Göz Yaşlarınızı Silin, Modern Sanatlar Müzesi Ölmedi



Bugünlerde Modern Sanatlar Müzesi'nde (MoMA) gezerken, içinde bulunduğu durumu çok tasvip etmesem de üzerindeki ölü toprağını attığını hissediyorum. Programı, kalabalıkları çeken avludaki performans sanatı etkinliklerinden ve galerilerindeki nispeten yavan ve didaktik sergilere kadar çeşitlilik gösteren müzenin, özellikle çağdaş sanat söz konusu olduğunda kafa karıştırıcı, ayrıştırıcı bir özelliği var. Ama en azından bir hareketlenme söz konusu. Müze, Manhattan'daki düzgün görünümlü yeni mekânına alışmaya başladığımız 2005'e ve 2006'ya kıyasla çok daha canlı.

Yoshio Taniguchi tarafından tasarlanan ve 425 milyon dolara inşa edilen bina, 2004 yılında açıldı ve sonraki iki yılda mutsuz Mo- Ma ziyaretçilerinin çoğuna bu büyük müzenin mimarinin kurbanı olduğu izlenimini verdi. Bina kusursuz ve sterildi. Galeriler çok küçüktü (hâlâ öyle) ve koridorların, yürüyen merdivenlerin ve onları birbirine bağlayan asansörlerin karmaşıklığı ve sıkışıklığı son derece rahatsız ediciydi (hâlâ öyle). Yoğun bir şekilde hissedilen kurumsal atmosferin MoMa'nın açıkladığı genişleme hedefine ihanet ettiği hissediliyordu: Mevcut ve gelecek koleksiyonları ve ziyaretçileri için daha fazla alan yaratmayı hedeflemişti. Uzun yıllar boyunca katı, ataerkil ve Kübizme dayalı modernizmin bekçiliğini yapan müzenin, bu kısıtlamalar altında bu rolün ötesine nasıl geçeceğini anlamak zordu ki çoğu kişi yeni binanın sonunda bunu gerçekleştireceğini ummuştu. Bir de soğuk ve orantısız iç avlu var. Müze, dört katı kapsayan bu mekân israfını karşılayabilecek durumda görünmüyordu. İlk günlerde, burası yeni binanın başarısızlığa uğrayan öngörü yeteneğinin başlıca sembolüydü ve içeride sergilenen sanat üzerinde kasvetli bir etki yaratıyordu. Barnett Newman'ın "Kırık Dikilitaş" heykelinin geniş iç avluda kalbe saplanmış bir kazığı andırdığını hatırlıyor musunuz? Peki ya bu genişliğin Monet'nin "Su Zambakları" gibi güçlü tabloları aciz göstermesini? Cevabınız hayır olabilir.

Bu günlerde iç avlu, Yeni Modern adı verilebilecek bir akımın sembolü oldu. Bu, müzenin yeniyi, büyük çaplı enstalasyon ve video sanatını, performans sanatını ve daha geniş anlamda bir eğlence ve tören olarak sanatı uçarı ve hatta gözü kara bir şekilde benimsemiş olduğuna dair en büyük işaret. Aynı şekilde iç avlu hem MoMa'nın yeni yaşama gücünün bir ölçüsü hem de çağdaş sanatın nereye doğru yol aldığı ya da MoMa'nın onu nereye yerleştirdiğiyle ilgili biraz korkutucu bir şeyin belirtisi. (İpucu: Kavramsal Sanat Yeni Kübizmdir.) Müze ziyaretçilerinin çoğu gibi ben de iç avluda olan bitenle ilgili karmaşık duygular içindeyim. Kâh kırgın, kâh kandırılmış, kâh tatmin olmuş, kâh yabancılaşmış, kâh etkilenmiş hissediyorum. Yine de müzenin geçirdiği değişimin ilerleme sayılabileceğini düşünüyorum. En azından şimdi, MoMA'nın yaşamsal belirtilerine endişelenmektense ne olduğu ve ne olmadığına ve üstlendiği yeni yaşam konusunda endişelenebiliriz. Şu kadarı belli: MoMa gelişmeye çalışıyor. Küratörleri çoğunlukla binanın sınırlamaları ile baş etmeye çalışıyor ki bu ne yazık ki genelde küçücük galerilere onlarca sanat eseriyle doldurmak anlamına geliyor. Ama küratörler olağanüstü koleksiyonlardan olabildiğince faydalanmaya ve müzeyi Picasso'nun egemenliğinden kurtarmaya da çalışıyor. Örneğin Güney Amerika modernizmine odaklanması son derece şaşırtıcı.

Ama görünüşe bakılırsa küratörler MoMa zihniyetinin ağırlığına boyun eğerek sık sık eski alışkanlıklarına geri dönüyor. Ne de olsa burası, en az herkes kadar tarihin doğru tarafında yer almak isteyen bir kurum. Bunu, müzenin dördüncü katında sergilenen muhteşem ama tahmin edilebilir Soyut Dışavurumculuk akımına ait tablolarda görebilirsiniz. Küratör Ann Temkin, tabloları sıkışık bir şekilde yerleştirmeyi reddederek başyapıtları geniş geniş asmayı tercih etmiş. Ama bunu Braque ve Picasso'yla (sürpriz) başlayan ve başta kadın sanatçılar olmak üzere dünyanın dört bir yanından çok sayıda az tanınmış sanatçıyı içeren "Yirminci Yüzyılda Çizim" isimli güncel sergide de görebilirsiniz. Sergi o kadar ciddi ve monoton ki sonunda kendinizi muhafazakâr ve dar görüşlü hissediyorsunuz. Bir masanın üzerinde birkaç teli düzenleyen bir sanatçının videosuyla sergi sona ediyor. Bir diğer deyişle sergi bir kez daha MoMa'nın kutsal metninin izinden gidiyor: Kavramsal Sanat ve türevleri, Süreç Sanatı, toprak sanatı ve performans sanatı tarafından harekete geçirilen "sanat objesinin manevileştirilmesi" misyonunun. Aynı hikâyenin müzenin ikinci katında 1970'den beri açılan son sergilerinde ve kendinden öncekilerin çoğunda da işlendiğini görebilirsiniz.

Birinin sayfayı çevirmesi gerekiyor. Çağdaş sanat bu kadar kısıtlanmak için fazla geniş ve zengin. Yine de Sezar'ın hakkı Sezar'a. Mo- Ma, müzelerde çağdaş sanatın değişen rolüne dair başlıca örneklerden biri oldu. Müzeler bir zamanlar gizli ya da açık bir şekilde şüpheli yaklaştıkları yeni akımlara kapılarını tereddütle açarken, şimdi onlara, en azından belli türlerine doyamıyor.