Dünya Mimarlık Festivali'ne Ingels ve Griffiths Dopingi

David Chipperfield, Julian Harrap, Bjarke Ingels ve Charles Jencks gibi panelistleri ağırlayan WAF’ın ilk gününe, BIG kurucusu Bjarke Ingels ile FAT kurucusu Sean Griffiths’i gerçek anlamı ile 'karşı karşıya' getiren oturum damgasını vurdu.

The Architect’s Newspaper kurucusu ve yazı işleri müdürü Prof. William Menking’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen 'Görselliği ve Anlamı Dönüştürmek' (Transforming Image and Meaning) başlıklı oturum, Griffiths ile Ingels’in farklı güzergahtaki mimarlık üretimi yaklaşımlarına sahne oldu. Menking’in açılış konuşmasında da ipuçlarını verdiği şekilde 'hemfikir olunmayan noktalara odaklanan bir diyalog' ortaya koyan oturum, verimli bir temsiliyet kavrayışı tartışması idi.

Oturumun ilk sunumunu yapan FAT Architecture’dan Sean Griffiths, 'Anlamsız-lılık' (Meaningless-ness) başlığını taşıyan konuşmasına, dini inançların doğrudan mimarlık ile aktarılabileceği ve anlatılabileceği illüzyonu ile karakterize olan premodern mimarlık örneklerine değinerek başladı. Temsiliyet sorunsalının 20. yüzyıldaki uzanımlarına odaklanan Griffiths, mimarlığın anlamının 'sosyalist ideolojiler tarafından güdülendiği' modernist üretimlerden günümüze, form-anlam ikiliğini sorguladı. Günümüzün mimarlık yaklaşımlarını irdelemek için Daniel Libeskind yapılarını örnek gösteren Griffiths, “sosyal programı eksik ve geometri tercileri anlamında hırçın mimarlıklar ile çirkin ikonik yapılar”ın dünyaya yayıldığını belirtti. İngiliz mimar, “Tanrı’nın var olmadığı, her yerin bir diğerine benzemeye başladığı ve mekanın hiç bir şey ifade etmediği bir çağda” mimarlık yapma mottosunun 'mekan değil zevk' (Taste Not Space) halini aldığına değindi. Griffiths, “Starship Enterprise dizisinde bile daha çok mekandan (space) bahsediliyor; bugünkü mimarlar ise yalnızca odalardan, koridorlardan dem vuruyorlar” cümlesi ile bu kavrayışın 'zevk değil mekan' olarak değiştirilmesi gerektiğini vurguladı.

FAT bünyesinde gerçekleştirdikleri iki farklı projeyi katılımcılar için detaylandıran Griffths, yasayanların mevcut alışkanlıkları, konvansiyonel olmak zorunda olmayan olağan ihtiyaçları ve yasama alanı kullanım şekilleri üzerinden yeniden yorumlanan bir mimarlık üretimi ortaya koyduklarını gösterdi. Mimar, eğlenceli ve neredeyse kitsch bir biçimlenişe sahip projelerinde 'anlam'ı oluşturanın 'pitoresk ve figüratif bir dil' olduğunu dile getirdi.

Oturumun ikinci konuşmacısı Bjarke Ingels ise, 'mimarlık kahramanlarımız' olarak adlandırdığı Mies van der Rohe, Robert Venturi, Barack Obama ve Philip Johnson’un meşhur vecizelerinden ilhamını alan konseptüel bir girişimi detaylandırdı. Audi’nin talebi ve sponsorluğunda gerçekleştirilen 'geleceğin otomobil alışkanlıkları' konulu projelerinde, otomobil kullanımının günümüz kentlerini şekillendiren ve hatta ona yön veren başat öğe halini aldığına dikkat çeken Ingels, Mies’in 'Less is More'u ile Obama’nın 'Yes to Change' mottolarını birleştirdiğini söylediği 'Yes to More' sloganlı 'sürücüsüz otomobil' konseptini tanıttı. Söz konusu olan, özel olarak geliştirilmiş ve şu anda test aşamasında olan bir asfalt sistemi aracılığıyla, sürücüsüz otomobillerin yollar üzerindeki yönelim ve yerlerinin zemin aydınlatmaları ile belirlenebileceği fütüristik bir proje idi. Ingels, bir adım ileri gidilerek böylesi bir girişim sayesinde sokaklardaki insan-araç trafiğinin de spontane olarak düzenlenebileceğini ileri sürdü.

Ingels’in sunumunun ardından söz alan Griffiths, büyüleyici ve hayal gücü dolu olmakla birlikte tüm tasarımın –Ingels’in Kopenhag ve New York merkezli pratiği BIG’in isminin ve Ingels’in bir parçası olduğu Koolhaas imzalı 'S,M,L,XL' kitabının da ipuçlarını verdiği şekilde- 'büyüklük' ve 'abartı' üzerine kurulu olmasını eleştirdi.

Ingels ise, Avrupa’nın ve dünyanın hemen her noktasını birbirine bağlayan dijital altyapılar mevcut iken, kentlerin en temel sorunlarından olan trafik için de böylesi bir altyapı fikrinden faydalanmanın, belki ütopik ancak gerekli olduğu cevabını verdi. 17. yüzyılda ulaşım sorununa getirilen çözümün at arabaları olduğunu, ancak kent içerisindeki at sirkülasyonunun günde tonlarca at dışkısına sebep olduğunu aktaran Ingels, bu noktada çözümün doğurduğu sonuca yeni bir çözüm bulunduğunu ve dışkıların, gübre olarak değerlendirildiğini ekledi.

Ingels’in ilerleme/süreç (progress) ve gelişme/büyüme odaklı yaklaşımına karşılık olarak Griffiths, kendisinin giderek daha küçük ölçekli projeler aldığını ve yapılı çevreye sürekli daha da ufalan ekler yaptığını dile getirdi. Griffiths’in, Ingels’in giderek daha da büyüyen işler yapmasını 'kazandığı para'ya bağlaması ve “Muhtemelen benden daha çok para alıyor” demesi ise, konuşmacıları ve dinleyicileri kahkahaya boğdu.

Farklı birer dünya algısı ve toplumsallık kavrayışı ortaya koyan Griffiths ile Ingels, belki beş sene sonra mimarlığın önemini yitireceğini, kentbilimin (urbanism) ise önümüzdeki 50 sene içinde giderek önem kazanacağı konusunda anlaştılar. Mimarların, mesleğin –sanılanın aksine- o kadar da “büyük” ve önemli olmadıklarını belirtmeleri ile oturum, 'hemfikir olunan bir noktada' sonlandı.