Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün bulunduğu
yerleşkedeki yapılara sahip çıkılmaması, Enstitü’nün adeta harabeye dönüşmesine
neden oluyor. Toplam 63 yapının bulunduğu yerleşkede, yapıların sadece 3 tanesi
korumaya alınırken, diğerlerinin kaderine terk edilmesi tepki çekiyor. Onlarca
“kültürel varlık” yıkılmayı bekliyor.
Bundan yaklaşık 70 yıl önce kurulan Hasanoğlan Köy Enstitüsü
yerleşkesinin bir bölümünde Hasanoğlan Anadolu Öğretmen Lisesi
bulunuyor. 1941 yılında “Enstitü İmecesi” ile yapılan Hasanoğlan Köy
Enstitüsü, köy öğretmeni yetiştiren en büyük bölümüyle birlikte, içinde ayrı
programları olan başka başka birimleri de barındıran büyük bir “eğitim sitesi”
olarak kuruldu. Yerleşkeye yapılması öngürülen 125 yapıdan 18’i ilk altı ayda
yapıldı. 1944 yılında 51, 1946’ya kadar da 63 yapı tamamlandı. Çivinin dahi çok
zor bulunduğu, paranın olmadığı, petrolün kısıtlı olduğu yıllarda öğrencilerin
emekleriyle “küçük bir şehir” kuruldu. Ancak günümüzde, bu 63 yapıdan yalnızca 3
tanesi “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı” olarak tescilli. Arazinin
tümü koruma alanı olmasına karşın tescilli olanlar dışındaki tüm yapılar
kaderine terk edilmiş bir şeklide yıkılmayı bekliyor.
Aksu Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde
eğitimine devam eden ve buradan öğretmen olan eğitimci, yazar Pakize
Türkoğlu Hasanoğlan’daki yıllarını anlatarak bu duruma tepkisini şöyle
dile getiriyor:
“Milli Eğitim ve Kültür bakanlıklarının sorumluluğunda bir problemdir bu.
Bakanlıklar, Köy Enstitüleri’ni koruyacakları sözünü vermesine karşın binalar
korunmuyor. Hem mimari hem de kültürel yönden korunması gereken gözde yerlerdir
enstitülerimiz. UNESCO’nun haberi olsa buraları korurdu. Hasanoğlan öğrenci ve
öğretmen dayanışmasıyla yapılmış bir kültür mirasıdır.”
Daha önce yapmış olduğu bir konuşmasını da Cumhuriyet Ankara ile paylaşan
Türkoğlu, şunları söyledi:
“Günümüzde zaman zaman Enstitüye gittiğimizde görüyoruz. O büyük tesis
varken, ‘Öğretmen Lisesi’ için klasik bir okul yapılmış. Çünkü, ‘bir yapılı iki
kapılı’ klasik eğitime, koğuş usulü yatılıya yeniden dönüldü. Çünkü, ezberci
eğitimin o kadar büyük bir alana yayılacak zenginliği ve çok yönlülüğü yoktur.
Köy Enstitüsü döneminin matbaasını bir ara mescit yapmışlardı. Kır saçlı milli
eğitim müdürlerinin, müfettişlerin imeceyle yaptıkları ve dönemin köy okulu
mimarisinin bir örneği olan Uygulama İlkokulu, Ecevit döneminde karakol olmuş.
Enstitü öğrencilerinin, Gogol’un Müfettiş’ini, Moliere’in Cimri’sini, Bizim
Şehir’i, Bizim Köy’ü sahneledikleri, nice zeybeklerin oynandığı, görkemli
kültürel toplantıların gerçekleştiği, Cumhuriyet döneminin ilk “Açık Hava
Tiyatrosu” piknik alanı olmuş. Müzik binamız hurda deposu haline getirilmiş. Bu
örnekler, eğitimde nereden nereye gelindiğini de gösteriyor. Oraya gittiğimizde
bizden enstitü döneminde neler yapıldığını, o ayrı ayrı yapılarda nasıl
yaşandığını anlatmamızı istiyorlar. Turist rehberleri gibi anlatıyoruz, o
eğitimin yapılaşmasını ve mimarisinin anlamını. Onlar da turistlerin antik
dönemleri dinlediği gibi geçmişe özlemle dinliyorlar bizi. Bugün orada görevli
yönetici ve öğretmen meslektaşlarımızın bu sonuçlarla ilgili bir günahı yok
kuşkusuz. Onlar öğrencileriyle birlikte bu eski değerleri yine de korumaya
çalışıyorlar, gelenlere konukseverlik gösteriyorlar. Suç günah, Cumhuriyet
Devleti’nin yasalarla güvence altına aldığı, yerleşme yapılaşması ve mimarisi
ile de özgün bir örnek vermiş yerli eğitim sistemimizi çarçur eden daha büyük
yöneticilerindir.”