İstanbul 2010 ve AKM ya da Ezber Bozmak Üzerine



İstanbul 2010 AKM Ajansı’nın Atlas Pasajı’ndaki mekânında 22 Ekim günü önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıda Mimar Murat Tabanlıoğlu gönüllü olarak gerçekleştirdiği Atatürk Kültür Merkezi onarımı projesini sundu. Toplantının öteki katılımcıları arasında binanın kullanıcıları olan Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası çalışanları temsilcileri, AKM Müdürü Bülent Bilgin, İstanbul 2010 yetkilileri, İKSV, Borusan Kültür Merkezi, Aksanat gibi kültür kurumlarının yöneticileri, mimarlar, kültür alanında çalışan başka profesyoneller ve Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu ile İstanbul 2 No.lu Koruma Kurulu Başkanı Mete Tapan da vardı.

Toplantı önemliydi. Aslında önemli bir sürecin önemli adımlarından biriydi demek daha doğru. Yıkılmaya kalkışılan Atatürk Kültür Merkezi’nin sivil toplumdan gelen tepkiyle yıkımdan kurtulması sevindiriciydi ama bu yetmiyordu. İstanbul 2010 AKM Ajansı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bir protokol imzalamayı başararak onarım sürecinde sorumluluğu üstlenmesi belki de can alıcı adımdı. Bu adımla devlet bürokrasisinin alışılagelen yöntemlerinin dışında bir yol denenmesi olanağı doğarken, aynı zamanda “Avrupa Kültür Başkenti olmak ne demek?” sorusunun yanıtı olabilecek büyük projelerden biri ele alınıyordu. Atlas Pasajı’ndaki AKM toplantısının önemi işte burada yatıyordu.

Mimar Tabanlıoğlu’nun anlatımlarından öncelikle şunu anladık: AKM onarım projesi aslında iki aşamalı. Birinci aşama -ki bugün gündemde olan bu- faal durumdaki ana binayı içeriyor. İkinci aşama ise halen otopark olarak kullanılan yandaki alan. Bu evre için henüz herhangi bir adım atılmıyorsa da İstanbul için müthiş bir potansiyel içerdiği gerçek. İTÜ Taşkışla-Atatürk Kütüphanesi-AKM aksı içinde yer alacak yeni bir kültür mekânıyla belki de AKM’nin işlevlerini genişletmek mümkün olacak.

Tabanlıoğlu ilk aşamaya ilişkin hazırladığı projesini sunarken birkaç noktaya odaklandı. İstanbulluların buluşma yeri olan AKM girişinin meydanla bütünleşmesi, gişelerin yapının içine alınması, küçük salona inişte yapılan bazı değişiklikler gibi. Proje, yapının Boğaz’a sırtını döndüğünü, oysa çok değerli Boğaz manzarasına bir restoranla açılmanın mümkün olduğunu vurgulayarak binanın ön cephe çatı altına da bir kafeterya öneriyordu.. İkinci öneri ise yapının cephesindeki camın, yalıtım özellikli camla değiştirilmesi, mevcut alüminyum profilin sökülmesi ancak aynı desenin yenilenecek olan cama nakşedilmesi ve bu cephenin bir dijital ekran olarak kullanılmasıydı.

Binanın kullanıcıları ve öteki katılımcılar bu öneriler karşısında görüşlerini dile getirdiler. İtirazlar yükseldi, alçaldı. Ama önemli olan mimarın, ev sahibi kullanıcının ve binada kendilerinin de yeri olması gerektiğini söyleyenlerin aynı masa çevresinde buluşabilmeleriydi. Bu birliktelik herhangi bir mimari tasarımın tartışılmasından öte bir anlam taşıyordu. Çünkü bugünkü işleyişiyle AKM’nin plastik sanatları, çağdaş sanatı, deneysel sanatları dışarıda tutması gibi bir durum söz konusuydu ve mimari tasarım aslında AKM’nin yeni işleyiş modeliyle de bağlantılı olarak tartışılmalıydı. Bir yeni yönetim modeli hem Devlet Tiyatrosu ve Senfoni Orkestrası temsilcilerinin, yani ev sahibi sanatçıların hem de dışarıdakilerin temel isteğiydi. Dolayısıyla Atlas Pasajı’ndaki AKM toplantısı mimarinin ötesinde bir içeriğe ve öneme sahipti. Bir kamu projesinin, fiziki planın ötesinde ilgili bütün aktörlerin katılımıyla nasıl ilerletilebileceğinin de göstergesiydi.

İstanbul 2010 AKB süreci hızla ilerlerken 2010 yılında İstanbul’un kazanımlarının neler olacağının ya da olması gerektiğinin tartışılması açısından da önemliydi toplantı. Avrupa Kültür Başkentliği kavramı bazı temel ilkeleri içeriyor. Süreklilik, katılımcılık, kent halkının kültür yaşamında kalıcı olacak ürün ve yöntemler üretmek gibi. Bu ilkeler yalnızca 2010 gibi bir kampanya yılına özgü değil aslında. Yaşamın çeşitli alanlarında olduğu gibi kültür alanında da içselleştirilmesi gereken ilkeler. Ve ne garip başta kamu olmak üzere bütün kesimler bunlardan söz ediyor. Hattâ öyle çok söz ediliyor ki galiba içleri boşalıyor. Süreklilik, katılımcılık, kalıcılık bir niyetten öte yöntem sorunu aslında. Kamu, sivil toplum kuruluşları, farklı uzmanlık alanlarında çalışanlar ve bireyler bu kavramları yaşama geçirme yolunu doğru bir yöntemle ele almadıkça kendileriyle sınırlı aynı kısır noktada buluşuyorlar ve aynı masada oturmaları yalnızca kendilerine ait varsaydıkları alanlarının sınırlarını daha da pekiştirip ötekileri alandan hepten uzaklaştırma mücadelesine dönüşüyor kimi kez. Oysa her kesimin ortak amaca yönelik bir işlevi, bir yükümlülüğü var. Sorun, bunların nasıl ele alınacağı.

İstanbul 2010 AKB Ajansı’na eminim sayısız proje ulaşıyor şu günlerde. Ve eminim 2010 yılında İstanbul etkinliklerle şenlenecek. Bunların bir bölümü geleceğe de kalacak. Ama Ajans’ın görünenin ötesinde bir olanağı var. Yukarıda sözünü ettiğim yöntem sorununda yol açıcı olabilme şansı var. Çünkü kamu, sivil toplum ve uzmanlık alanlarını buluşturabilecek bir noktada duruyor.  AKM konusundaki attığı adımları mesela çok önemli bir kentsel dönüşüm projesi anlamına gelen Yenikapı Marmaray ve arkeoloji alanının düzenlenişi gibi projelerde de sürdürmesini dilemek gerek herhalde.

Bir başka deyişle, Ezber bozmak gerek, hem kamunun hem mimarlık ortamının, hem de kullanıcının kendi yerini, erkini, olanaklarını, yükümlülüklerini, beklentilerini bir başka gözle ve yöntemle ele alması anlamında ezber bozmak gerek.