Dünya suyun peşinde. Peki gerçekten peşinde oldukları
şeyin anlamını bilen kaç kişi var? Gerçekten, suyun anlamı ne? H²O yani iki
hidrojen bir oksijenden oluşan bir madde. Ya da herkesin ilk aklına geleceği
gibi, hayatın kaynağı... Kimileri için onu anlatmak bu kadar kolay değil. Çünkü
onun için yaşamlarını ortaya koyuyor, ölüyor, öldürüyorlar... Abarttığımızı mı
düşünüyorsunuz? O halde, Kenya’daki Turkana Gölü
Destekçileri temsicisi Ikal Angelei’nin yaşadıklarını
bir okuyun.
Onunla konuşma fırsatını geçen hafta yapılan Alternatif Su Forumu’nda bulduk.
Ona foruma gelebilme şansı yaratansa anne ve babasının kızlarını yaşadıkları zor
hayattan kurtarabilmenin yolunu, onu okutmakta görmesi. 28 yaşında Angelei.
Nairobi’de finans eğitimi almış. Okulu bitirdiğinde bir süre bankada çalışmış
ama bu ona yetmemiş. Köyüne dönmüş çünkü insanlarına yardım etmek, yoksulluk ve
yoksunluklarına karşı fırsatlar sunmak istemiş. Hâlâ da bunun için uğraşıyor.
Bütün bunların suyla alakası mı ne? İşte o fırsatlar arasında, temiz suya
ölmeden ulaşabilme hakkı da yer alıyor. Köyünde kadınlar, 20 litre su için 20
kilometre yol yürüyor her gün; sırtlarında bebekleriyle. Sadece bu olsa dert
değil de, bu yolu alırken farklı topluluklar arasında çıkan çatışmaların mağduru
da oluyorlar. Çocuklar okula gidebilmek için kilometrelerce yol tepiyor, üstelik
çoğunun nedeni bedava süt dağıtılması. Bunlara tanık olmak, suyun önemini daha
derinden kavratıyor insana. Angelei da yaşadığı bölge için suyun önemini daha
küçük yaşlarda anlamış. “Aslında töreler ve inançlar küçük yaştan itibaren suyun
önemini kavramanızı sağlıyor” diyor, “Yokluğu bu kavrayışı daha da
güçlendiriyor.”
Kenya’da su çoğu bölgede ancak savaşarak elde edilebilen bir kaynak.
Angelei’de savaşlara tanık oluyor, “Ariderya’da su kaynağı olmadığından su ve
otlak alanlar için hep savaşıyorduk” diye anlatıyor bu tanıklığını. Buna rağmen,
Kenya’da bu sorun yeni yeni tartışılmaya başlanıyor. Hükümet yanlış su
politikalarına devam ediyor. Angelei şimdilerde, Kenya’nın kuzeydoğusunda
Ethiyopya ve Sudan sınırındaki Turkana Gölü’ne su sağlayan Omo Nehri’ndeki
barajı durdurmak için mücadele ediyor. 300 bin kişinin yaşadığı Kenya’nın
Turkana bölgesinde su ihtiyacının yüzde 80’i Ethiyopya’dan doğan bu nehirden
sağlanıyor. Ethiyopya hükümeti 2008’de nehir üzerinde baraj ve hidroelektrik
santralı inşa etmeye başlamış, 2012’de bitirecek ve Turkana Gölü’ne suyun
erişimi engellenecek. Balıkçılıkla geçinen halkın yaşamı elinden alınacak.
Kenya’da suya yatırım yapan şirketlerin başında, İtalyan firmaları geliyor.
Angelei biliyor ki, Dünya Su Forumu’ndan çıkan sonuçlar yaşamlarını daha da
güçleştirecek.
Seslerini duyurmak için Uluslararası Nehirler Ağı Örgütü’yle
bağlantıya geçmiş. Evet, hani şu Dünya Su Forumu’nda “No Risky Dam/
Riskli barajlara hayır” pankartını açtıkları için aktivistleri Türkiye
dışına sürülen örgütle. Peki suyun yokluğunu Turkanalılar kadar ağır hissetmeyen
insanlar onları ne kadar anlıyor? “Üniversitede insanların su yokluğundan ne
kadar habersiz olduğunu fark ettim.”
Şehirdekiler yaşananları pek umursamıyor, çünkü kendilerinin
etkilenmeyeceğini düşünüyor. Tıpkı Kenya’da yaşananları bilmeyen ya da
umursamayan dünyanın geri kalanı gibi. Angelei’nın susuzluk nedir bilmeyenlere
söylemek istediği birkaç şey var:
“Benim için su hayat demek, çünkü onun için devamlı savaşıyoruz. Kadınlar
bazen suya ulaşmak için düşman sınırından geçmek zorunda kalıyor. Düşman kim mi?
Su için savaş vermemiz gereken diğer topluluk. En son köyde bir kadın 20 litre
su için hayatını kaybetti. Üç aylık bebeği vardı, babası da öldürülmüştü, şimdi
o bebeğe ne olacak? Bir özel şirketin o kadını ya da çocuğu umursayacağını
sanmıyorum. Yarın başka kadınlar yine aynı yolu yürüyecek. Suyun olduğu yeri
elleriyle başarabildiği kadar derin kazacak ve kahverengi bir suya ulaşacak.
Çoğunuz bu suyu içmezdiniz bile, ama bizim ona kirlenmiş deme lüksümüz yok.
Bizim farkımız sadece daha kurak bir bölgede olmamız. Eğer sürekli baraj
yapılırsa dünyanın her yerinde bunlar yaşanacak. Eko sistem birbirine girecek ve
yüzde yüz eminiz ki su için bir savaş olacak. Açlık mı? Ona yıllardır
alışığız.”
Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon bile, “Gelecekte bütün
dünyada ölüm oranlarının, savaşlardan çok su yokluğundan oluşan hastalıklar
nedeniyle artması olasılığı var. Ölüm oranları da 10 misli artabilir” diyor.
Belki bunlar az da olsa yarattığımız geleceğin farkına varmaya yardımcı olur.
Yanlış su politikaları Türkiye’yi de her geçen gün kuraklığa mahkûm ediyor. Doğa
Derneği Başkanı Güven Eken’e göre, dünyanın en ilkel su politikasına sahibiz,
çünkü doğanın su dengesi dikkate alınmıyor. Su kaynaklarını küresel ısınma
değil, asıl bu politikalar yok ediyor. Bir de kanıtı var:
“Türkiye’de bugüne kadar Marmara Denizi’nden daha büyük bir sulak alan yok
edildi, 20 yıl önce Tuz, Akşehir ve Eber gölleri vardı, artık yoklar. Su denize
akarak boşa gidiyor sanıyorlar, yanlış; su akarak kendini var eder, yeniden
dolaşımını sağlar.”
Suyu şirketler yönetecek
Boşa akmasın diye, barajlar yapılıyor. Yeraltı kaynaklarını kuruturcasına
kullanıyoruz. Sonuç kuraklık. İlkokul bilginizi hatırlayıp da itiraz etmeden
önce Eken’i dinleyin: “Evet, ilkokuldan beri barajların yararı,
gelişmişlik göstergesi sayıldığı, GAP’ın milli proje olduğu bilinçli olarak
kafamıza kazındığından bu fikirle yeni çarpışıyoruz. Baraj projelerinin
kaynakları yok ettiği gerçeğiyle dünya çok önceden karşılaştı. Türkiye’de de
baraj maskesi düşüyor. Çatışma daha kızışacak, gerçek anlaşıldıkça şirketlerin
acelesi artıyor. Su rantı ileriki yıllarda daha fazla konuşulacak. Su, şu anda
ekonomiyi canlandıracak bir şey olarak görülüyor ama bunun için insanlığın
geleceğini öldüremezsiniz.”
Eken, Dünya Su Forumu’ndan çıkan kararların, yanlış su politikalarını
Türkiye, Güney Amerika ve Afrika başta olmak üzere birçok ülkede
derinleştireceğini söylüyor, suyla ilgili iktidarı elinde tutan gücün su inşaat
sektörü olduğunu da. “Dünya Su Forumu’nda asıl söz fuarda söylendi. Su inşaat
şirketleri devletlere teknolojilerini pazarlayarak daha fazla baraj yapımı için
kendilerine bir mecra oluşturdu” diyor. Forum için İstanbul’un seçilmesi de
tesadüf değil. Eken, Türkiye’nin su kaynaklarını şirketlere çok hızlı tahsis
eden, bununla ilgili yasal düzenlemeleri kısmen başlatmış, yakında da tamamlama
çabasında olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
bahsettiği su yasasını hatırlatıyor. Suyun tümüyle özelleştirilmesinin hukuken
yolunu açan yasayla, uluslalarası şirketler Türkiye’ye davet ediliyor. “Türkiye,
dünyadaki su sektörünün en canlı olduğu ülkelerden” diyor, “Birçok batık
durumdaki şirket, -Ilısu Barajı’nı yapan Avusturyalı Vatek şirketi gibi-
Türkiye’deki su inşaatına bağlı yaşıyor. Çünkü bu barajlar, Batı’da 50-60 yıl
önce yapılıyordu, artık bu teknolojiyi oralara pazarlamaları mümkün değil.”
Çözüm mü? Basit: Doğadaki su dolaşımı gibi kullanımında da dönüşüm sağlamak.
İhtiyaç fazlası tüketimi engellemek. Su tüketiminde birinci sırada olan tarımda,
modern tekniklerle tasarruf yapmak. En önemlisi de, havza bazında su yönetimini
sağlanmak. Bu ne mi? “Yani suyu kendi doğal sınırları, -doğduğu, denize, göle
ulaştığı sınırlar- düzeyinde yönetmek. Bunu yaptığınızda elinizde ne kadar su
olduğunun, her yıl oluşan su kaynağının, yıllık su ihtiyacının hesabını
yapabiliyorsunuz.”
Bunlar yapılmıyor, çünkü bu suyla ilgili çalışan şirketlerin rantını
azaltacak! Küresel İklim Değişikliğine Karşı Kampanya Sekreteri, yazar Jonathan
Neale su lobisiyle mücadele için birden fazla stratejiye ihtiyaç olduğunu
söylüyor; önce yerel, sonra da dünya çapında örgütlenmeler sağlanmalı.
Atlanmaması gereken bir nokta da, şehir ve kırsal alandaki insanlar arasında
sıkı bir dayanışma sağlanması, barajın yapıldığı yerde direniş ve şehirde
kitlesel gösteri... Neale 20 yıl öncesine kadar İngiltere’de kimsenin suya para
ödemek zorunda olmadığını anlatıyor. Neale için su her zaman politik olmuş,
nedenini, “Her şey onunla başlıyor. Yaşamak için ona ve toprağa ihtiyacımız var.
Toprak, kullanılabilir sudan çok daha fazla, yani suyu kim kontrol ederse,
insanları da o kontrol eder” diyerek anlatıyor.
Türkiye’nin görevi
Emilio Molinari, ülkesi İtalya’da, yüz binlerce kişinin
katıldığı yürüyüşler düzenleyen kampanyanın yürütücülerinden, Dünya Su Kontratı
Konseyi Başkanı.
- İtalya’da suyla ilgili neler yapıyorsunuz?
- Tek başına mücadeleyle şirketlere karşı kazanılamaz. İtalya’da üniversite
ve işyerlerine gidiyoruz. Öğrenci ve çalışanlarla bir hareket başlatacağız.
Hatta kiliseler ve dini cemaatlerle bile bağlantı kurduk. Bu devrimi farklı
cemaatlerin işbirliğiyle gerçekleştireceğiz, su için savaşacağız, çünkü su
Tanrı’nın bütün dinlere hediyesi ve şimdi özel şirketlerin eline geçiyor.
- Su pazarında ve mücadelesinde sizce Türkiye nerede
duruyor?
- Tüm Akdeniz ve Avrupa’yı içine alan su çekişmelerinin merkezinde. ABD’ye
göre en büyük su krizi yakında Ortadoğu’da patlayacak. Suyu kontrol eden,
bölgeyi de kontrol edecek. Bu görev Türkiye’ye verildi. Bu, enerji ve yiyecek
kriziyle de bağlantılı. Fırat ve Dicle’deki barajlar, su, enerji ve Anadolu’daki
ekinlerden daha fazla ürün alınması demek. Bu şartlar Türkiye’yi Akdeniz’de
önemli bir stratejik noktaya koyacak. Sonuçta milyonlarca göçmen büyük
şehirlerin kapısına dayanacak.
BM’den bir aktivist...
Maude Barlow (BM Asamblesi Su Konuları Danışmanı)
Başta Latin Amerika ve İspanya olmak üzere birkaç ülke, su haklarını
tanımadığı için Dünya Su Forumu’nun deklarasyonunu imzalamadı. Bu forumun, su
için karar verme yetkisi yok. Dünya Su Konseyi tarafından yürütülüyor ve bu
konsey, büyük su şirketleri ve Dünya Bankası tarafından oluşturuluyor. BM’deki
bir karar alma merciiymiş gibi konuşmamalılar. Sırf paraları olduğu için
konuşabileceklerini sanıyorlar ve böyle bir şov düzenliyorlar ama meşru
değiller.
Hindistan’da direniş...
Sheelu Francis (Ulusal Halk Hareketi İttifakı üyesi)
Hindistan’da insanların yüzde 80’i tarımla geçiniyor, ancak tarıma bağlı
işler her geçen gün azalıyor. Topraktan alınan ürün miktarı azalıyor, toprağın
bereketi kaçtı. Çünkü su akımlarından, erozyondan araziler kirlendi. Sular
tuzlandı. Bu kötü tarım politikalarının sonucu. Hükümet hâlâ su kaynaklarını,
Coca-Cola gibi uluslararası şirketlere pazarlıyor. Sonuçta küçük ve orta
boyuttaki çiftçiler tarımdan vazgeçiyorlar ve şehirlere göç edip iş arıyorlar.
Yoksulluk giderek artıyor. Biz de bunlara karşı çiftçileri örgütlüyoruz.
Su mağduru kadınlar
Küresel Su Sağduyusu isimli Hollanda’da faaliyet gösteren örgütün, Japon
temsilcisi Sakatho Kishimoto’ya göre suyun ticarileştirilmesi kabul edilemez.
Hollanda’da su konusu yetkililerce de ciddi şekilde tartışılıyor. Kishimoto, “Su
hakları konusunun bakanlık deklerasyonunda yer alıp almayacağı yönünde ciddi bir
tartışma içindeyiz” diyor, “Bu konuda biraz karamsarım. Hollanda hükümeti bunu
aktif olarak desteklemezken İspanyol, Alman, Avrupa Birliği’nden birkaç hükümet
destekliyor.” Kishimoto’ya göre kadınlar, su için mücadelede önemli rol oynuyor
çünkü susuzluğun sıkıntısını gerçekten çeken onlar.
Dünyadan su direnişleri
- Hindistan’da Narmada Nehri’ne yapılacak barajları engellemek için
başlatılan protesto halk hareketine dönüştü. 1991’de yapılan açlık grevleri,
Dünya Bankası’nın hükümete verdiği kredileri askıya almasına sebep oldu.
1980’lerden beri süren direniş belgesele bile konu oldu: Drowned Out.
- Ülkedeki ırk ayrımına tarih kitaplarına geçen direnişle son veren Güney
Afrika halkı mücadele kültürünü sürdürüyor. Elektriğin, suyun, elektiriğin
paralı olması, yoksul nüfusun temel ihtiyaçlarını gidermesini zorlaştırıyor.
Mücadele Tesisatçıları isimli grup da özelleşen suyun bedelini ödeyemeyenlerin
sularını yeniden bağlıyor.
- Bolivya’nın Cochabamba kentindeki su şebekesinin 2000’de Britanya kaynaklı
bir konsorsiyuma satılmasından sonra kent halkı isyan etti. İnsan hakları
savunucuları, emekçiler ve aktivistlerin oluşturduğu grup, dört gün boyunca
yolları kapattı, hayatı felce uğrattı. Barışçı bir yürüyüş düzenlendi ama
hükümet güçleri halka saldırdı. Günlerce süren grevler sonrasında hükümet
anlaşmayı iptal etti.