Hafızadan Tahayyüle Taksim

Proust'un objektifinden Gezi Parkı (12 Kasım 1944)

Gezi Parkı'na 'yol genişletme çalışması' gerekçesiyle iş makinelerinin girmesiyle başlayan eylemler iki haftayı geride bırakırken, parkta yapılması planlanan Topçu Kışlası projesi de tartışılmaya devam ediyor. Taraf Gazetesi için kaleme aldıkları 'Hafızadan tahayyüle Taksim' başlıklı yazıda, "Taksim için hiç bu kadar konuşulmamıştı" diyen Aykut Köksal ve Tan Oral, ancak Taksim’in bugün neden bir 'problem' oluşturduğunu, kentin bu ana meydanının hangi öyküyle bugüne ulaştığını, kısacası sorunun esasını tartışan çok kişi olmadığına dikkat çekiyorlar.

Başbakan Erdoğan'ın hesaplaşmak istediği İnönü dönemi Taksim'inin artık olmadığının anımsatıldığı yazıda, ancak yine de o dönemin biçimlendirdiği meydanla hesaplaşmanın mümkün olduğu kaydediliyor ve bunun nasıl olabileceğine dair öneriler sıralanıyor.

Aykut Köksal'ın yazısı şöyle:
 
1806 Taksim’i

Taksim 20. yüzyıla, ana cephesini Kışla Caddesi’ne vermiş 1806 tarihli Taksim Kışlası ve karşısındaki Talimhane ile ulaştı. Bir uçta kentin ilk bahçelerinden olan Taksim Bahçesi, öteki uçta 18. yüzyılda inşa edilmiş maksem ve su deposu yer alıyordu. Kentin modernleşmesi, merkezin Kışla Caddesi ya da bugünkü adıyla Cumhuriyet Caddesi üzerinden kuzeye doğru tırmanmasıyla kendini gösterecekti.

1928 Cumhuriyet Anıtı ve Meydanı

1928’de Cumhuriyet Anıtı, Cumhuriyet Caddesi’nin ana ekseni üzerinde konumlandı. Anıtın çevresinde, kışla ahırlarının da tıraşlanmasıyla, dairesel bir meydan, yani Cumhuriyet Meydanı oluşturuldu. İşlevini yitirmiş, avlusu stadyuma dönüşmüş kışlanın önündeki talimhane alanı da yapılaşmaya açıldı.

1940 İnönü Gezisi

1940’da Prost’un imar planıyla, Taksim Kışlası ve ahırlar yıkıldı. Ahırların bulunduğu yer meydana katıldı, kışladan boşalan alan ise İnönü Gezisi’ne dönüştürüldü. Yapılaşmaya yer verilmeyen Gezi, heykeli hiçbir zaman dikilemeyecek İnönü Anıtı’nın kaidesiyle ve anıtsal merdivenlerle meydana açılıyordu. Artık meydanın ölçeği değişmiş, Gezi ekseni, belirleyici ana eksen olmuş, Cumhuriyet Anıtı ise geri planda kalmıştı. Aynı tarihte bir “opera binası” inşa edilmesine karar verildi, 1946’da temeli atıldı.

1969 ve sonrası

“Opera binası”, 1969’da tamamlandı, bir yıl sonra yandı, 1977’de, AKM adıyla yeniden açıldı. 1975’te, Taksim Belediye Gazinosu’nun yerinde Sheraton Oteli yükseldi. Bunu meydandaki Inter Continental Oteli izledi. 1988’de Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla birlikte Taksim Meydanı, “meydan” kimliğini bütünüyle yitirdi, bir ulaşım kavşağına dönüştü. Cumhuriyet Caddesi ile ilişkisi tümüyle kopan Cumhuriyet Anıtı ise, tanımsız meydanın kıyısına gelişigüzel itilmiş bir durumdaydı.

Şimdi Başbakan, bu hafızayla hesaplaşmak ve kendi “Taksim tahayyülü”nü hayata geçirmek istiyor. İnönü döneminin biçimlendirdiği Taksim’e karşı, bu dönemin damgasını taşıyacak bir Taksim inşa etmeyi arzuluyor. İşte bu yüzden, İnönü döneminde inşa edilenleri yıkma isteği, o dönemde ortadan kaldırılanları yeniden inşa etme isteğiyle birleşiyor. Ne var ki artık o Taksim yok. Cumhuriyet Caddesi bile yerin altına alındı.

Ama yine de İnönü döneminin biçimlendirdiği meydanla hesaplaşmak mümkün: Cumhuriyet Anıtı’na itibarı iade edilebilir, yeniden kendi ölçeğine, daha ilk başta onunla birlikte var olmuş Cumhuriyet Meydanı’na kavuşturulabilir. Ölçeğini kazanacak bu meydanın dışında kalan, kışlanın ve ahırların üzerinde oturduğu tüm alan, parçalanmadan, merdivenlerle ayrılmadan gerçek bir park alanına dönüştürülebilir. Böylece Başbakan’ın arzu ettiğini söylediği, yalnızca yayalara ait kılınmış Taksim yaratılabilir. Ama bu Taksim’de yayalar, altında tünellerin yer aldığı, yeşilin ancak saksılar içinde yetişebildiği bir alanda değil, ağaçların yetiştiği gerçek toprak üzerinde yürümeliler. Böylece yayalaştırma projesi de gerçek bir yayalaştırma projesine dönüşmeli.