Her Yanımızı Saran Çirkinlikler

Eskişehir’deydim. Bundan iki-üç yıl önceydi sanırım. Belediye Başkanının (anakentinki değil) görevlendirdiği dost, beni bir yapının karşısına götürdü... Çok beğeniyorlardı kötü bir yapıyı boyayarak, değiştirip, soktukları yeni biçimi… İlle ben de görmeliydim. Şu bildiğiniz, gerçekten çirkin “trafo” yapıları var ya… Onlardan biriydi… Üzerine ahşap bir kapı, pencereler yapıştırılmış, boyanmış, süslenmiş, o günlerin evlerinden biri gibi gösterilmeye çalışılmıştı.

Sanırım İngilizce’den gelen “kiç” diye yabancı bir sözcük vardır. Başka hiçbir dilde karşılığı yoktur. Her dilde bu biçimiyle kullanılır. Ben “arabesk” ile karşılamağa çalıştım kimi alanlarda… Pek olmadı… Beğenisizlik, zırvalık, saçmalık diyebilirsiniz yerine göre… Ne derseniz deyin… Kötü bir şey işte…

Yüzümün buruşmasından anlaşılmıştı çoktan ne diyeceğim… “Ama,” dediler, “filanca ile falanca çok beğendiler.” Çağdaşı beceremedikleri için eskiden kopya etmeye kalkışanları alkışlayan kişilerdi bunlar… Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bunun, çağdaş kültürü üretememek olduğunu… Perdesiyle, kafesiyle pencereyi böyle bir duvara boyamanın aldatmayı bile becerememek olduğunu nasıl anlatırsınız?

Derken böylesi saçmalıklar sağda solda görülmeye başladı. Şimdi de İstanbul’da, Üsküdar’da gün günden artıyorlar. Bu “zevksizlik” midesini bulandırıyor kişinin. Her yere geri kalmışlığın, kültürsüzlüğün damgasını vuruyorlar sanki…

“Onların beğenisi de bu!” denilebilir. İyi de, onlar tüm toplum demek değil ki… Zevksizliğini kendi evinde yaşasın. Kamu alanında herkesin görüşünü neden kirletiyorlar? Yapma çiçek, plastik palmiyeler, her kentin girişinde ölçü dışı karpuz, incir, elma, üzüm gibi şeyleri çağrıştıran çirkinlikler…

Durmadan büyüyor bu zevksizlik… Birileri buna dur demeli…