Galeri ve Müzelerin Arka Odaları...



İstanbul Bienali etrafında yankı bulan muhalif seslere yazar, küratör ve öğretim görevlisi Julian Stallabrass’ın “Sanat AŞ” isimli kitabı da eklendi. Stallabrass’ın soğuk savaş sonrasında çağdaş sanatın kendini ve çevresini nasıl şekillendirdiğiyle ilgili fikirlerini paylaştığı kitabı, ekim ayı boyunca göreceğiniz sanat eserlerinin arkasındaki politik ilişkiler ve kültürel etkileşim ağı üzerine farklı bakış açıları getiriyor. Stallabrass ile “sanat” üzerine konuştuk.

- Sanat, ekonomik sistemleri sadece pazarlama stratejileri anlamında mı takip ediyor? Bu birliktelik sanatçıların üretimini ve yaratıcılığını da etkiliyor mu?

Julian Stallabrass: Çağdaş sanat piyasası, az etkili alıcısı olduğundan ve üretim gibi tüketim de dağıtıcılar tarafından kontrol edildiği için biraz garip bir alan. Yine de her piyasada olduğu gibi ekonomik sebepler burada da üretimin doğasını etkiliyor.

- Görünen o ki dünya üzerindeki hâkim kültürlere direnmek ve kültürel ırkçılık arasında ince bir çizgi var. Bu ikisi birbirininden nasıl izole edilebilir?

- Küresel ideoloji tüm kültürlerin büyük zenginlik içinde eşit muamele gördüğünü farz eder. Tabii ki bu çok yüzeysel bir söylem. Bu tip bir ideolojiyi sorgulamak aynı zamanda ırkçı ya da elitist olarak damgalanmak riskini de göze almak demek. Aslında kültürel etkileşimin ve çatışmanın karmaşık tarihi bu ideolojiyle birlikte yozlaştı.

- Bienaller sanat eserlerini kamusal alana taşımaya odaklanmış durumda. Peki günümüz toplumu her kesimin bir arada olabildiği kamusal alanlar sunabiliyor mu?

- Kamusal alanlardaki dikkat çekici eserler bir dayanışma hissini veya sosyal etkileşimi ortaya çıkararak ideal olmaktan uzak kamusal karakterin bilincini geçici olarak yükseltme yöntemini kullanmıştır. Mekânların özelleştirilmesi ve güvenlik amacıyla değişime uğratılması sokaklardaki organik sosyal etkileşimin azalmasına hizmet etti. Sanatçılar bu mücadele içinde rol oynayabilirler, ama kitlesel hareketlerin yarattığı güçten izole olmamak kaydıyla. Videonun tarihi, sanat dünyasında yeniden üretilebilir medyalar için bir uyarı sunuyor. Video, müzelere taşınarak ucuz, görsel, yeniden üretilebilir olmaktan çıkıp pahalı, fiziksel mekâna bağımlı ve küratörler tarafından yönetilen bir türe dönüştü. Soru şu ki kendini Youtube gibi bir alanla sınırlayan kullanıcı sanat dünyasında ciddiye alınır mı? Problem, “sanat” kelimesinin elitler için, sınırlı ve özel üretim yapmak ve bunu kontrol etmek isteyen kurumlara bağlı olması.

- İstanbul’daki çağdaş sanat camiası içinde şöyle bir söylem var. Deniliyor ki “batıda sanatsal yaratıcılık tükenme noktasına geldi. O yüzden burayı araştırmaya başladılar. Bu yüzden İstanbul yakın gelecekte Avrupa’nın yeni çağdaş sanat merkezlerinden biri haline gelecek.” Bu söylemden ne anlamalıyız?

- Her zaman şuna dikkat çekebilirsiniz, diyelim ki, “kubistlerin Afrika kabile sanatından bir şeyler aldıkları iddia edildiğinde bunu yapmak zorundaydılar. Çünkü Batı sanatı içinden çıkılmaz bir durumdaydı.” Bunu yapmak için de bütün ilginç soruları bir kenara atmak gerekiyor. Neden bazı insanlar kültürün tükendiğini söylüyorlar? Bununla ne demek istiyorlar? Ödünç alınan tam olarak nedir? Diğer tarafta da ödünç alınan bir şeyler var mı? Bu tip bir ödünç almaya gelişim denemez, bu sadece kültürlerin etkileşimidir.