Amerika’da aldığı Reklam Tasarımı ve Görsel Sanatlar eğitimi
sonrası Türkiye’ye dönüp reklam sektörünün en parlak adreslerinde çalışmış bir
tasarımcı... Bir yandan mesleği reklamcılıkla ilgilenirken daha sonra dekorasyon
ve iç mimariye ilgisinin içinde bir yerde durduğunu keşfediyor. Sonra da
kendisini daha çok bu alana veriyor. 1973 doğumlu Halit
Berker’in mobilya tasarımında yoğunlaştığı çizgi ise bir tür geçmişi
canlandırma işi. Retro stili, 2000’li yılların ihtiyaçlarına
uygun şekilde yaratıyor. Peşinden koştuğu ruhu tarif etmesi için mobilyalarıyla
onu mest etmiş filmi sorduk. Bir, Türkçe’ye ‘Hayallerin Peşinde’ diye çevrilen
‘Revolutionary Road’u andı; bir de ısrarla ‘Mad Men’ dizisini... Ulus’taki
showroom dışında www.halitberker.com
adresinden takip edilebiliyor.
40’lı ve 50’li yılların tasarımlarını tekrardan yorumlamak tam olarak
ne anlama gelir? Gerçekten o döneme ait mobilyaları yeniden mi tasarlıyorsunuz
yoksa sıfırdan mı bir üretim söz konusu?
Yeniden yorumlamak benim için, o devre ait mobilyaların duygusunu, enerjisini
alıp 2000’li yılların dinamik ve hızlı yaşamına adapte etmek anlamına geliyor.
Zaman içinde insanların ihtiyaçları ve yaşam alanlarının sundukları değişiklik
gösterdiğinden, tasarımda değişiklikler yapmak gerekiyor. Örneğin çekmecelerde
kullandığınız menteşeler ve bağlantı aparatları çok kritik parçalardır. Eski
mobilyalar genelde ahşap sürgü sistemdedir. Ben bunları modernize ediyorum. Ya
da artık eskisi gibi yüksek tavanlı evlerde yaşamadığımız, apartman dairelerine
sıkıştığımız için mobilyaların boyutlarını bu ihtiyacı karşılayacak şekilde
düzenliyorum. Devrin tasarımlarını yeniden tasarlayıp özel olarak üretimini
yapıyorum. Bu sebeple her türlü değişikliği yapmak mümkün oluyor. Renk, ölçü
hatta ahşap ya da tekstilini bile kişinin isteği doğrultusunda
değiştirebiliyorum.
Neden özellikle 40’lar ve 50’ler? Bu dönem tasarımı size neden çekici
geliyor?
Yaşanan mekânların da, mobilyanın da bir ruhu olması benim için çok önemli.
Fonksiyonelliğin yanı sıra estetik olarak da hitap etmeli. 40’lı, 50’li yılların
mobilyalarına baktığımda beni başka diyarlara götürdüklerini hissediyorum. Gerek
renkler, gerekse kullanılan ahşap, günümüzde yapılan mobilyalarla
kıyaslandığında oldukça farklı bir yere sahip. Kullan-at mantığından uzak, el
işçiliğinin ön plana çıktığı, üstelik uzun yıllar kullanılabilecek sağlamlıkta
ve tarz olarak da klasikleşmiş bir çizgiye sahip olduğunu düşünüyorum. Ben de
aynı kalite standardında bu tasarımları tekrardan hayata geçirmekten keyif
alıyorum.
Gerçekten bu yılları yaşamış olanların bu tarz mobilyaya algısıyla,
diyelim 1982 doğumlu bir insanın algısı nasıl değişiyor? Baktıklarında ne
görüyorlar?
Bu yıllarda yaşamış insanlar haliyle yaptığım tasarımları daha iyi
anlıyorlar, eski bir dostu görmüş gibi yaklaşıyorlar. Bizi çevreleyen
mobilyalarla ister istemez bir duygusal bağ kurduğumuz için kendilerini bir nevi
zaman tünelinde hisseden bile oluyor. Onların olumlu tepkileri de beni mutlu
ediyor. Yeni nesil ise tasarımları incelikli ve nostaljik buluyor; üstelik
modern tasarımlarla bir arada kullanarak dönemsel eklektik tarz yaratıyorlar.
Önemli olan farklıyı görmek ve cesaret etmek... Bu sayede tek tip evlerden,
monotonluktan uzaklaşılmış oluyor diye düşünüyorum.
Eski filmlere bakarak tasarım yaptığınız oluyor mu hiç? Bu anlamda
favori filminiz hangisi?
Yaptığım işte araştırma en önemli kriter. İnternet, mobilya fuarları,
eskiciler, antikacılarda ilham kaynağı çizgilerle karşılaşabiliyorum. Filmler de
işin içine giriyor tabii ki ama 40’lı, 50’li yıllar dekorasyonda yükselen değer
olduğu için hangi filmde ne tarz bir şeyle karşılaşılacağı belli olmuyor.
Kişisel favorim ‘Revolutionary Road’ diyebilirim. İlgilenenlere de ‘Mad Men’
dizisini önerebilirim. Sadece moda alanında değil, dekorasyonda da dönemi doğru
yansıttığını düşünüyorum.