En Güzel Maden Ocağı



Ruhr 2010 Avrupa Kültür Başkenti açılışı, Essen kentindeki eski maden ocağının açık arazisi ve hangarlarında yapıldı, Zeche Zollverein’da.

Avrupa’nın en büyük maden ocağı tesisleri burası. Tesisleriydi, daha doğrusu. 1986 Aralık’ında son vardiya yapılıp da son kömür çıkarıldıktan sonra kapatıldı. Önce yıkmak istediler tamamen, 100 hektarlık arazisinin hangi amaçlarla kullanılabileceği tartışıldı yıllarca, çetin uğraşlardan sonra 2001 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine dahil edildi. Yani bir maden ocağı, katedraller, manastırlar, milli parklar gibi anıt olarak kabul görüp koruma altına alındı.

Bir yapının dünya kültür mirası listesine alınması için emsalsiz ve otantik olması, kamusal hayata anlamlı bir şekilde eklemlenmesi gerekiyor. Hollandalı mimar Rem Koolhaas bunu dikkate alarak ve Zollverein maden ocağının ana mimarisini koruyarak, 2002’de bir master plan hazırlıyor. Hedef burayı kültür, sanat ve tasarım merkezi halinde muhafaza etmek. Hangarlar, makineler, bina cepheleri temizleniyor, Zollverein Park şekillendiriliyor, kömür taşınan rayların içi doldurulup bisiklet yolları inşa ediliyor. Kokhane, bir sergi mekânı, konteynırden bozma yüzme havuzu, kok fırınları ve bacaların arasına uzunca bir buz pisti ve metalik kocaman bir dönme dolaptan oluşan bir oyun alanına dönüşüyor. Kömür yıkama ayrıştırma bölümüne Ruhr Müzesi ve danışma merkezi yerleştiriliyor. 58 metrelik turuncu neon ışıklı yürüyen merdiven ekleniyor. Kazan dairesi “Red Dot Tasarım Müzesi” oluyor. Zollverein böylece yapısal değişimin kıvılcımı ve Ruhr’un simgesi haline geliyor.

O zaten hep bir şeylerin simgesi olmuş tarihi boyunca. 1847’de Franz Haniel (hâlâ Almanya’nın en ünlü aile şirketlerinden biridir) araziyi satın alıp ilk maden kuyusu çalışmaya başladığında buraya “Zeche Zollverein” ismini vermiş. “Gümrük Birliği Maden Ocağı” anlamına gelen bu isim, öyle rastgele bir seçim değil. 1834’te 14 Alman devleti bir karar almış, bir devletten öbürüne geçişte sınırda artık gümrük ücreti talep edilmeyecekmiş. Yani serbest ticaret bölgesi olarak bir Alman Gümrük Birliği kurulmuş. Bir nevi Avrupa Birliği. Şöyle diyelim: Günümüzde bir girişimci güneş enerjisi santrali kuruyor ve adını “Santral Avrupa” koyuyor. Yeni açılan bir maden ocağına bu ismi vermekle devletler arasındaki bu yeni oluşuma, ekonomik ilerleme, modernlik ve zenginliğe gönderme yapılıyordu o zamanlar kısacası. Zaten verilere bakılırsa isminin hakkını vermiş Zollverein. 1851 yılında kömür çıkartılmaya başlanmış, ilk yıl 256 işçi çalışmış maden ocağında, toplam 13 bin ton kömür elde edilmiş. 1890’da işçi sayısı 10, kömür miktarı da 75 katına çıkmış. 80 yıl içinde ise ilk zamanlarda bir yılda çıkartılan kömür miktarı sadece bir günde elde edilir olmuş.

Bu hızlı gelişimdeki en önemli aktörler Martin Kremmer ve Fritz Schupp. Bu iki mimar, 1927’de maden ocağını modernize etmek ve tesislere merkezi bir şaft (maden kuyusu) inşa etmekle görevlendiriliyor. Beş yıl sonra işlemeye başlıyor şaft. 55 metrelik, iki bacaklı şaft kulesi ise o günden bugüne Ruhr Bölgesi’nin sembolü haline geliyor. Birçok mimar Zollverein’ın bu yeni görünüşünden etkilenip ona “dünyanın en güzel maden ocağı” unvanını layık görüyor. Aynı üsluba dayanarak 1957’de bir de “Kokhane” ilave ediliyor tesislere. Ama endüstrinin güzellik kraliçesi kömür krizine karşı duramıyor ne yazık ki, yaklaşık 140 yılın ardından 1986’da kapısına kilit vuruluyor. 1993’te de Kokhane kapatılıyor.

Zamanında bu maden ocağında pek çok Türk işçi de çalıştı. Zollverein, onlar için sadece bir ekmek kapısı değil, yabancı bir topluma girişin ilk adımıydı. Kapatılması herkeste bir şok etkisi yarattı, ama daha çok da onlarda. Çünkü memleketi terk edip Almanya’ya geliş nedeni birdenbire ortadan kaybolmuştu. Yine de birçoğu ailesiyle beraber maden ocağının bulunduğu semtte, yani Katernberg’te kalmayı seçerek kendi kültürünü oraya taşıdı. Manavı, bakkalı, terzisi, restoranı, dönercisi, kültür dernekleri, spor kulüpleri ve Zollverein’ın iki kilometre ötesindeki Fatih Camii ile gündelik yaşamları devam ediyor.

Essen’in göçmeni bol en fakir semti olarak bilinen Katernberg’in sakinlerinin (yerlisiyle, göçmeniyle) Zollverein’ın bir kültür mekânı, tasarım dünyasının merkezi olarak kullanılması hakkındaki fikirleri iki uçta. Kimisi hiç gitmedim, gezmedim diyerek ilgisizliğini gösteriyor. Kimisi de Zollverein bizim için bir zenginlik diyor. Babasının bir zamanlar döktüğü alınterine yakından tanık olan bir göçmen ise Zollverein’ın geçirdiği bu dönüşümü anlayışla karşılamakta zorlanıyor. Amelelikle tasarım ne ilgisi var, orada yapılanların madencilik tarihiyle hiç ilgisi yok, sanatla ne alakası var bu maden ocağının diyenler de var. Zollverein’ın hangardan bozma geniş salonlarında düğün yapabilmeyi hayal edenler de.

Ancak endüstriyel tarihin parçası olmamış herhangi bir turist için bambaşka anlamlar taşıyabiliyor Zollverein. Ziyaretçiler arasında yapılan bir anket en çok mimarisinden etkilenildiğini gösteriyor. Bu durumda, iki mimar Kremmer ve Schupp amaçlarına ulaşmış gibi görünüyor. 1929’da demişler ki: “Endüstri, dev mekânlarıyla kentin ve doğanın çehresine zarar veren bir organ olmaktan çıkmalı, çalışmanın sembolü, şehrin sakinlerinin yabancılara gururla gösterebilecekleri bir abide haline gelmeli.”

Gerçekten de betonarme binaların sadece bir teknik özellik değil aynı zamanda estetik bir öğe olarak kullanılmış olması, “yeni nesnellik” anlayışından ve “biçim, işlevi izler” prensibinden yola çıkarak dekoratif süsler, eğriler yerine geometrik figürlere yer verilmesi, dikdörtgen prizmalar halinde araziye yayılmış yapılar, bunların arasındaki simetri, birbirini dik açılarla kesen yüzeyler, merkezde 55 metrelik iki bacak kulenin hoş bir edayla göğe yükseliyor olması, bütün bunların yalın ve saf biçimde kullanılması kendine özgü anlaşılmayan bir etki yaratıyor. Dış cephelerde kullanılan kırmızı duvar tuğlasıdır belki de insanın içine endüstriye rağmen bir sıcaklık yayan. Bir de insan ile madde arasına giren makineler var. Bu uyuyan devler, paslanmış hallerine aldırmadan, her an tekrar çalışmaya başlayacaklarmış gibi duruyorlar. Yanınızdan elinde kazma kürekleri, kafalarında kaskları, lambaları, kömür tozuna bulanmış yüzleriyle maden işçileri geçiyor. Sanki.

İşte bu “sanki” ile Zollverein maden ocağını yılda 800 bin kişi geziyor. Bu sayının, 2010 Kültür Başkenti yılında iki milyona çıkması ve 120 milyon avro ciro sağlanması bekleniyor. Bunun şu anda 1000 kişi olan çalışan sayısını daha da yükselteceği düşünülüyor. Böyle bakıldığında, Zollverein yeraltındaki cevher damarlarına yatırım yapmak yerine, nicedir, yerüstündeki cevhere yönelmiş görünüyor, insana...