Dönüşemeyen Kentler

Kentsel dönüşüm bugünlerde en çok konuşulan konulardan biri. Özellikle Meclis gündeminde olan "Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Yasası Taslağı" bu tartışmaları yoğunlaştırıyor.

Kentsel dönüşüm kavramı, hayatımıza girdiğinden bu yana çeşidi şekillerde tüketilmeye başlandı. "Yenileme, ıslah ya da sağlıklaştırma projelerinin yanı sıra yeni toplu konut projeleri de, uluslararası büyük sermaye yatırımlarının yönlendirdiği büyük kamusal alanların dönüşümü ve hatta imar affı düzenlemeleri de "kentsel dönüşüm" olarak sunuluyor." (1)

Bununla da kalmayıp, gecekondu mahallelerinde yapılan yıkım çalışması bile "kentsel dönüşüm" çalışması olarak adlandırılıp kavram neredeyse tümüyle kirletiliyor.

Dönüşüm ama nasıl?

1999 depreminden hemen sonra, mevcut kentlerimizin fiziki yapısının doğal afetlere karşı dayanmışız olduğunu yaşadığımız trajedi sonunda 'fark etmiş', dayanımlı fiziki çevreye geçilmesi için kentlerin rehabilite edilmesi gereğinin altını çizmiştik. Bir kent nasıl sağlam kılınır, nasıl afetlere dayanımlı hale getirilir, nasıl tekrar yaşanır bir kent olarak yapılırdı? Bunu istiyor ama bilmiyorduk. Bu talep üzerinde konuşuldukça, var olan binaların sağlam hale getirilmesi fikri öne çıktı bir süre. Oysa neyi güçlü kılıyorduk? Bozuk, düzensiz, kimi zaman kaçak, kentsel donatıları olmayan bir çevrede yanlış imar kararlarının sonucunda üretilmiş yapıları, estetik yoksunu binaları mı kalınlaştırmaktan bahsediyorduk?

Kentin rehabilite edilmesi, beklenen bir doğal afetin ardında acaba bir fırsat olarak değerlendirilebilir, siyasetin ve vatandaşların müşterek sorumlu olarak oynadıkları "daha fazla fayda-daha fazla oy" rolünün bir sonucu olarak kaybedilmiş kent mekânları yeniden kazanilabilir, kentler yaşanılır hale getirilebilir miydi? Afet korkusu geçinceye kadar bu konuda çıkarımlar olmuş, hatta yönetim iradesinin bu konuda kararlılığı beklenmiş, yıllarca yasal düzenlemelere girişmeyişi ise eleştirilmişti. Üstelik bir yanda kentler kimliklerini kaybediyor ve tanımsız hale geliyor, tarihi ve kültürel değerleri yoğun ve denetlenemez fakat alabildiğince plansız ve kalitesiz yapılaşmayla yok ediliyordu.

"Dünyada küreselleşmeye bağlı olarak yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal ve mekânsal dönüşüm süreçleri kentleri bir yandan ekonominin merkezine taşırken, bağlamında bilginin, teknolojinin üretildiği, ulaşım ağları ve karşılıklı ilişkilerin kurulduğu, etkileşimin yaratıldığı yeni rolleri de kentler üstlenir olmaya başlamıştır. Bu yeni yapılanma kentlerdeki değişim ile dönüşümü sürekli ve hızlı kılmaya başlarken, koşutunda kentin bir dönüşüm mekânı olduğu kabulü ve bundan ne anlamak gerektiği tartışmaları yoğunlaşmıştır." (2)

Dünyada kabul bulan bu gelişme eğilimi ülkemizde doğal afet risklerinin yakıcı şekilde gündeme gelmesiyle bir süreliğine tartışıldı.

Yasa çok sorunlu

Çıkarılmak istenen "dönüşüm yasası" ile ilgili meslek odaları ve üst organ TMMOB'nin görüşleri geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Bu değerlendirmelere yasa eleştirisi bağlamında paralel yaklaşımlar getirmek mümkün.

Belirtmeliyiz ki ortaya konulan yasa tasarısı yine kolaycı, parçacı ve başka anlamlara da gelebilme riskleri taşıyor. Amaç edindiği sahanın dışında kullanılma, dönüşüm alanı ilanıyla çeşitli afları getirme imkânlarını içeriyor. Bu haliyle gerçek bir dönüşümü ve buna bağlı toplumsal bir mutabakatı hedeflemiş görünmüyor.

Yasa, kolay "çözümcülüğünü" amaç bölümünde yer alan "eskiyen tarihi dokuların yenilenmesi" ibaresi olmaksızın 2. maddesinde belirtilen "mevzuata uygun olarak yapılmış binaları" da içerecek şekilde genişletmesiyle, besbelli ki 'amacı' aşan uygulamalara açık olduğunu göstermektedir.

Büyük belediye devletler mi?

Yasanın mülkiyeti bu denli kolay olarak askıya alması, kamuya ait mülkiyetlerin "düzenleme alanı" ilanıyla il özel idaresi ya da belediyelere geçirilmesi müthiş bir buluş. Operasyonel bir tavrın gelişmesine olanak tanır cinsten bir karar. Dönüşüm kararını kim veriyor? İlgili alanın belediyesi ve daha sonra Bakanlar Kurulu onayı ile kesinleşiyor. Kurulan karar verme süreci, karar veren-onayan mekanizmaların yakınlıkları ile orantılı bir 'öngörüyü', şaşmaz bir 'sezgiyi', işin takılmadan bitirilmesiyle ilgili 'çabukluğu' yasa koyucunun basiretli saptamalarıyla sağlanmış görülüyor.

16 Haziran 2006'da çıkarılan 5366 sayılı "Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmazların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun" tarihi kent alanlarının çöküntü bölgeleri haline gelmesi karşısındaki düzenlemeleri içermekte, SİT kararlarını tanımakta ve geliştirilecek projelerin mevcut kurullar ya da gerekirse yeni oluşturulacak kurullarla denetlenmesini esas almıştı. Oysa bu taslak neredeyse aynı amaçları kapsamasına karşın tarihi çevrenin korunmasına, kullanılıp geliştirilmesine, SİT kararları ve 2863 sayılı Koruma Yasası'na hiç bağlantı kurmamaktadır. "Bu haliyle hukuk devleti ilkesiyle uyumsuz, yenileme gereksinimi duyulan kent parçalarını bütünden koparan, plan hiyerarşisini bozan niteliktedir." (3)

Diğer taraftan bu yasa, değişim ve dönüşümden bahsetmesine karşın, düzenlenecek bölgede yaşayanlar için hiçbir düzenleyici hüküm ve tedbir getirmemekte. Sosyal politikaları yok. Geliştirilecek bölgelerde mülkiyet ve hak transferlerini sadece "kamulaştırma" merkezinde ele almakta. Değişim planını ise salt "fiziki planlama" olarak tarif etmekte, fiziki çevrenin değişimini piyasa kuralları içinde bırakmakta.

Bu tasarıda katılım da yok. Değişim fikrinin aktörleri, yaşayanlar başta olma üzere; kent üzerinde bilgi biriktirenler söz sahibi değiller. Kentin vizyonu, üst düzey planı, kent planı, imar planı,... arkadan gelen şeyler olarak görülmekte. Değişim teknik bir iş, kararlar ilgili belediyenin tasarrufu ve ortaya çıkan tablo ise fiziki değişim olarak sınırlandırılmakta. Tipik "mamur hale getirme" yahut inşaat yapma mantığı öne çıkarılmakta.

Tartışılması gereken sorunlar

Kendini iç dinamikleriyle dönüştüremeyen, sürekli bir dış müdahaleyi bekleyen, sermaye hareketlerine ve tahakkümüne açık duran, demokratik özellikleri gelişmemiş, kurumsalla-şamamış toplumsal yapılarda ilerleme sağlamak olanaksız gibi görünüyor.

Değişim, hayatın geliştirilmesi olarak değil ticaret erbabına iş çıkarılması olarak ele alınıp; bu işin hukuklaştırılması üstten "buyruklar" biçimindeki yasalarla olunca toplumda karşılığını bulamıyor.

Diğer taraftan ilkel-pragmatik siyasetin muhalefeti de ne yazık ki çok gelişmiş olamıyor. Her hareketin rant temelli oluşuyla her hareketin rant temelli sayılısı yaşamın ekstremleri olarak kalın aşılamaz çizgileri oluşturmaktadır. Söylem bu iki kalın ve birbirine çok yakın çizginin arasında ezilmekte, ne yana dönse birine temas etmektedir.

Oysa tartışılması ve açıklığa kavuşturulması gereken sorular var. Değişime-dönüşüme ne anlam yüklüyorsunuz? Sadece yenilemeyi mi? Eskiyen dokunun temizlenmesi, korunacak yerlerin fiziken korunması, yıkılabilecek yapıların sağlam tutulmasını mı? Nedir dönüşüm, ya da kentsel dönüşüm? Dönüşüm, hiç adı anılmayacak bir rant kavramı mıdır? Kendi haline bırakmak yahut "hiçbir şey yapmamak" mesela bir tür dönüşüm müdür?

Sosyal boyutun geliştirilmesi, toplumsal ilişkilerin artırılması, eşitsizlik üreten sisteme mekân kurgusuyla cevap verilmesi, kültürel devamlılığın aynı zamanda mekânın içinde yeniden yorumlanması gibi hayallerimiz-dü-şüncelerimiz ne olacaktır? Kenti özel-özel alanlardan çıkarıp kamusal kullanıma daha fazla sokmak, yeniden ve sağlıklı koşullara kavuşturarak kullanmak, mimarlıklara yol açmak fikirlerimizi toprağa mı gömmeliyiz?

NOTLAR

(1) Kentsel Dönüşümün Ölçütü Kamu Yararı, Asuman Yeşilırmak

(2) Planlamada bir araç: Kentsel Dönüşüm, Prof.Dr. Zekai Görgülü

(3) Kentsel Dönüşüm Değil Rant Amaçlı Tasfiye Yasası, ŞPO