Doha’daki Mücevher...



Ne zamandır dünyanın mimari şaheserlerinden biri olduğunu duyduğum, okuduğum Doha’daki İslam Eserleri Müzesi’ni görebilmek için yanıp tutuşuyordum. Bundan bir süre önce Katar Havayolları’yla Uzakdoğu’ya yolculuk ederken Doha’da uçak transferi sırasında 24 saati aşmamak koşuluyla konaklayabileceğimi öğrenince aradığım fırsatı yakalamış oldum. Birkaç saatlik Doha seferimde İslam Eserleri Müzesi’nden başka bir şey görmedim ama sadece o müzeyi görmek bile Doha’ya gitmek için yeter de fazlasıyla artar bir nedendi.

Yapı değil sanki heykel

Katar’ın başkenti Doha’da beni önce korkunç şiddetli bir kum fırtınası karşıladı. Göz gözü görmüyordu. Yer, gök ve yerle gök arasında kalan her yer, her şey kum rengindeydi. Yine de müzeye yaklaşırken o toz duman arasında bile denizin ortasındaymış gibi duran yapının güneş ışıklarını yakalayıp parladığını görebiliyordum. Karşımda duran, bir yapıdan çok dev bir heykele benziyordu.

2008 Aralık’ta açılan Doha İslam Eserleri Müzesi, dünya ustalarından Çin asıllı Amerikalı mimar Leoh Min Pei’nin eseriydi. (Kısaca I.M. Pei diye bilinir.) Onu, dünyanın dört bir yanındaki ünlü yapılarından, bu yapıların fotoğraflarından tanıyabilirsiniz. Örneğin, Paris’deki Louvre Müzesi’nin orta yerindeki Cam Piramit; Hong Kong’da, Bank of China için yaptığı “Masal Kulesi”; Washington’daki Ulusal Galeri, Boston’daki Kennedy Kütüphanesi… Sadece bu yapılarla bile kazanmadığı ödül kalmamış! Bugün 91 yaşında!

Ayrıntılara girmeden söylemem gerekirse, I. M. Pei’nin en büyük özelliği modern mimariyi yerel kültürle ve çevreyle sonsuz bir uyum içinde uygulaması… Katar Şeyhi, Müze için I. M. Pei’yi seçtiğinde, mimar, ilk iş olarak İslam ülkelerini dolaşmış ardından yer seçimini değiştirmiş. İleride herhangi bir yapılanma, herhangi bir çevre düzeni, eserini bozmasın diye, kıyıdan 60 metre ileride yapay bir ada kurdurmuş; müzeyi bu adaya oturtmuş. Yapıyı dalgalardan korumak için de hilal biçiminde bir dalgakıran yerleştirmiş.

İşte kıyıdan, iki yanı görkemli palmiyelerle bezeli yolda o adacığa, müzeye doğru ilerlerken sanki bir ayine, bir törene katılmış gibi hissediyordum. O boz bulanık çöl renkleri içinde ileride bir vaha beni bekliyordu. O vahanın ortasında yükselen taş kitle, o devasa “heykel”in kırık, köşeli yüzlerce (binlerce?) yüzeyinden ışık yansıyordu.

İslam dünyasının onuru

Müzeden içeri girdim. Gözlerim daha çok kamaştı. Dışarıdan taş kütle gibi görünen yapının içi ışığa teslim olmuştu. Yapı, ortadaki dev bir avlunun çevresinde 5 kat yükseliyordu. En tepede ışık yansıtan parçalardan oluşmuş çelik bir kubbe, aşağı inerken silindir sekizgene, sekizgen karelere, kareler üçgenlere dönüşüyordu… Ve bu geometrik şekiller akıl almaz ışık ve gölge oyunlarına yer veriyordu. I. M. Pei, aradığı “İslamın Özü”nü, Kahire’deki İbni Tulun Camii’nden ve avlusundaki 13. yüzyıldan kalma şadırvandan esinlenmiş… (Anlatmayı sürdürürsem, sayfalar yetmeyecek….)

İçeride sadece mimariye, ışık ve gölge oyunlarına, boşluğu saran malzemeye, geometriye, mekânın büyüsüne kapılıyorsunuz. Sergilenen eserlerle büyülenmeniz içinse, katlardan içeri, yarı loş ve küçük bölümlere girmeniz gerek. Orada da yok yok. Parayı bastırıp en değerli koleksiyonları almışlar. 7. yüzyılla 19. yüzyıl arasındaki el yazmaları, seramik, metal, cam, fildişi, ahşap, dokuma, değerli taş koleksiyonları… Bizden İznik’ler göz kamaştırıcı…

Hafta içi bir gün ve müze tıklım tıklım, yerli ve yabancı ziyaretçi dolu. Giriş ücretsiz… Dünya, Doha’ya akın ediyor bu müzeyi görmek için. Bu durum beni şaşırtınca, beni gezdiren yetkili, “Ne de olsa burası İslam dünyasının onuru” dedi… Bu söz içime işledi.

Çağrışımlar

Yedi yıldır İslamlığıyla övünen bir hükümet yönetiyor benim ülkemi. Hem de öyle bir övünme ve diklenme ki bu, milleti her ama her konuda ikiye ayırmış, taraf kılmış durumdalar... Dünyaya, Türkiye’yi, benim ülkemi “Ilımlı İslam” yaftasıyla tescillendirme işini başardılar! Hani nerede “İslam dünyasının onuru” diyebilecekleri bir icraat? Bir yapı, bir taş üzerine taş koyma? Yaptılar da ben mi bilmiyorum? Kara çarşaf ve şalvarın çoğalması, demokrasi ve özgürlük diye kadınların, kızların kapanması, imam hatip ya da Kuran kursları ya da birbirinden çirkin müteahhit işi camilerden söz etmiyorum.

Yalnız İslama değil, bir ülkeye, bir kente, uygarlığa onur veren yapılarımız nerede? Benim bildiğim bunlar hâlâ Osmanlı’dan kalma. Türkiye’nin hangi yanına giderseniz gidin, bugün en korkunç, en gariban, en hilkat garibesi yapılar, devlete ait yapılar değil mi?

Kimi zaman bir müze koca bir toplumu dö- nüştürebilir. Doha’daki müzeyi gezen bir insanın kötülük, hırsızlık yapabileceğini, başkasının hakkını yiyebileceğini, şiddete başvurabileceğini düşünmüyorum.