Eleştirinin Eleştirisine Yanıt

Şevki Vanlı'nın bu makalesi, Yapı Dergisi'nin 311. sayısında (Ekim 2007) 'Görüş-Tartışma' başlığı altında yer aldı.

YAPI Dergisi’nin 310. sayısındaki, sevimli “Görücü Usulü Eleştiri” başlığı sayesinde M. Numan Cebeci’nin 305’deki ilk yazısını da fark edebildim. Dalgınlığım için özür dilerken, Cebeci’nin konuşmama fırsat vermesine sevindim. İnsanların yaptıkları ve gerektiği halde yapmadıklarından sorumluluğu uygarlık borcu olmalı... Toplumlarda kanunlar, çoğunlukla maddi bir zarar olmadıkça, kimse yaptığından, hele gerektiği halde yapmadığından sorumlu değildir. Çoğunlukla dilini tutan, hele herkese beğeni dağıtanlar en sevilen istenen kişilerdir.

Uğur Tanyeli son kitabı “Mimarlığın Aktörleri”nde, “Olağan kişilik tipolojisine uygun davranan, çizgileri zorlamayan ödüllendirilir” diyor.

Mimarlar Odası tarafından Ankara’da 15-16 Aralık 1989 tarihinde düzenlenen, hatırlayamadığım, “Çağdaş Mimarlık Akımları ve Türkiye Mimarlığı” adlı sempozyumda, uygulayıcılar kendi yapılarını anlatmışlar, eleştiri beklediğimiz akademisyenler, eleştirinin nasıl yapılacağında yoğunlaşmışlar, toplantı konusunda düşüncelerini açıklamamışlardı. O tarihten bugüne, öncesinde olduğu gibi mimarların, düşüncelerini söylemesi, hesabını vermesi gibi bir gelenek oluşmamıştır.

Türkiye’de mimarlık eğitimini başlatan okulun önemli kişileri, “mimarlık okunmaz, çizilir” diyerek mimarlığın bir düşüncenin ürünü olduğu savından bizi koparmışlar, birçok mimarımız da “ben yaparım konuşmam” diyerek görsel süreci desteklemiştir.

Eğitimcilerin, görmeden, hattâ içinde yaşamadan fotoğraflarına bakarak yapının tartışılamayacağını, yani üzerinde düşünce üretip değerlendirme yapılamayacağını savunmalarını anlayamam. Çoğunluğu dostum, öğretim üyelerinin 20 ya da 40 yıldır yaşadıkları yapıları, çevreleri hâlâ sorgulayacak kadar tanımadıkları düşünülemez. Olasılıkları sıralamayı denersek, kendilerinin de içinde bulunduğu ortamın ürettiklerini değerlendirmeye değer bulmayabilirler, belki olumsuz tanılarla ortamı huzursuz ederlerse, “onlar da bir gün bana yaparlar” endişesi, duyarsızlık ya da tembelliğin oluşturduğu böyle gelmiş, bunu bozan ilk isyancı ben olmayayım geleneği... Aslında biraz hepsi, talep olmaması, kendine güvensizlik, yanlış yapmaktan korkma nedenleri, iyi adam imgesi içinde toplanmaktadır. Yani eleştiriden uzak bir savunma ortamı! Ayrıca ülkemizdeki, sosyal ve ekonomik dayanışma eğilimleri, kendisine ters düşen her şeyi yok sayma, beğenmeme geleneğiyle karşılayabilirler.

Eğer örneklerin görüntüleri, planları belge değilse, proje yarışmaları, bütün yayınlar varlık nedenlerini yitirirler, uluslararası iletişim gerçekleştirilemez. Kuşkusuz iyi çekilmiş ve deneyimli bir kişi tarafından seçilmiş olsa da fotoğrafların, hareket eden bir gözlemin yerini tutmadığını bilmek onların yaşamdaki etkinliğini değiştirmez. İsteneni aslından da güzel gösteren fotoğraflarla yayınlar pazarlama gücünü artırmaktadır.

Yayınlarımız, kendimizden çok, öğrenmek, taklit ve kopyaya kadar uzanan, konumuza uygun bir şeyler kapmak isteyen ortamımıza uluslararası örneklerden seçenek yetiştirmek için görselliğin peşinde oldular. Alıntılarda, çağımızın düşünsel metinlerine de yer verdiler. Ama, “kimiz, ne yapıyoruz” diye, ortamımızı sorgulamaya ve düşünsel ölçütleriyle değerlendirmeye girişmediler... Sahiplenmediler... Başından beri bu acı boşluğu hissettim... Öğrenciliğimde mimarlık tarihinden başka “mimari eleştiri” dersi de almış, sürekli mimarlık konuşulan bir ortamda yaşamıştım. 200’den fazla kısa yazı, 1959’dan başlayarak, düşüncelerimi anlatan küçüklü büyüklü 5 kitap, 100 kadar yapı ürettim. Akademik ortamdan beni istemediler. Çünkü onların çizgisinde değildim.

Son 20 yılda yayınlar arttı. Fakat Türkiye’deki toplam dergi satışı hâlâ inanılmayacak kadar düşük. Yayıncıların depoları kitapla tıka basa dolu. İçeriklerinin düzeyi gittikçe yükselse de, örnek göstermek hâlâ tabu... Ormanın niteliği onu oluşturan ağaçlar değil, onun hep genel görünüşü çevresinde... Sanki orman ağaçlardan oluşmuyor. Kimse, kendini sorumlu görmüyor, içinde değerli yazıların da bulunduğu yüzlerce dergi okunmadan raflarda. Türk Mimarlığı, eğitimi ve uygulamasıyla, genelde, düşünsel süreçle tasarım yapmak yerine örneklerden proje üretmek becerisine tutsaktır. Bu alışkanlığını yenerek, okumayı izleyen düşüncelerle tasarıma geçtiğinde, kafasının karışarak becerisini yitirmekten de korkmakta haklıdır. Her yaptığı işin nedenini aramak, kendini sorgulayarak çalışmayı içgüdüselleştirmek başarılamazsa tehlikeli olmalıdır.

Yüzyıl değişimini de fırsat bilerek, mimarlığımıza ağaçtan ormana ulaşan eleştirel bir yaklaşım denemesine, ilk seçim sayılan hemen bütün yayınları, öngördüğüm amaç için taradık. Dönemler, yaklaşımlar, örnekler arası ortaklıklar kümelemesiyle, belge saydığımız görüntüler, planlar üzerinden, birikmiş düşüncelerim yazılır hale getirildi.

Sık kullandığımı söylediğiniz “sanırım” bir alçakgönüllülük ölçüsü değil, bilimsel kesinlik olmayan, arayış ortamında konuşmak istememdendir. Çalışma ilk bakışta, kapsamıyla bir envanter görünümü verebilirse de, mimarlığımızın niteliklerini taşıdığını düşündüğüm, yaklaşımların yaygınlığı içinde mimarların, kendilerini de içinde bulması amacıyla örnek sayısı olasılıkla çok tutulmuştur. Ortamda oluşmuş bazı düşüncelere karşı çıkılarak, tartışmaya davet eden bir tavır seçilmiştir. Düşünce ve tasarımda yanlış yapmaktan korkmak, evrimci olmaktan uzak durmayı peşinen kabul etmektir. Bu nedenle “ilk”lerin yaşamımızda önemli yeri olduğuna inanırım..

Yazılarınıza eşlik eden, Ali Osman Öztürk ile yaptığınız Kırıkkale Üniversitesi yerleşim düzenlemesi, gördüğünüz “vesikalık”tan da daha küçük resimlerden gayet başarılı görünüyor. İnternetten bulabildiğimiz fakülte yapılarının, sizlerin olabileceğini düşünemiyorum. Yapıları başkası yaptıysa, yerleşim planlarındaki büyük ölçekteki sevimli lekelerin mimarilerini peşinen yönlendirme çalışmaları yapılması gerektiği savını denemiş oldunuz. Yapılar sizin olsa da, olmasa da, resim açıklamasındaki örnekler için düşündüklerimde kararlıyım. Eğer bize biraz daha ayrıntılı yerleşim planı ve yapılar hakkında bilgi gönderirseniz, aydınlanır, gereğini yaparız.

Düşüncelerimi açıklayarak, önemine inandığım eleştirel ortama katkıda bulunduğumu umarım. Biz konuşmazsak, kendine güvenen seyircilerimiz, halk ve gazetelerin konuşmaları konuyu saptıracağından, mimarlığımızı küçük düşürücü yayınlar yapılmasından korkuyorum.