Enerji Güvenliğini Irak Savaşı Değil, Bilim Getirebilir

Dönüp dolaşıp petrole geliyoruz. ABD ve Britanya'nın Ortadoğu'daki rayından çıkmış müdahalelerinin nedeni Arap çöllerinde yatıyor. Geçen asrın başında Britanya donanmasının kömür yerine petrol kullanmaya başlamasından bu yana Batılı güçler petrolün akmasını sağlamak için hep Ortadoğu ülkelerinin işlerine karıştı; hükümetleri devirerek, enerji kaynaklarına dair 'büyük oyun' içinde saf tutarak. Bu oyun neredeyse bitmek üzere, zira eski yaklaşımlar artık işe yaramıyor.

Ne zaman ki biri ABD ve Britanya'nın Irak'taki eylemlerinin kökeninde petrolden başka bir şey olduğunu düşünse, gerçek bizi yakamızdan yakalıyor. Başkan Bush son olarak gazetecileri dünyanın 50 yıl sonraki halini düşünmeye çağırdı. Ancak bunu yaparken aklını ne geleceğin bilim ve teknolojisi, ne dünya nüfusunun 9 milyarı bulması, ne de iklim değişikliği ve biyoçeşitliliğe dair tehditler meşgul ediyordu. Bunun yerine, İslamcı aşırıların petrolü kontrol edip edemeyeceğini öğrenmek istiyordu. 50 yıl sonrası için ne hakkında endişelenirsek endişelenelim, bu konu kesinlikle listenin sonlarında yer alacak. Hatta liste başına yakın olsa bile, petrol arzını güvenceye almak için Saddam'ı devirmek en az akla yatkın stratejiler arasında. Buna rağmen, yönetim dikkatini Usame bin Ladin'i aramak yerine Irak'ta savaşmaya çevirdiğinde Bush'un kafasından bu geçiyordu.

Saddam'ı devirmek neomuhafazakâr Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin gönlünden geçen fikirdi, ki bu proje daha 1990'larda Saddam'ın 'dünya petrol kaynaklarının önemli bir bölümü' üzerinde boğucu hâkimiyet kuracağını savunuyordu. Başkan Yardımcısı Dick Cheney savaş öncesi Saddam'ın 'dünya enerji arzının çoğunu denetimine almak için' kitle imha silahlarından devasa bir cephanelik oluşturduğunu söyleyerek bu korkuları tekrar dillendirdi. Cheney'nin bulguları, mantığı gibi yanlıştı. Bu tür diktatörler hayatlarını petrollerini satarak kazanır, toprağın altında tutarak değil. Belki de Saddam petrolünü Britanya ve ABD şirketleri yerine Fransız, Rus ve İtalyan şirketlerine satmaya daha yatkındı. Her halükârda, Irak savaşı dünya enerji kaynaklarını önümüzdeki 50 yıl boyunca korumayacak. Hatta aşırılığı körükleyerek tehlikeye atacak. Gerçek enerji güvenliği işgalle veya bölgede eğilip bükülen hükümetler kurarak değil, küresel enerji hakkında daha derindeki doğruları görerek sağlanır.

Enerji stratejisi üç amacı yerine getirmeli: düşük maliyet, arz çeşitliliği ve azaltılmış karbondioksit salınımları. Bu, yeni teknolojilere yatırım gerektiriyor, Ortadoğu'da savaşa değil. Önemli enerji teknolojileri, kömürün sıvıya dönüştürülmesini, katranlı toprak kullanımını ve fosil temelli olmayan yakıtların artmasını kapsıyor. Düşük maliyetli güneş enerjisi, sıfır emisyonlu kömür bazlı teknolojiler ve güvenli nükleer enerji fevkalade açılımlar sunuyor. Alternatif enerjiden çeşitli şekillerde yararlanıyoruz; rüzgâr santralları, hidroelektrik santralları, güneş panelleri. Zaten ucuz olan kömürün araştırmaya yatırım yaparsak gaz haline getirilmesi kirleticilerin ayıklanmasını sağlar. Nükleer enerji de çevre dostu bir olasılık. Buradaki teknolojik engeller de aşılabilir; elbette, eğilinmesi gereken siyasi, idari ve güvenlik unsurları da var.

Yönetimin düşük maliyetli biçimde araştırma-geliştirme ve pazar hamleleriyle çözebileceği sorunları Ortadoğu'ya başarısız askeri yaklaşımlarla halletmek için yüz milyarlarca dolar harcaması ironik. En büyük enerji krizi, savaş üzerine inşa edilen ABD dış politikasının enerjisinin yanlış yönlendirilmesi.
(Lübnan'da İngilizce yayımlanan gazete, Columbia Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, 2 Ekim 2006)