Hasankeyf, Keyfine Baksın!



Sarp dağların arasından kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz tıpkı Dicle gibi... Baharın bereketi, rengârenk çiçekler her yeri kaplamış. Dicle'nin kenarlarından su içen yabanî atlar bir rüya sanki. Tarihî kentten önce bizi hâlâ zirvelerinde karları erimemiş Raman Dağı karşılıyor. Nihayet, binlerce yıla inat ayakta duran antik kent, tarihî mirasımız 'Hasankeyf' ile karşılaşıyoruz.

Tıpkı bir zaman tünelindeymişiz gibi başlıyor Hasankeyf'in dar sokaklarına olan yolculuğumuz. Her gelen ziyaretçi gibi soluğu önce Hasankeyf Kalesi'nde alıyoruz. Rehber çocuklar eşliğinde kısa bir şehir turu gerçekleştiriyoruz. Çocuklar, aralıksız anlatıyor. İşte onlardan biri: "Kaledeki eski şehre yerleşenler camlarını maviye boyuyormuş. Çünkü o zamanlar kentte çok fazla akrep varmış. Akrepler renk körü olduğundan maviyi kırmızı zannediyor. Kırmızı da ateşin simgesi..." Hikâyeler, efsaneler anlat anlat bitmiyor...

Hasankeyf 1. derece tarihî sit alanı. Yarım asırdır devam eden ve artık bir yılan hikâyesine dönen Ilısu Barajı, Hasankeyf'in de Hasankeyflinin de belini bükmüş durumda. Baraj yapılacak diye antik kente hiçbir yatırım yapılmıyor. Evler yenilenemiyor, restorasyon yapılmıyor. Hasankeyf'te konaklamak isteyenler için küçük de olsa bir otel var, ancak genellikle insanlar kente 30 dakika mesafedeki Batman'da kalmayı tercih ediyor.

Artuklu, Eyyübi, Akkoyunlu, Osmanlı dönemlerinden eserler yer alıyor kentin dört bir yanında. Eserlerin kimi bakımsızlıktan yok olmuş, kimiyse yok olmak üzere. Bu yıl ilk kez Kültür Bakanlığı'nın projesiyle bazı eserler onarılmaya başlanmış. Eserlerin sular altında kalıp kalmayacağı hâlâ netlik kazanmasa da, mirasın en azından şimdilik onarılması olumlu bir gelişme.

Hasankeyf Kalesi'nden eşsiz manzarayı seyrederken Dicle'nin kuzeyindeki Zeynel Bey Türbesi'nin etrafındaki iskele dikkatimizi çekiyor. Soluğu türbenin yanında alıyoruz. Kültür Bakanlığı'nın ihalesini kazanan ve restorasyon faaliyetlerini yürüten şirket yoğun bir çalışma içinde. Şirket yetkilileri konuşmuyor ama ustalardan biri şu yorumu yapıyor: "Buraya Batman'dan çalışmaya geldim. Bu eseri tamir ediyoruz. 'Yap ' dediler, yapıyoruz. Hasankeyf sular altında kalacakmış. Neden yapıyoruz bunu pek de anlamıyorum." Başka bir işçi de, Hasankeyf'in sular altında kalmasını istemediğini söylüyor. Çalışmaları sürdüren bir uzmansa, şehir sular altında kalsa da kalmasa da bu eserlerin her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve güçlendirme çalışmasının yapılmasının çok doğru bir adım olduğunu belirtiyor.

Köyün delisi de baraja 'hayır' diyor

Çarşıda, sokakta gördüğümüz insanlara, çocuklara, hatta aklî dengesi yerinde olmayan Hüseyin'e dahi Hasankeyf'in sular altında kalması hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. Feyzullah Şeker'in, Dicle'nin kuzey kenarında büyük bahçeli bir evi var. Şeker, hayvanları için küçük bir kulübe bile yapamadığından, Ilısu Barajı söylentilerinin hayatlarını çekilmez bir hale getirdiğinden dert yanıyor: "Yeni Hasankeyf'e çok katlı evler yapacaklarmış. Bana sordular 'İster misin?' diye. 'Ben öyle evi ne yapayım?' dedim. Buradan gitmeyi istemiyorum. Bahçedeki bu ağaçlar suya gömülecek, (evinin hemen yanındaki hamamı ve Zeynel Bey Türbesi'ni göstererek) bu eserler yok olacak. Devlet isterse kellemizi keser ama bunlara yazık değil mi?" diyor. Hasankeyf'te 'köyün delisi diye bilinen' akli dengesi yerinde olmayan Hüseyin bile barajla ilgili soruyu ciddiye almıyor.

Güneş yavaş yavaş Raman Dağı'nın arkasından batarken, Hasankeyf altın rengine dönüyor. Gökyüzünde ona eşlik eden gökkuşağı şans diler gibi. Ne Haçlı Seferleri, ne Moğolların saldırıları, ne de Timur Anadolu'yu, Hasankeyf'i yok edemezken, bugün yalnızlık mı, baraj sularının altında kalacağını bilmenin acısı mı bilinmez bir keyifsizliği var tarihi şehrin.