması, görülmüş şey değil. Diğer tüm başkanlara bakın; en “afetzede”ler bile, geçmişte o kente hizmet eden başkanlara Topbaş’ın gösterdiği “saygısız”lığı yapmamıştır. Çünkü kent yönetimi “terbiyesi”nde, kente emeği geçen herkes saygındır; en karşı siyasettekiler bile düşmanca değil, “hemşeri”lik bağlarıyla anılırlar…

Bugünkü kimi iktidar sözcülerinin, geçmiş hükümetleri adeta “tüm cumhuriyet dönemini sorgularcasına eleştirme”lerindeki “niyet”i anlayabiliyoruz; ancak benzer sözler “belediye başkanlığı etiği”yle bağdaşmıyor. Sorumluluktan kaçmak için “önceki” başkanları karalayan bir başkan, belediyeciliğin “ruhu”nu bile belli ki hâlâ taşımıyor...

Seçimlerin ‘haritası’

Yakın geçmişe kadar İstanbul’da aşırı yağmur demek “çukur semtleri su basması” demekti… Örneğin Aksaray ikide bir gölleşirdi. Nedeni imar yağması değil, ekonomik geriliğin de beslediği altyapı yetersizliği ve bunu fazla önemsemeyen yöneticilerdi...

“Dere yatağında sel” ise -ne derlerse desinler- İstanbul’da “yeni” bir durumdur. Tarihçesi de yine kendilerine “oy deposu” olan imarsız yapılaşma alanlarının yaygınlaştığı son 20 yıldan ibarettir...

Geçen yerel seçimlerde “AKP’nin kalesi” denilen semtlerle, imarsız ve kaçak yapılaşan bölgelere birlikte bakalım; aynen “örtüşme”lerindeki nedeni de Topbaş açıklasın da öğrenelim...