İtalya, L’Aquila’da 8-10 Temmuz 2009
tarihleri arasında yapılan zirvede, ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya,
İngiltere, Rusya Federasyonu ve Kanada’dan oluşan G8 liderleri,
AB temsilcisinin de katılımıyla 8 Temmuz’da “Sürdürülebilir Bir Gelecek
İçin Sorumlu Liderlik” başlığı altında bir bildirge yayımladılar.
Ertesi gün, 9 Temmuz’da da, bu gruba ilave olarak sekiz ülkenin (Avustralya,
Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya, Güney Kore, Meksika ve Güney Afrika) daha
katılmasıyla oluşan Büyük Ekonomiler Forumu adına iklim ve enerji konularında
bir açıklama daha yapıldı.
G8 liderlerinin bildirgesinde, “Ekonomik ve Finansal Kriz”,
“Kalkınma ve Afrika” ana başlıklarının yanı sıra, önemli bir
bölüm de “Doğal Kaynakların Sürdürülebilir Kullanımı: İklim değişikliği,
Temiz Enerji ve Teknoloji” konusuna ayrılmıştır. Bildirgede, iklim
değişikliğinin sadece çevreyi değil, esas olarak varlığımızı ve gelecekteki
refahı tehdit ettiği belirtilerek karbon yoğunluğu düşük bir toplumsal yapının
gerekliliğine işaret edilmektedir. Aynı zamanda sosyal ve ekonomik kalkınma için
enerji temini ve emre amadeliğinde kararlılık ve güvenilirliğin şart olduğu
belirtilerek, varolan ya da yeni teknolojilerin inşası ile yenilikçi ekonomi,
çevre ve enerji politikalarının oluşturulması için tüm ülkelerde acil ve kararlı
bir eylemlilik gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Bildirgede artık klasik hale gelen “etkin çalışan piyasa, rekabetçi
yapılar, kararlı kamu politikaları” gibi vurguların yanında,
“enerji verimliliği, temiz teknolojiler ve yenilenebilir enerji
alanındaki yatırımların arttırılması” gibi söylem düzeyinde alıştığımız
konulara bir kez daha yer verilmekte, teknolojik gelişmenin ve küresel ölçekte
yaygınlaşmasının önemine işaret edilmektedir. Son dönemde yine sıkça dile
getirildiği üzere yeşil ve temiz bir ekonomik gelecek inşa edilerek yeni iş
olanakları ve ekonomik iyileşme sağlanacağına dikkat çekilmekte ve bu konuda
diğer ülkelere de çağrı yapılmaktadır.
Yapılmak istenenler konusunda daha doğru bir fikir oluşturabilmek için, genel
kabul görecek söylemlerin ve beylik ifadelerin arasında, özellikle dikkat çeken
hususların üzerinde durmakta yarar vardır.
Kopenhag sürecinde G8’ler
G8’lerin bildirgesindeki değerlendirmeye ve eleştiriye açık hususlar şöyle
sıralanabilir:
- Bildirgede, bu yılın sonunda Kopenhag’ta yapılacak olan BM İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) Taraflar Konferansı’nda gelişmiş ülkelerin
güçlü bir katkı koyacakları belirtilmektedir. Bu konuda 2007 yılında yapılan
Bali Konferansı’na referans verilirken, konunun “2012 sonrası için küresel ve
kapsamlı bir anlaşmanın şekillendirilmesi” şeklinde esnek bırakılması,
Kopenhag’da varolan uygulamalardaki boşlukları giderecek ve gecikmeksizin
uygulamaya sokulacak bir dizi karar bekleyen azgelişmiş ülkelerde soru
işaretleri oluşturmaktadır.
-G8’ler bildirgede, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 2
derecelik (ºC) bir eşik değer ile sınırlamayı tüm ülkelerin üzerinde anlaştığı
bir konu şeklinde sunmaya çalışmaktadır. Buna karşılık bilim adamları arasında
“2 ºC’lik artışın” bir güvenlik sınırı gibi algılanmaması gerektiği, bu açıdan
bir kesinlik olmadığı, iklim değişikliğinin etkilerinin şu anda da görüldüğü
dile getirilmektedir. İklim değişikliğinden en fazla zarar görmesi beklenen ada
ülkeleri ile azgelişmiş ülkeler artışın daha düşük seviyelerde tutulması
gerektiğini savunmaktadır.
‘Baz yıla’ ABD rötuşu
- Kyoto Protokolü’nde, emisyon indirimi taahhütleri için baz yıl olarak 1990
yılı alınmış olup ülke envanterlerinde emisyonlara ilişkin tüm karşılaştırmalar
buna göre yapılmaktadır. Buna karşılık bildirgenin 65. fıkrasında, G8
ülkelerinin 2050 yılında yüzde 80 veya daha fazla azaltımı hedeflediği
belirtilirken, baz yıl olarak “…1990 yılı ve daha yakın yıllara kıyasla” ifadesi
yer almaktadır. Baz yıl için getirilen bu esnekliğin ABD’de yasalaştırma
çalışmaları devam eden düzenleme ile ilişkili olduğunu düşünmek herhalde yanlış
olmayacaktır.
Bilindiği üzere, Obama’nın gelişi ile hemen her konuda olduğu gibi sera
gazları indirimi konusunda da ABD’nin Bush yönetiminden farklı bir tavır
izleyeceği beklentisi yaygındı. Henüz Senato’dan geçip geçmeyeceği belli
olmamakla birlikte, haziran ayı sonunda Temsilciler Meclisi’nden geçen ve
Waxman-Makey adı ile anılan düzenleme ile ABD, 2020 yılında emisyonlarını 2005
yılı emisyonlarına göre yüzde 17, 2050 yılında ise yüzde 83 oranında düşürmeyi,
ayrıca ulusal bir “emisyon üst sınırı ve ticareti” (cap and trade) sistemi
kurmayı hedeflemektedir. ABD’deki düzenleme birçok açıdan eleştiri almaktadır.
ABD’nin emisyonları 2005 yılında 1990 yılına kıyasla yaklaşık yüzde 16
arttığından 2020 yılında hedeflediği yüzde 17’lik indirim, 1990 yılı
emisyonlarına göre çok daha düşük bir oranda kalmaktadır. Bir eleştiri de
indirimlerin büyük ölçüde karbon kredileri ile karşılanacağı yönündedir. Ayrıca
South Centre adındaki, gelişmekte olan ülkelerin kurduğu hükümetlerarası bir
organizasyonun yöneticiliğini yapan Martin Khor tarafından hazırlanan 6 Temmuz
2009 tarihli bir makalede, söz konusu düzenleme ile ABD’ye ithal edilen mallar
için, karbon/enerji yoğunluklarına bağlı olarak “tahsisat” satın alınmasını
gerektirecek ek parasal yükümlülükler getirildiğine dikkat çekilmektedir.
Makalede özellikle Çin ve Hindistan’ın ABD’nin getirdiği bu korumacı uygulamaya
karşı çıktıklarına ve uygulamanın Dünya Ticaret Örgütü kurallarına aykırı
olduğuna ilişkin saptamalarına yer verilmektedir.
G8’in kısa vadeli hedefi belirsiz
- G8’lerin 2050 yılı için uzun vadeli bir hedef telaffuz edip, buna karşılık
orta vadede 2020 yılı için indirim oranını somutlaştırmamaları eleştiri
almaktadır. Bu şekilde 2050 yılı için koydukları hedefin ciddiyeti ve
gerçekleşebilirliği de soru işaretli hale gelmektedir.
- Bildirgede, gelişmiş ülkelerce iklim değişikliği ile ilişkili olarak
teknolojik gelişmelere büyük önem verilmekle birlikte gelişmekte olan ülkelere
teknoloji transferi konusunda güçlü vurgular bulunmamakta, buna karşılık
çevreyle uyumlu ürünlerin ve hizmetlerin ticaretinin önündeki tarife ve tarife
dışı engellerin kaldırılması veya azaltılması gibi gelişmiş ülkelerin
çıkarlarına hizmet edecek ifadeler yer almaktadır. Aralarında Çin, Hindistan
gibi ülkelerin de yer aldığı Büyük Ekonomiler Forumu tarafından ertesi gün
yapılan açıklamada da teknoloji konusuna değinilmiştir. Bu dokümanda, “Özel
yatırımların, kamu-özel ortaklığının, uluslararası işbirliğinin ve bölgesel
yenilik merkezlerinin önemi de dikkate alınarak, düşük karbonlu, çevre dostu
teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi ve uygulanabilirliğinin
gösterilmesi için kamu yatırımlarının önemli ölçüde arttırılacağı ve koordine
edileceği” belirtilmektedir. Ayrıca temiz enerji teknolojilerinde öncülük
yapacak ülkelerin atacağı adımların memnuniyetle karşılanacağı ifade
edilmektedir.
Teknoloji transferine mülkiyet hakkı freni
- Bu arada G8’lerin bildirgesinin dikkat çeken bir yanı da teknoloji
transferi öne çıkarılmazken fikri mülkiyet haklarına önemli ölçüde vurgu
yapılmasıdır. Nitekim ABD’de, gerek yukarıda belirtilen düzenleme gerekse yakın
zamandaki başka düzenlemelerle fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin
koşulların daha da sıkılaştırıldığı belirtilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler,
fikri mülkiyet hakları üzerinden geliştirilen korumacı politikaların gelişmekte
olan ülkelerde iklim değişikliğine karşı alınacak önlemleri zora sokacağına
dikkat çekmektedir. Ayrıca bu durumun, İDÇS’nin, gelişmiş ülkelerin çevreye
uyumlu teknolojilerin ve know-how’un özellikle gelişmekte olan ülkelere
transferini, bu teknolojilere geçişlerini desteklemek, kolaylaştırmak ve finanse
etmek üzere tüm uygulanabilir adımları atacağına dair 4.5 sayılı maddesine
aykırı olduğuna işaret edilmektedir.
- Üzerinde tartışmaların olduğu bir konu da iklim değişikliğine karşı
mücadele ve uyum çalışmalarının finansmanıdır. Meksika’nın finansman konusunda,
gelişmiş ülkelerle diğerleri arasında bir orta yol bulmak üzere, ülkelerin
GSYİH’sı, nüfusu ve emisyonlardaki payları dikkate alınarak belirlenecek
katkıları ile İDÇS bünyesinde bir fon oluşturulması önerisi vardır. G8’ler
Bildirge’de Meksika’nın önerisine olumlu baktıklarını belirtirken, ertesi günkü
bildirgede “Meksika’nın Yeşil Fon önerisi de dahil olmak üzere, uluslararası fon
düzenlemelerine ilişkin tekliflerin dikkate alınacağı” ifadesi yer almıştır.
Zira finansman konusunda, sanayileşmiş ülkelerin sorumlu olmasını savunan Çin ve
G77’lerin önerisi ile başka ülkelerin teklifleri de bulunmaktadır.
‘Emisyon piyasası’ vurgusu
- Tahmin edileceği üzere, bildirgede vurgu yapılan konulardan biri de sera
gazı salımlarının azaltılmasında ticari mekanizmaların rolü olup, bu rolün de
arttırılacağı anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili ifadelerde, piyasa
mekanizmalarının diğer ülkeleri de kapsayacak şekilde, sektörel bazda ve mümkün
olduğu ölçüde genişletilmesine yönelik görüşler ortaya konmaktadır. Ticari
mekanizmaların bugüne kadar sera gazı azaltımına ve iklim değişikliğinin
önlenmesine yarar sağlamak yerine, amacından tamamen saptırılarak
“karbondioksit” üzerinden yeni bir meta ve yeni bir piyasa oluşturmaya hizmet
ettiğinin açıkça ortaya çıkması egemen söylemi ve uygulamaları etkilememekte ve
“piyasa” her zamanki gibi kutsanmaya devam edilmektedir.
Ayrıca bugüne kadar hesaba katılmayan uluslararası havacılık ve deniz
taşımacılığından kaynaklanan emisyonların, 2012 sonrasında kontrol altına
alınması için çaba gösterileceği belirtilmektedir.
Enerjide bilinen söylemler tekrarlandı
G8’lerin bildirgesinde, her biri ayrı ayrı ele alınmaya değer olan uyum,
doğal afetler, biyoçeşitlilik, ormanlarda ve arazilerde nitelik kaybı gibi
konuların yanısıra temiz ve erişilebilir enerji konusuna da yer verilmektedir.
Dokümanda, iklim değişikliği ve uzun erimli sürdürülebilir kalkınma konularının,
(özellikle temiz enerji temini vasıtasıyla) enerjinin emre amadeliğinin
sağlanması ve enerji yoksulluğunun önüne geçilmesi ile yakından ilişkili olduğu
vurgulanmaktadır. Enerji altyapısı ve enerji verimliliği alanındaki yatırımların
güçlendirilmesi, enerji çeşitliliği ve teknolojik yenilenme her zamanki gibi
dikkat çekilen konulardır.
Bu arada sera gazlarını azaltmak üzere, yenilenebilir enerji kaynaklarının
yanısıra nükleer enerji, özellikle nükleer güvenlik konularına ve karbon tutma
ve depolama teknolojilerine vurgu yapılmaktadır. Bu iki teknoloji de mevcut
üretim ve tüketim kalıplarını fazla değiştirmeden yoğun enerji üretimini
sürdürmeyi sağlayacak teknolojilerdir; arkalarında güçlü lobilerin desteği
bulunmaktadır.
Enerji konusunda da, artık beylik hale geldiği üzere enerji piyasasının
işlerliğine değinilmekte, enerji piyasasının iyi bir şekilde işleyebilmesinin
önşartı olarak uluslararası yasal ve düzenleyici yapıların destekleneceği ve
iyileştirileceği vurgulanmaktadır.
Yeni pazarlar arayışı
Enerji yoksulluğunun önüne geçilmesi konusunda da, modern enerji hizmetlerine
erişebilir olmanın insani ve toplumsal gelişme açısından önemli olduğu, enerjiye
erişim ve emre amadeliğin gerek kırsal gerekse kentsel alanda yaşam koşullarının
iyileştirilmesi, daha temiz su, daha iyi sağlık koşulları, daha iyi eğitim ve
diğer yaşamsal hizmetlerin temini ile sıkı sıkıya ilişkili olduğu gibi itiraz
edilmesi pek de mümkün olmayan saptamalar yer almaktadır. Ancak kırsal
elektrifikasyon projeleri ve yenilenebilir enerji sistemlerinde özel sektör
yatırımlarına hız verilmesi, “özel sektör” ile işbirliği yapılarak uygun
teknolojilerin devreye sokulması, beceri ve yeterliliklerin geliştirilmesi
türündeki ifadelerden, esas amacın enerji yoksulluğunu gidermekten çok, bugüne
kadar Batılı şirketler için pazar özelliği göstermekten uzak ülkeleri ve yerleri
de pazara dönüştürmek için gerekli mekanizmaları harekete geçirmek olduğu
anlaşılmaktadır. Zaten konunun genelinde özel sektörün rolüne sürekli vurgu
yapılmaktadır.
Sonuçta, bekleneceği üzere G8’ler “sorumlu” bir hareket tarzı yerine kendi
çıkarlarını öne koyan çizgilerini sürdürmektedir. İklim değişikliği konusunda
çizilen felaket senaryoları ile bu işin sorumluluğunu taşıması gereken ülkelerin
niyetleri ve uygulamaları arasında önemli bir uçurum bulunmaktadır. Bu durum
bazı soruları akla getirmektedir: Sistemin egemen güçleri karşı karşıya kalınan
küresel ekolojik kriz karşısında, kısa vadeli çıkarlarını kollamak adına ciddi
bir aymazlık içinde midir? Karşımızda, başka konularda da olsa, sık sık duymaya
alıştığımız “Krizi fırsata çevirmek” eğilimlerinin bu kez iklim değişikliği
karşısında sorumsuzca sürdürülen örnekleri mi vardır? Yoksa iklim değişikliği
üzerinden yürütülen programlı ekonomik ve politik manevralar mı söz konusudur?
Bilimsel araştırmaların taşıdığı belirsizlikler, bilgi üretimi ve bilgiye erişim
dahil, sistemin içerdiği ve ürettiği her türden eşitsizlik ve bağımlılık soru
işaretlerini de güçlendirmektedir. Ancak varolan sistemde ekolojik bir krizin
bedelini de yoksulların ödeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.