Dönüşüm Afet Riskini Azaltır mı?



Başlıktaki soruya cevap vermemize yardımcı olacağını düşündüğüm birkaç güncel notu sizlerle paylaşalım…

İlk notumuz Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan… Bir toplantıda şunları diyor Arınç: “Moğol şehirlerinde kentsel dönüşüm ve konut arzı konusunda önemli bir ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Bugüne kadar 100 ülkede yaklaşık 245 milyar dolar değerinde proje üstlenen Türk müteahhitlik sektörü bu ihtiyaçların karşılanması için uygun bir adrestir.”

“İnşaatçılık”…

İkinci notumuz Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan… Bakan’ın bir toplantıda söylediği şu sözler anlamlı: ''Bu bir inşaatçılık değil. İnsanlar, 'evlerimizi yıkmayın', 'bu kentsel dönüşüm değil, rantsal dönüşüm' diyorlar. Özellikle ifade etmek istiyorum. Bu iş, vatan eksenli bir meseledir. Bu iş insanlarımızın yaşama, can, hayat hakkını eksenine koyan bir meseledir.”

Son notumuz da, kamuoyunda ‘üçüncü havalimanı’ olarak bilinen projenin ÇED raporundan… yapi.com.tr’nin 24 Nisan tarihli bir haberine göre, üçüncü havalimanı için eski maden ocaklarının doldurulacak olması nedeniyle ihtiyaç duyulan 2.5 milyar metreküp hafriyatın Kanal İstanbul ve İstanbul’daki kentsel dönüşüm uygulamalarından sağlanacağı bilgileri raporda yer alıyor.

Bu notlardan yola çıkarak uzun uzadıya hükümet yetkilileriyle kavramsal bir tartışmaya girişmeye gerek yok. Bunları aktarmaktaki amacımız, kentsel dönüşüme nasıl yaklaşıldığını aydınlatmak. Bayraktar’ın dediği gibi sahiden “bu bir inşaatçılık değil” mi? Eğer değilse, Arınç Moğolistan’ın kentsel dönüşümünü neden doğrudan müteahhitlik sektörümüze havale ediyor? Ya da üçüncü havalimanına ait ÇED raporunda kentsel dönüşüm sonucunda milyarlarca metreküp moloz çıkacağı neden peşinen kabul ediliyor? Bunlar işi daha baştan “inşaatçılık” haline getirmiyor mu?

Buradaki ayrımın püf noktası Bayraktar’ın sözlerinde saklı. Eğer bu bir “inşaatçılık” işi olarak tasarlanıp sunulursa, toplumda büyük bir reaksiyon oluşuyor. Oysa bu iş, yine Bayraktar’ın dediği gibi “vatan eksenli bir mesele” olarak kabul edilebilirse, toplumdaki sinir uçlarının gerilmesi bir nebze azaltılabiliyor. Fakat işin içine “vatan ekseni” girince, gerekçenin hayli sağlam bir yere bağlanması zorunlu hale geliyor. Dönüşümle ilgili çıkan yasanın “afet riski” diye başlaması bundan.

Afet riskiyle baş etmek

Bu durumda da bizim gibi siyasi yükü olmayan teknisyenler için öncelikli konu afet riskiyle baş etmek haline geliyor. Yani dönüşüm amaç olmaktan çıkıp afet riskiyle baş etmenin aracı haline geliyor.

Zira amacı doğrudan ‘dönüşüm’ koymakla ‘afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi’ olarak koymak arasında büyük bir fark var. Eğer doğrudan ‘dönüşüm’ denilseydi, ekonomik ömrünü tamamlayan yapıların ve işlevini yitiren yerleşme alanlarının nasıl yeniden canlandırılabileceği üzerine tartışmalar yapmak gerekecekti.

Ama doğrudan böyle bir amacımız yok… Asıl amacımız, “afet riski” nedeniyle “dönüşüm”… Bu nedenle, konuya afet riski noktasından gelerek bakmak gerekiyor.

Böyle bakınca, kentin afet risklerinin azaltılması amacıyla bütüncül planlama yaklaşımının benimsenmesi gerektiği apaçık ortada. Bu sayede, kentin riskli bölgelerinde yer alan stratejik önemdeki kullanımların, altyapıların ve ulaşım sistemlerinin deplase edilerek yerleşme bütününde riskin azaltılması mümkün olabilir. Bugün adına kentsel dönüşüm dediğimiz işler ancak bu genel kapsam içerisinde yapılabilirse afet riskinin azaltılması amacına hizmet edebilir.
Bunun için tercih edilmesi gereken yöntem şu: Öncelikle kent ve yakın çevresinin risk analizi yapıldıktan sonra kamu ve özel sektör olarak risklerin azaltılmasına yönelik hangi önlemlerin alınabileceği masaya yatırılmalı. Bu noktada, bir kamu hastanesinin yerinin değiştirilmesi veya bir enerji depolama tesisinin güvenlik önlemlerini arttırmaya yönelik bir uygulamanın başlatılması ile afet riskini azaltma amacına yüksek düzeyde hizmet edilmiş olabilir. Ya da bir ana ulaşım güzergahının deplase edilmesi veya alternatifli duruma getirilmesine yönelik bir planlama da afet riskinin doğru yönetilmesi bakımından büyük yararlar sağlayabilir.

Bir yerden başlamak…

Ülkemizdeki ve dünyadaki afetlerden biliyoruz ki, afet olayı aslında bir dizi tekil afetlerin birbirini tetiklemesi suretiyle meydana gelen bir paket. Sadece deprem veya sadece tsunami ya da sadece selin yaşandığı afet olayları sınırlı sayıda oluyor. Bu tür tekil afetlerden ziyade, bir afetin başka afet olaylarını tetiklediği durumlar daha yaygın. Bir afet hiç beklenmedik bir anda büyük bir yangın veya nükleer kazaya yol açabiliyor.

Afet konusunun bu kapsamlılığı, afet riskine bakışımızı da etkilemeli. Konuya sadece deprem riskinin yapılar üzerinde meydana getirdiği düşey ve yatay yükler açısından bakarsak, sorunun çok küçük bir noktasına kendimizi hapsetmiş oluruz. Bu noktadan bakarak bulunabilecek tek çözüm, depremin getireceği ek yüklere dayanamayacak durumda olan yapıları yıkarak yerine yenilerini yapmak olur.

Bu da bir yöntemdir elbette… Bu yolla milyonlarca riskli yapıyı yıkıp yeniden inşa etmeye başlamak için kolları sıvamak, ‘bir yerden başlamak gerekiyordu’ diye düşünerek haklı çıkarılabilir. Bu yaklaşım, büyük bir ağırlığı kaba kuvvetle kontrol altına almaya çalışmak  gibidir. Sözgelimi, yamaçtan aşağı düşmesi muhtemel olan bir kayayı köydeki kuvvetli adamların tutmaya çalışması gibi…

Uzun lafın kısası, kayayı orada tutmak veya parçalayıp risk olmaktan çıkarmak için kaba kuvvet ve kararlılıkla kayaya sarılmak yerine, ayrıntılı bir analiz ve doğru bir mühendislik çözümü amaca daha fazla hizmet edebilir.

Bu açıdan bakılınca, afet riskinin yönetilmesi amacıyla gerçekleştirilecek dönüşüme sadece bir inşaat projesi olarak yaklaşmamak gerekir. Bu inşaat işleri bütün sürecin içinde küçük bir nokta olabilir ancak. Asıl olarak, riskin artmasına yol açan faktörleri bir bütün olarak analiz edip, bu faktörlerin etkisini azaltmaya yönelik bir planlama ve müdahale yapmak gerekir.

Eğer olayı bu cümlelerle anlatmak yeterince anlaşılır gelmiyorsa şöyle de söylenebilir: Bir yerleşme alanında afet riskinin yüksek olduğu tespit edilirse, ilk olarak oradaki risk arttırıcı sosyal, ekonomik ve fiziki faktörler analiz edilmeli. Sözgelimi, bu araştırma sayesinde, o yerleşme alanında bazı yapı gruplarının ekonomik ömürlerinin neden çok kısa olduğu anlaşılabilir. Bu tespitle birlikte bir kısım yapı stokunun yenilenmesine yönelik bir dönüşüm programı uygulamak kuşkusuz ki afet riskinin uzun vadede kontrol altına alınması bakımından avantajlar sağlar.

Bu sözler hala çok soyut geliyorsa, belki şöyle somutlaştırabiliriz: 150 konuttan oluşan 30 yıllık bir sitede yapıların riskli olduğunu varsayalım… Orada yaşayan insanların yapılarının bakım ve onarımlarını neden zamanında yapamadıklarını anlamaya yönelik kısa bir araştırmanın ardından bir yasada veya hatta bir yönetmelikte yapılacak küçük bir değişiklik bile bazen bütün yapıları yıkıp yeniden inşa etmekten daha fazla afetten korunma olanağı sağlayabilir.
Riskin artmasına yol açan bu faktörlerin bir kısmı, oradaki yapı stokunu yenilemekle doğrudan bağlantılı olmayabilir. Yani yapıları yıkıp yeniden inşa ederek bu faktörleri ortadan kaldıramayabiliriz. Bu durumda, milyonlarca yapıyı yıkıp yeniden inşa etmekle afet riskini bertaraf etme amacına ulaşamayabiliriz.

Yerel yönetimsiz dönüşüm

Afet riskinin azaltılmasına yönelik kapsamlı bir dönüşüm programını hayata geçirebilmek için yerel yönetimlerin daha fazla ön plana çıkması gerekir. Oysa bugünkü dönüşüm uygulamalarına bina sahipleri ile geliştiriciler veya müteahhitlerin karşı karşıya geldiği bir piyasa işleyişi hakim. Böyle olunca, kent merkezine yakın bölgelerdeki küçük mülkiyetli alanlarda yapı sektörü için büyük kentsel arsa üretimine yönelen bir dönüşüm uygulamasının ötesine geçmek mümkün olamaz.

Tercihimizi doğru yapmalıyız… Yapı sektörünün ihtiyacı olan arsayı üretmek mi, yoksa uzun vadede afet riskini azaltmak mı? Çünkü mevcut yapıları yıkıp yerine daha büyük parseller üzerinde yeni yapılar yapmakla afet riskiyle ebediyen vedalaşmak söz konusu değil.