"Artık buralarda dolaşmak pek tekin değil" dedi arkadaşım,
"yalnız gelme". -Niye?- Şimdi Sulukule’de Romanlar değil, gökyüzünde tabanca
sesleri var. Belediye insanları korkutmaya, son kalan üç-beş aileyi de burdan
atmaya mı çalışıyor, bilemedim. Silah konuşunca söz susar.
***
İlk 2006 Ocak ayında gitmiştik; İstanbul Üniversitesi’nden Sevgi
Uçan-Çubukçu, Bahçeşehir Üniversitesi’nden Süheyla Kırca-Schroeder ile
beraber... Araştırmaya; içimdeki ses ise "Belediye’yi Felaket Projesi’nden
vazgeçirebiliriz". Süheyla farkında: "Delirdin mi sen? Sakın kimseye umut verme"
diye yakama yapışmıştı. 2007 sonuna kadar her hafta gidip geldik. 2008 bahar
aylarında hastalandım. Akademik yazılarını yazabildim ancak Sulukule’nin ya da
kimilerinin uyarısı ve resmen anılmak istenen ismi ile Neslişah ve Hatice Sultan
mahallelerinin. Sulukule, Neslişah’ın ufak bir bölümü, mahalle içinde kavramsal
bir mahallecik.
Eğlence evlerinin bulunduğu, Bizans şehir duvarlarının karşısı,
Kaleboyu Caddesi ve yakın civarını içine alan, çoğunluk eğlence sektöründe
çalışıp yaşayan Romanların bulunduğu yer idi. Eğlence evleri 1994’te tamamen
yasaklanınca boşalan evciklere -odacık desem daha doğru- Güneydoğu’dan köyleri
boşaltılmış, zorunlu göçle gelen en fakir Kürt ve Romanlar yerleşmişti. Ayda 25
liraya; bunu bile ödeyemezdi çoğu. Sulukule’yi "kentsel yenileme" adı altında
toptan yok eden Canavar, öyle tekil bir varlık gibi değil... 77 başlı, 88 kollu,
99 ayaklı, 1111 gögüslü, Hobbes’dan çıkma bir "şey". 111. ayak birkaç bastı;
Sulukule, taş-ufalanmış beton-kırık cam-toprak yığınları, çamurlu sular çukuru
oldu.
***
Geçen hafta tekrar gittim oraya; ardından da sürülmek
istendikleri Taşoluk’a. En az bir asırdır buranın yerlisi tek katlı binalar
gitmiş. Bildiğim kısa ve dar, kocaman çınarları, küçücük evlerin süslediği
sevimli sokaklar, Kuru Çeşme, Sarmaşık, hiçbiri yok. Sokak yok. Sulukule
Meydanı’ındaki İbrahim amcanın kahvesini yıkamamışlar hâlâ; bir vakfa aitmiş.
Geriye, ölümden arta ne kalırsa... Birkaç kişi, birkaç duvar, bir-iki tahta ev
iskeleti. Yanımda, dört yıldır orada canla başla çalışan arkadaşlardan biri,
Avusturyalı belgeselciler, bir de, bizi Taşoluk’a da götürecek, evini Fatih
Belediyesi’nin zoru ile boşaltmış Mustafa bey. Hep birlikte boşluğa öylece
bakıyoruz.
***
Kentin göbeğindeki Sulukule’den Taşoluk’a çevre yolunu
kullanarak gitmek 50 dakika sürdü. 80 km hız ve özel araba ile. Sırayla
Habibler, Sultançiftliği, Arnavutköy (bildiğim Boğaz kıyısı değil tabii),
ormanlık yollar. Ardından sola sapan bir yol. Kayalık’a gidiyor. Sulukulelilerin
"daire alacağı" yermiş. Dünyanın yeni fakirlik standardı günde 1.50 dolarla
değil, sıfırla yaşayanların, bakkal borcunu ödeyemeyen, komşudan bir çorba
kaşığı şeker ile bir tatlı kaşığı çay ödünç alanların "gelecek"
mekânı.
***
Ağaçlar yok oldu. "İşte Taşoluk" dedi Mustafa bey heyecanla.
Baktım. Bir şey göremedim. Dağ-tepe çorak, kızgın güneş ve ıssızlık. Fahrenheit
451... Bir yer değil, bir distopya; bilimkurgu kitaplarından çıkma. Sonra
"geldik". Karşıda, solda yüksekte oturtulmuş, aralarında ot bitmeyen, sıkışık
nizam altı-yedi katlı pembe apartmanlar, birkaç sıra. Önümde bir mimari eser:
Distopya’nın iki katlı alışveriş merkezi. Üst katında, köşede bir bakkal,
yanında bir kasap dükkanı, aşağıda pudra şekerli Kürt börekleri, poğaçalar yapan
Ali bey ve iki erkek kardeşinin dükkanı. Gerisi koca boşluk. Alışveriş
merkezinde tuvaletin suyu akmıyor. Camininkine gittik. Viyanalılardan biri yapıt
için "gross" dedi. Tercüme etmedik. Aman, TOKİ Bey’in kulağına gitmesin. Çevre
düzeni: Her bir tepecikin üzerine oturtulmuş bir apartman. Sıfır yeşil. Çelimsiz
fidanlar olsa da, arada. Arkanı dön; yine bir dizi apartman, birkaç çelimsiz
fidan. Peki yoldaki orman? "Burda yok". Kesmişler mi? Bilmiyorlar. Alışveriş
merkezinin arka kapısının karşısında küçük ama renkli bir çocuk oyun yeri.
Sulukule’den 300 aile Taşoluk’ta daire satın almış; 200’ü, taşınmadan satmış.
Kalmış 100 aile: Buraya yerleşmiş. Ama dayanamamışlar; 80 aile, gerisin geri,
şehrin, sokak dahil, çeşitli yerlerine dağılmış. Kalmış 20 aile. Taşoluk’un
kızgın güneşi, ağaçları kel edilmiş minik tepelerinde 20 Sulukuleli aile.
Sulukuleli’de Roman yerlisi ve (zorunlu göç ile gelen) Kürt toplam 650 (veya
571) hane vardı (hesaplar günde güne değişti). Bunlardan toplam 20’si, yani
Sulukule’deki tapulu evi karşılığı daire alabilen yüzde 3’ü Taşoluk’ta;
diğerleri orda-burda ve sokakta. Sanırım, "zorbalı sürgün"de, onların da
mahalleciği zorla boşaltıldı. Şimdi, İstanbul’un yeni orta sınıfları, adını
anmayacakları, kentin göbeğindeki bu olağanüstü kavramsal mahalleciğe, tarihin
odağına, ama yenilenecek sıfır "tarih"in içine, unutulacak Sulukule’ye, TOKİ
Bey’in yapacağı "evine" yerleşecek... Avusturyalı belgeselcilere, iki-üç yıldır,
iz sürüp araştırdıkları ve çok yakında bitirecekleri filmin "ismi ne olacak?"
diye sordum. Az durdu biri, sonra: "Evim Sulukule’de
idi."