İstanbul 2010’dan Geriye Ne Kalacak?



Birkaç gün önce (3 Ocak 2010) İngiliz The Observer gazetesinde bir yazı yayınlandı. Başlık: “İstanbul: Boğaz Kıyısında Sultanlar ve Alışveriş…” Alt başlık ise şöyle: “Kıtalar ve İnançlar arasında dengede duran İstanbul, 2010 Yılının Avrupa Kültür Başkenti ve bu yıl mutlak görülmesi gereken bir kent.”

Gezi sayfasında Barbara Ellen imzalı yazı nasıl başlıyor, ilk cümlesi nedir, biliyor musunuz?

“İstanbul’daki ilk tecrübemizin, soyulmak, bir üçkâğıtçının turist kazığını yemek, utanç verici olmaktan öte bir olaydı. Ama oldu. Otelimize dönerken, gezi arkadaşım Emma ve benim başımıza geldi.”

Yazar, arkadaşı Emma’nın “New York Times” gazetesinde okuduğu bir başka yazıyı referans gösteriyor: “Yolculuklarda kaçınmanız gereken en büyük on sahtekârlık” listesinde yer alan “İstanbul taksi şoförlerinin ünlü numarası”nı anlatıyor. Sizin verdiğiniz 50 lirayı şoför ayaklarının dibine bırakıp, yerine koyduğu 5 lirayı gösterip, sizden ikinci bir 50 lira alıyor. Yazar, “Sizin de başınıza gelirse, bizim gibi yapmayın, bu çok yaygın numarayı derhal yetkililere bildirin” öğüdüyle bu faslı kapıyor.

Gezi edebiyatına geçebilecek nitelikte bir yazı olmasa da, maddi yanlışları olsa da yazının bundan sonrası büyük methiye. “Büyüleyici”, “tapılası” “heyecan verici”, “tarihe kök salmış”, “modern”, “sonsuz dinamizm” gibi nitelemeler ve “bu yıl sona ermeden mutlak İstanbul’a gidin, görün” önerisiyle bitiyor bu uzun yazı.

Gelin görün ki, ağzınızla kuş tutsanız bile “taksicilerin ünlü numarası”nı kolay kolay unutturamazsınız!

Başkaları değil, kendimiz için

2010 geldi. Biz hâlâ proje bazında konuşuyoruz. Kente kalıcı ne kazandırabildik sorusu hâlâ havada. Nerede yeni müzelerimiz, opera binamız, konser salonlarımız? Onun kabahati, bunun kabahati suçlamalarıyla sürüp giden AKM rezilliği… Hâlâ düşlerime giren Frank O. Gehry imzalı, Tepebaşı’nda yapılması tasarlanan Suna ve İnan Kıraç Çağdaş Sanat Müzesi… Neyse ki, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu önümüzdeki hafta açılıyor…

Yolları caddeleri bunca delik deşik, asfaltı bunca kalitesiz kültür başkenti olabilir mi? Kentin en anlam yüklü ünlü meydanı, Taksim Meydanı, otobüs garajına dönüşmüş bir kültür başkenti nasıl olur?

Ben İstanbul 2010’u doğrusu yabancılar için değil kendimiz için isteyenlerdendim. Tamam, yıl boyunca çeşitli etkinlikler yer alacak. 250 proje hayata geçecekmiş. Çok iyi de bunların ne kadarı kalıcı ya da toplum yaşamını dönüştürücü nitelikte olacak ondan pek emin değilim…



İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçildiği güne dek yapılan çalışmaları, verilen emek ve çabayı, karar anına dek yaşanan coşkuyu düşününce o günlerden bugünlere bir “düşüş” ve “düş kırıklığı” yaşandığını itiraf etmeliyim. Şimdi geriye dönüp yeniden kavgalara tutuşmanın zamanı değil. Şimdi, sadece ve sadece ileriye bakıp, yapıcı önerilerle katkıda bulunma zamanı.

İstanbul’u İstanbul yapan çeşitli yapıların (Kız Kulesi, Haydarpaşa Garı, Ayasofya, Süleymaniye vb…) kendi konumlarından koparılıp, farklı yerlere yerleştirilmiş afişlerini her yerde görmeye başladık. Oysa onlar hep aynı yerde duruyor. Farkındalığı arttırmak için güzel bir buluş bence…

Yurtdışı tanıtımlarında kullanılan slogan da bence güzel: “İstanbul, dünyanın en ilham verici kenti”… Yolsuzluğa, sahtekârlığa, üçkâğıtçılığa ilham vermediği sürece mesele yok!

16 Ocak'ta İstanbul perde diyor

2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti 16 Ocak’ta Yekta Kara’nın hazırladığı bir programla Haliç Kongre Merkezi’nde start alıyor. Hazırlayan Yekta Kara olunca, ben emin sularda yüzdüğümüze inanıyorum.

Açılış gösterisini beş farklı unsurla gerçekleştiriyor Yekta Kara: İstanbul’un sesleri, İstanbul’un şiirleri, İstanbul’un müzikleri, İstanbul’un dansları ve İstanbul’un görüntüleri…

Dev sahnede 300, (İstanbul Senfoni Orkestrası, Devlet Opera ve Balesi, çocuk korosu, dansçılar, solistler) sahne gerisinde 100 kişinin görev alacağı dev bir şölen…

Bu açılıştan sonra etkinlikler birbirini izleyecek.

Benim merakım şu: 2010 yılı sona erdiğinde, acaba İstanbul 2010’dan geriye ne kalacak? Biraz daha çok turist gelmesi, İstanbul’da kalış sürelerini 2 günden 4 güne çıkarmaları, dış basında birkaç iyi yazının çıkması, elbet bunlar da iyi. Ama asıl soru: 2011 yılına İstanbul’un kendi insanlarına ne devredeceğiz???