Evet ‘Kyoto Raftan İnmeli’dir!

Kyoto ayağını sürüyor. Hâlâ imzalamayan, onaylamayan çok sayıda ülke var. Kimse yakın tehlikenin ayırdında görünmüyor. Oysa iklim değişikliklerinin önde gelen sorumlusu başta karbondioksit olmak üzere sera etkili gaz salınımları artarak sürüyor. Kyoto’nun imzaya açıldığı 1994’ten bu yana geçen onca zamanda yapılanlar sadece “yapılması” gerekenlerin dökümleri; planlar, programlar. Üstelik protokolü imzalamayı savsaklayan hâlâ çok sayıda ülke var. Ne var ki, sera etkili gaz salınımlarının azaltılması konusunda tartışmalar sürerken insandan kaynaklanan bu tehlikeli gaz salınımları yerinde durmuyor, giderek artıyor.

Geçen hafta içinde Cumhuriyet gazetesinde “Kyoto raftan inmeli” başlığıyla yer alan küçük bir haber, gezegenimiz ve üzerinde yaşayan tüm canlılar için büyük tehdit oluşturan iklim değişikliklerinin önlenmesine yönelik ünlü Kyoto Protokolü’nün TBMM Genel Kurulu gündemine alınmasının 2. sıradan 33. sıraya ertelendiğinden söz ediyordu. Küresel Eylem Grubu’ndan Sayın Önder Algedik tarafından kabul edilmez olarak nitelenen bu savsaklama, ülkemizin iklim değişiklikleriyle ilgili tehlikenin ayırdında görünmediğini ortaya koymaktadır. Üstelik yukarıda da değindiğimiz gibi, başta ABD olmak üzere çok sayıda ülkenin tutumları da pek farklı değil. Oysa Kyoto Protokolü sadece bir başlangıçtır. Asıl önemli olan ondan sonra tüm ülkelerin birlikte alacakları ve hayata geçirecekleri önlemlerdir.

***

Oysa, yakından bakıldığında henüz bu aşamaya gelinmediği anlaşılmaktadır. Tehlikenin büyüklüğüne karşın bu konuda, ne yazık ki, Kyoto’dan bu yana deyim yerindeyse bir arpa boyu bile mesafe alınmadığı görülmektedir. Global Carbon Project kuruluşunun (GCP) geçen eylül ayında 2007 dünya karbondioksit (CO2) salınımıyla ilgili rapor, bir kez daha alarm çanlarını çalmaktadır. Rapora göre çimento tesisleri, petrol, kömür ve gazla çalışan sanayi kuruluşları atmosfere 8.5 milyar ton karbon salınımı gerçekleştirmişlerdir. Orman kıyımının karbon salınımlarındaki payı ise 1.5 milyar ton düzeyindedir. Veriler, durumun vahim olduğunu ifade etmektedir. Ama bırakınız konuyla ilgili somut önlemler alınmasını, çok sayıda ülke Kyoto’yu imzalayıp onaylamakta ayağını sürümekte; dolayısıyla da yakın geleceğin bu yaşamsal önemdeki tehdidinin ayırdında bile olmadıkları anlaşılmaktadır. Oysa iklim değişikliklerinden kaynaklanan tehdit açıktır: Doğal felaketler, kuraklık, devasa su baskınları, açlık, denizlerin kabarması, buzulların erimesi, özetle gezegendeki yaşamı yok edecek tüm doğa yıkımları.

Hükümetler arası grubun (GIEC) birbiri ardından yayımladığı raporlar, bu konuda durumun kötüye gittiğini ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği’nin sera etkili gaz salınımlarını 2020 yılına kadar yüzde 20, dahası yüzde 30 oranında azaltılmasıyla ilgili bağlayıcı ve yaptırımla kararlar alması, kuşkusuz, özlenen bir tutumdur. Ancak bu kararların hayata geçirilmesi kolay görünmemekte, dolayısıyla da yukarıda belirtilen azaltma oranlarına varılması kuşkulu görünmektedir. Ayrıca dünyanın içinde debelendiği finansal kriz süresince bu konunun etkin bir biçimde ele alınması da pek mümkün görünmemektedir. Zira sera etkili gaz salınımlarının azaltılmasıyla ilgili önlemlerin, sonuçta bir maliyeti olacağı kesindir. Bu yüzden kriz döneminin, bu konuda ciddi önlemlerin yürürlüğe konulması için uygun dönem olmadığı açıktır. Ama şu anda bile bazı olumlu gelişmeler yok değildir. Avrupa Birliği’nin konuya ciddi bir biçimde eğilme eğlimine, geçen hafta İngiltere de katılmıştır. Konuya ters bakmakla ünlü W. Bush yönetimine karşın 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturması beklenen Barrack Obama’nın, tam tersine konuya sıcak baktığı ve alınması gereken önlemlerin öncelikleri arasında bulunduğu ayrı bir umut kaynağıdır.

Ne var ki, gezegendeki sera etkili gaz salınımı alınan az buçuk önlemlere karşın hızını sürdürmektedir. 1990-2000 yılına göre dünyadaki sera etkili gaz salınımı bugün dört katı daha fazla hız kazanarak GIEC’nin en kötü senaryo olarak tanımladığı yüzde 2.7’lik artışı bile geride bırakmıştır. Ama durum vahim olsa da bütünüyle umutsuz değildir. Yeter ki, artık önlemler savsaklanmasın. Ayrıca doğa sera etkili gazlarla savaşta henüz pes de etmemiştir. “Doğanın karbon kuyuları’” olarak adlandırılan bitkiler, yabanıl ve ehli hayvanlar ve karbondioksidi doğrudan içinde eriten ya da pytoplanktonları tarafından emilen denizler işbaşındadır. Bu “kuyular” her yıl insanların neden olduğu karbon salınımının yüzde 55’ini sindirmektedir. Artan sıcaklık biyosferin bu niteliğini belli oranlarda azaltsa bile doğa yine de kurtarıcı görevini sürdürmektedir. Bu yüzden ormanlarımıza, denizlerimize daha fazla oranda sahip çıkılması mutlaka gereklidir.