Emek Sineması’nda Mimarlık ve Etik



Önce bir umudumu paylaşayım… Emek Sineması’nın sözde “yenileme” projesinden mutlaka vazgeçileceğini bekliyorum. Bu yazı yayımlanana kadar gerçekleşirse, söylediklerimden pişmanlık duymayacağım da bilinmeli... İşte nedenleri:

1- AVM soysuzluğu

Cumhuriyetin ilk “çağdaş uygarlık” armağanlarından olan Emek Sineması’nın kültür yoksunu kafalarca “alışveriş merkezi”ne (AVM) dönüştürülmek istenmesi, “sıradan bir duyarsızlık değil”, çok yönlü bir aymazlığın doruktaki örneğidir. Bu “kaba”lığın, kentin “sanat belleği”ndeki en “zarif” mekânlardan birini gözden çıkartma pahasına, “Beyoğlu” gibi “tarihsel alışveriş kültürümüz”ün beşiğinde yaşanması, “rant şımarıklığı”nın ulaştığı düzeyi de gösteriyor.

Adına “restorasyon” denilerek, kuşaktan kuşağa “sinema” tutkumuzun “soylu okul”larından birini hiçe saymanın yanı sıra yine kuşaktan kuşağa Beyoğlu esnafının, müşterilerinin ve “müdavim”lerinin karşısına sonradan görme “soysuz” bir tüketim hangarını en gaddar “rakip” olarak dikmek acaba nasıl tanımlanabilir?

Geçmişten geleceğe akan “geleneksel ticaret, eğlence, kültür ve sanat” yaşamına “darbe” indirecek bir AVM’nin sadece orada değil, bölgenin hiçbir yerinde akla bile gelmemesi gerekir...

2- Tarihi ‘arsa’laştırmak

İstanbul Sinema Festivali’ne 20 yıldır kucak açan, 1924’ten beri Safiye Ayla’dan Münir Nurettin’e nice yüz akımız ünlülerin konserlerini de ağırlayan, 875 kişilik Emek Sineması’nı “emektar zemin kat mekânı”ndan kopartarak “8. kat”a çıkarıp tarihi yerini “AVM arsası”na dönüştüren proje, o “koruyoruz” denen binanın “mimari onur”una da saygısızlıktır.

Serkildoryan (Cercle d’Orient), Skentini ve Melek Apartmanı İstiklal Caddesi’ni “birlikte” bezerler... Haydarpaşa Lisesi, Arkeoloji Müzesi, İstanbul Erkek Lisesi, Pera Palas gibi 19. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş görkemli İstanbul yapılarının da mimarı olan Alexandre Vallaury, 21. yüzyılda eserinin böylesine “parsel”leneceğini düşünebilir miydi?

Konu Başlıkları Burada Görünecek


3- ‘İmar magandalığı’

Böyle bir projeyi “istemek”, “tasarlamak”, “uygun görmek” ve “onaylamak” eş aymazlık, eş sorumsuzluk, eş magandalıktır... Yatırımcı “kâr” için istiyorsa “ticaret tarihi”nin ahlaki derinliklerine de hakarettir; çünkü çağlar boyu tüccarlar asla “imar magandası” olmamıştır… “Mimar” tasarlamışsa, sadece mimarlık dünyasından değil, Türkiye’nin binyıllara uzanan mimarlık birikiminden de özür dilemesi gerekir… “Belediye” destekliyorsa kentin değil, kent soyguncularının hizmetinde olduğu anlamına gelir.

Hele bir de görevi, kültürü gözetmek olan bir “kurul”, üstelik iki mimar üyesinin “hayır”! demesine rağmen “oyçokluğu”yla onaylayabiliyorsa, kamusal sorumluluğun ve meslek etiğinin düştüğü durumu tanımlamaya hangi edepli söz yetebilir?

4- Yasayı ‘kavrayama’mak

Peki, aklı başında herkesi adeta isyan ettiren böyle bir proje nasıl üretilebilir, nasıl savunulabilir, nasıl “yasal” sayılarak onaylanabilir? Tartışmalardan ve kimi “açıklama”(!)lardan anlıyorum ki projeyi beğenenler, tarihi “bina”nın aynen korunacağından, yıpranmışlığını, kirini, pasını giderecek mükemmel bir restorasyon olacağından söz ediyorlar. Dahası, Emek Sineması’nın özgün tavanını ve duvarlarındaki barok bezemeleri 8. kata taşımayı da “marifet” sayanlar var...

Projenin bu şekliyle yaratacağı “kültürel soykırım”ı engellemek için Mimarlar Odası’nca açılan davada sıra “savunma”ya geldiğinde eminim ki şu söylenecek: “Tescil edilen kültür varlığı sinema değil binadır, mimarisi korunarak işlevi değişebilir.”

Eski yapılar elbette ki “çağdışı kalmış” işlevleriyle korunamaz, çünkü yaşatılamaz... bu nedenle Atatürk, sarayları bile müze yapmıştır. Ancak “sinema”, hele ki “Emek Sineması” kadar çağdaş ne olabilir? Kullanım türleriyle de günümüz yaşamının parçası olan eski yapılar, onları hem “yaratan”, hem de mimari ve toplumsal (kamusal) niteliklerini “belirleyen” işlevleriyle birlikte “uygarlık mirası”mızdır.

Sanat tarihi ve toplumsal değerlerin birlikte yaşatılmaları gerektiğini bilmeyen, hatta kavrayamayanların, “koruma”da etkili ve yetkili olmaları ne büyük talihsizlik...

5- Kimliği ‘konum’undadır...

Emek Sineması’nın gözetilmesi gereken “kimlik” değerleri arasında, kentsel yaşamla içi içe konumu, “sokak”la sarmaş dolaş girişi, gişesi ve fuayesinde bile Beyoğlu ortamıyla “hem zemin” hali çok önemlidir. Üstelik aynı sokak, sinema tarihimizle özdeşleşen “Yeşilçam”dır… AVM uğruna yok edilecek olan da “İstiklal Caddesi - Yeşilçam-Emek Sineması” birlikteliğidir… Yılların yarattığı bu “Beyoğlu birlikteliği”ni parçalamaya kalkışan bir kafanın, değil böyle bir proje üretmek, “koruma”nın ulaştığı “evrensel bilinç”le artık anasından bile doğmaması gerekir...

Mimarlık “yok etme” değil “yaratma” sanatıdır. Zamanın bin bir emekle, anılarla, düşlerle ve nice coşkulu, hüzünlü, kahırlı ve özverili yaşanmışlıklarla “yarattığına saygısız” bir projeye “tasarım” demek, “sadece insana armağan edilmiş yüce bir yeti”ye hakaret değil midir?

Son bir sözüm de İstanbul-2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na... “Bu uygulamayla bizim ilgimiz yok, logomuzu da izinsiz kullandılar” demişler. Nasıl “ilgi”siz kalabilirler ki? Yapmaları gereken, Mimarlar Odası’nın açtığı davada “müdahil” olmak, kültür başkentinin onurunu kurtarmaya destek vermek değil midir?

Evet... Ben bu projeden vazgeçileceğine inanıyorum. Çünkü ülkemin ve İstanbul’un uygarlık birikimleri bunu asla hak etmiyor...