İstanbul Seyirden İbaret



İstanbul, 280 01' ve 290 55' doğu boylamlarıyla 410 33' ve 400 28' kuzey enlemleri arasındaki, toplam 5.512 km 2 'lik alanı ile Türkiye topraklarının yüzde 9.7'sini kapsıyor. Türkiye gündeminin ise neredeyse hepsini.

İstanbul kimi için Boğaz'ı izlemek, kimi için vapur keyfi yapmak, Eminönü'nde balık-ekmek yemek, kimi için Taksim'deki renklilik, kimi için Kadıköy'deki hareketlilik, kimi için yoksulluk, kimi için zenginlik, kimi için şans, kimi için itilmek demek... Hakkında en çok kitap yazılan, en çok göç alan kent.

Araştırmalar gösteriyor ki, en çok, Sıvas, Kastamonu, Giresun, Ordu, Trabzon, Samsun, Tokat, Malatya, Sinop, Erzurumluların gözü var İstanbul'da. Geliş sebepleri arasında, ekonomik nedenler kadar, merkezde olma duygusu, İstanbul hülyası da etkili. Kimi çok seviyor, kimi kabullenemiyor, kendini misafir, hatta yabancı hissediyor, kimi onun için yaşam tarzını değiştiriyor...

İstanbullu olmak ne demek, peki? İşte kafaları, dolayısıyla yanıtları karıştıran, onlarca yıllık, ama eskimeyen soru. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eski bir öneriyi tazelemesi, "vize uygulansın" teklifi, bu soruyu yeniden gündeme taşıdı. Başbakan'ın bahanesi, İstanbul'un nüfus yoğunluğu. Bu yoğunluğun nedeni, göçle gelip kendine "varoş"larda yer bulanlar. Oysa, kent de, İstanbulluluk kimliği de çok hızlı değişiyor. Bu değişimin ardından kalanlar ise sorular...

Kim İstanbullu? İstanbul'un sahiplerini kim, neye göre belirleyecek? İstanbullu bilincine sahip olmak, İstanbul'u anlamak ve kullanmak için yeterli mi? Yanıtlar, nerede durduğunuza ve nereden geldiğinize göre değişiyor. Hatta dinlenilen şarkıların, yemek yenilen mekânların bile etkisi var. İstanbul büyük bir metropol, çok kültürlü, dinli ve dilli. Yani ne Nişantaşı'nda ya da Etiler'de yaşamak İstanbullu olmak için yetiyor, ne de denizi görmemek İstanbullu olunmadığını gösteriyor.

Aslında genel kanı, İstanbullu olmak için İstanbul'da yaşamanın yettiği ve tek bir İstanbullu kimliğinden söz edilemeyeceği... İstanbul'u çekici yapan da bu, ancak bu çok renklilik giderek yok oluyor. Azınlık nüfusu yanlış politikalarla eksilen İstanbul şimdi tek tipleşiyor, "kendi" gibi olmayanı dışlıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin "İstanbullu Olma Bilinci" araştırması, İstanbul'da yaşayanların kenti nasıl gördükleri hakkında ipucu veriyor. İstanbul'un 27 metropol ilçesinde görüşülen 2 bin 300 kişiden yalnızca yüzde 33.9'u "Nerelisin" sorusuna İstanbulluyum yanıtını veriyor, kendini İstanbullu hissedenlerin oranı ise yüzde 44. Görüşülenlerin yüzde 26'sı kendisini İstanbul'da kiracı, yüzde 17.3'ü misafir, yüzde 7.7'si ise yabancı olarak görse de, yüzde 48'i İstanbul'u "Kimsenin vazgeçemeyeceği bir şehir" olarak tanımlıyor.

İstanbul yüzde 70'inin hayat tarzını değiştirmiş, yüzde 53'ü ise memleketine gittiğinde İstanbul'u özlüyor. Geri dönmek isteyenlerin oranı ise üçte bir. Onların memnuniyetsizliklerinin nedenleri belli: Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak şehirle bütünleşememek. Oysa İstanbullu olmanın ilk yolu, İstanbul'u sahiplenmekten geçiyor. Bunun için de kentin olanaklarından eşit yararlanabilmek gerekiyor. Kısacası İstanbul, parası olan için cennet, olmayan için cehennem...

Beni hemen İstanbul'a geri götür!

İstanbul Kulübü, Sabancı Üniversitesi'ndeki İstanbul'u seven, İstanbul üzerine kafa yoran öğrencilerin iki yıl önce, İstanbul'da gördükleri sorunlara müdahale etmek için kurdukları bir kulüp. Eminönü'nde kliması çok ses çıkaran bir işletmeyle konuşuyor, gürültü kirliliği yapan barlar için valiliğe şikâyette bulunuyorlar. "Vapurlarımızı vermeyeceğiz" ya da "Haydarpaşa'ya sahip çık" gibi kampanyalara katılıyorlar. Amaçları, İstanbul'u anlamak, paneller, seminerler ve gezilerle İstanbul dışından gelenlere onu anlatmak, onun sadece Taksim ve Kadıköy'den ibaret olmadığını göstermek, kısacası İstanbullu bilinci oluşturmak.

Kulübün üzerinde en çok kafa yorduğu, "Kim İstanbullu?" sorusu. Bunun için "İstanbullu Olmak" konulu sertifika programı düzenlediler. Yeni programın adı ise, "Hepimiz İstanbulluyuz". Kulüp Başkanı Bilal Macit, "Bu programlara olan talep bize insanların İstanbul üzerine kafa yorduklarını gösterdi. İstanbul gerçekten saygı duyulması gereken bir şehir, bir sanat, farklı kültürleriyle bir mozaik. Bunun değerini bilmeliyiz. Ayasofya güzel, önemli, ancak bunun tek nedeni büyük sütunları olması değil. O yüzden gezilerimizi İstanbul'un güzelliklerini görmekten ziyade, İstanbul'un önemini, yaşamını anlamak için düzenliyoruz" diyor. Üyeler arasında, Gaziantep'ten gelenler de var, İzmir'den, Bursa'dan, Aydın'dan da.

Osman Toprak ise üç kuşak İstanbullu. "İstanbullu olmak, İstanbul'u her yönüyle sevmeyi getiriyor. İstanbul herkesin" diyor. Yine de vize uygulanmasından yana, "Nedeni çok basit, her gün göç olması, şehrin bunu kaldıramaması, daha fazla yeşil alanın katledilmesi... Bu konuda biraz katıyım. 1980 sonrası gelenleri geri gönderebiliriz. Mesela, deprem olduğunda yapılan araştırmalar, günde dört kişinin İstanbul'dan köyüne döndüğünü gösteriyor. İnanıyorum ki çok fazla aile gitmek istiyor" diyor. Macit için bu çözüm değil, "Dışarıdan insan alınmasa da İstanbullular ne kadar bu şehre sahip çıkmayı biliyor, onların verdikleri zararı nasıl engelleyeceğiz" diye soruyor. Ona göre İstanbullu olmak için burada doğmak yetmiyor. İstanbul'a göç oluyorsa, bunun suçlusu o insanlar değil, onları cezalandırmak da doğru değil...

Peki üniversiteliler İstanbul'un daha çok neresini kullanıyorlar? Yanıt Macit'ten:

"Maddi durumu iyi olanlar Bağdat Caddesi, Etiler. Eğlence için Taksim, Kadıköy... Bebek'e de gidiyorlar, ancak Boğaz'ın tadını çıkarmaya değil, wafel yemeye. İstanbul sadece güzelliklerden ibaret değil, bir de arka sokakları, varoşları var. Bir gün bir iş için İskenderun'dan gelen bir arkadaşımla Çağlayan'a Sadabat denilen eski İstanbul'un olduğu yere gittik, 'Beni hemen İstanbul'a geri götür' dedi. İstanbul'u tanıyacaksak buraları da bilmek zorundayız".

FARUK PEKİN (Fest Travel kurucusu): Sokaklarda kaybol ki...

- Göç nedeniyle son 50 yılda İstanbul nüfusu sekiz kat, yerleşim alanı yüz kat arttı. Kent aşırı sömürüldü, kullanıldı. İstanbul'da sefalet ve lüks, zenginlik ve yoksulluk yan yana yaşanır hale geldi. İstanbul, bu sefer, yeni gelenler tarafından fethedildi. Bu lehçeye de, genel kültüre de yansıdı. Çok dilli, dinli, kültürlü bir sosyo-ekonomik kuruluşun bireyleri olarak hoşgörülü, eğitimli insanlar yerine hoşgörüsüz yapılar da ortaya çıkmaya başladı. Kentli olma yerine hemşeri bilinci oturmaya başladı. Ocakbaşları, türküevleri böyle ortaya çıktı.

- Yeni bir İstanbullu kimliğindeki en önemli nokta kenti ve kentliyi tanımamak. Kentli mahallesindeki ilişkilerinden koptu. Aynı apartmanda yaşayanlar birbirini tanımıyor. Ancak İstanbul bitti demeden, nostalji yapmadan bu çok dilli, dinli, kültürlü kent kimliğini fazla dağıtmadan, zaafa uğratmadan bir yerlere taşıyabiliriz. Bunun yolu kenti tanımaktan, algılamaktan geçiyor. Kentte yaşayan herkes eşit olarak bu kentin nimetlerinden yararlanma hakkına sahip olmalı. Kültürel nimetler eşit paylaşıldığında yeni bir İstanbullu kimliği oluşacaktır.

- 18 yıldır İstanbul'da "Adım Adım İstanbul", "Köşe Bucak İstanbul" gezileri yapıyoruz. Şimdiye kadar 25 bin kişi katıldı. İstanbul ve çevresinde 85 güzergâha ulaştık. Bir kenti tanımanın en iyi yolu, o kentin sokaklarında kaybolmaktır, kenti koklamaktır, insan, kültür ve mekân ilişkilerini algılama bilincini geliştirmektir. Bu kültür gezileri ile İstanbulluları İstanbul ile yeniden buluşturuyoruz.


Dr. NAZAN ÜSTÜNDAĞ (Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü): Bedeli kim ödüyor?

- Sizin için İstanbullu olmak ne demek?

Bence, İstanbul'da yaşamak, İstanbullu olmak için yeterli. İstanbullu olma halinin bir dışlama söylemi ve pratiği olarak kullanılmasına karşı çıkmalıyız. Aslında İstanbullu olmak fikri, biraz ideolojik konumumuza, biraz kendimizi nasıl tanımladığımıza bağlı olarak değişiyor. İstanbul çok daha farklı dinlere, etnik kökenlere mensup insanların yaşadıkları yerdi, ama zaman içinde Türkleşti.

- İstanbullu olma bilincinin önündeki en büyük engelin hemşerilik bilincinin kentte de devam ettirilmesi olduğu söyleniyor.

Evet, ama bazen çok abartıyoruz. Mesela çalışma yaptığım Esenyurt'ta belli bir bölgeden olmak, ortak bir kimlikti aynı zamanda. Esenyurtlu, Ümraniyeli, Gazi Mahalleli olmak diye ciddi bir durum da var. İstanbul Nişantaşı'ndan, Etiler'den, Taksim'den oluşmuyor. Sultanbeyli Nişantaşı, Esenyurt Etiler, Ümraniye de Kadıköy kadar İstanbul.

- Bu mekânları ortak paydada toplayıp, İstanbullu olmak bilinci diye bir kavramdan söz edemez miyiz?

Niye böyle bir şeye ihtiyaç duyuyoruz ki? Bunun olması için İstanbul'un olanaklarından yararlanan ve karar mekanizmalarına katılan insan sayısını artırmak gerekiyor... Sürekli, Sultanbeyli'de yaşayanların çoğu hiç deniz görmemiş deniyor, tamam, ama İstanbul deniz değil ki... Ben de şunu söyleyebilirim, Nişantaşı'nda yaşayanların yüzde 95'i de İstanbul'un kenar mahallelerini görmemişler, onlar ne kadar İstanbullu? İstanbul'un bedelini kim ödüyor? İstanbul'a yeni bir dünya şehri kimliği kazandırılması için uğraşılıyor. Bu kimliğin bedelini mecburen iskân ettirilenler, gecekonduları yıkılanlar ödüyor. İstanbul'un hizmet sektörünün düşük maaşlarının, sigortasızlığının bedelini yine varoşlarda yaşayanlar ödüyor. O emek ve şehri yapanlar görünmez kılınıyor. Bence İstanbul'un kimlik sorunu tamamen dışlama ve kabul etmeme üzerine kuruluyor. O anlamda İstanbullu kimliği değişecekse, bu kimliğe verilen mana da değişmeli.

- Nasıl bir değişim olmalı?

O kimlik ancak, eski, yeni, bütün göç etmiş olanları ve İstanbul'da yeni pratikler, yeni kültürler oluşturan herkesi içerecek bir mana atfedilirse kapsayıcı olabilir. Mesela Diyarbakırlı olmak bana çok daha anlamlı bir üst kimlik gibi geliyor. Çünkü bu aynı zamanda bir tecrübeyi, belli bir geçmişi, iktidarlardan belli şekilde zarar görmüşlüğü paylaşma hali. Şu anda İstanbul'da böyle bir şey yok. Bu da İstanbul'un elitlerinden, karar verme mekanizmalarının, kimlik kuruluş biçimlerinin dışlayıcılığından kaynaklanıyor.

- Peki siz kendinizi ne kadar İstanbullu hissediyorsunuz?

Lisede kendimi çok İstanbullu sanırdım, dünyanın merkezindeyim diye düşünürdüm. Gençliğim, 80'lerde Beyoğlu'nun arka sokaklarının pavyon olduğu, alt kültürlerle iletişime girdiğim bir dönemdi. Şimdi kendimi hiç İstanbul üzerinden düşünmüyorum. Belki Türkiye'nin pek çok yerinde araştırmalar yaptığımdan, kendimi taşra ile, dışarıda olma haliyle daha çok özdeşleştiriyorum. İstanbul çok büyük bir ayrışma yaşadı. Alt kültürlerle ya da başka sınıfların birbiriyle ilişkilenme biçimlerinin rastgeleliği yok oldu. Öğrencilerime zorunlu göçü, konfeksiyon atölyelerini, Zeytinburnu'ndaki dönüşümü, Gazi Mahallesi'ndeki muhalefet halini, Küçük Armutlu'yu anlattığımda bana yabancı bir dilde konuşuyormuşum gibi bakıyorlar. Eğitimli cehalet İstanbulluluk dediğiniz şeyin karşısındaki en büyük engel.

- Peki Erdoğan'ın tekrar gündeme getirdiği vize uygulamaları bu sorunların çözümü olabilir mi?

İstanbul'un çekim merkezi olmasının tek nedeni, ekonomik değil, dünyanın merkezinde olma hissi, İstanbul hayali, hülyası... Bir şekilde İstanbul'a göç devam edecektir, bunu kabul etmeliyiz. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin yaptığı araştırmaya göre, merkeze yakın köylerin bir numaralı gelir kaynağı, çocukları İstanbul'a çöpe yollamak. İstanbul'un güzelleşmesi adına yapılan yeniden dönüşümlerle Diyarbakır'daki köylerin gelirleri ellerinden alınacaksa, İstanbullu olmaktan çok daha ciddi sorunlar var demektir.


ENİS BATUR (Yazar) / Vize: Deli saçması bir proje...

- "İstanbul" sizin için ne anlama geliyor?

İstanbul gibi sıradan sayılmayacak bir şehirde yaşıyorsanız ve düşünmeyi seviyorsanız, İstanbul'u bir konu olarak algılamamanız kaçınılmaz. Hepimizin klişe sayılabilecek duyguları var bu şehir hakkında. Bir kere bu şehri üstün körü tanıdığımız için kalıplar üretiyoruz. O zaman da geçmişini özlediğimiz, sürekli şikâyet ettiğimiz, şimdiki zamanına yüklendiğimiz bir organizma yaratıyoruz. Elli yıl öncesine gidebilseydik, o dönemin insanlarının da benzer şikâyetlerini muhtemelen duyacaktık. Yüzyıl öncesi de böyledir, eminim. Çünkü insan içinde bulunduğu mekân ile itişir, bu bir çarpışmadır! Dolayısıyla ağzı açık ayran budalası gibi hayran olunan bir İstanbul'u düşlemek bana göre değil.

- Siz de kendinize "Ben niye burada yaşıyorum" diye soruyor musunuz?

Bu soru hiç eksik olmuyor, ama burası kestirip atılamayacak kadar da cazip bir şehir.

- Kimler kendini "İstanbullu" olarak tanımlıyor ya da bu şehrin neyini sahiplenenler "İstanbullu"?

İstanbul'a gelip yaşamaya başlayan birinin "Ben İstanbulluyum" dememesi için bir neden yok, ama İstanbullu olmak için şehre hazır olmak gerekir. Şehrin, sizin merkezinizde nerede durduğunu anlamalı, onu çevreleyen çemberin sınırlarını bilmelisiniz. Seçim alanınıza yerleştirdiğiniz parçalarla bir mozaik oluşturup bu ilişkiyi sürdürebilmelisiniz. İstanbullu, İstanbul'da yaşaması bile şart olmayan, onunla nerede ise tensel bir ilişkiyi uzaktan ya da yakından kurmayı deneyen insandır. Bu bir sevgi ilişkisidir, aşk bile denebilir. Yani İstanbul'un farkında olmaktan, bu farkındalıktan bir yaşama coşkusu çıkarmaktan bahsediyorum.

- İstanbullu İstanbul'u ne kadar kullanabiliyor?

Trafik sorunu, zaman kısıtlaması ve şehrin büyüklüğü İstanbul'u rahat kullanmak için özel bir çaba harcamayı gerektiriyor. Bir de insanların keyifleri için ayırdıkları zamanı şehir ile nasıl bir ilişki içinde değerlendirecekleri önemli. Sırf bu iş için hazırlanan sayısız rehber var. Tüm bunlar, kent ile kurulan yeknesak bir ilişkiden kurtulmak için yapılıyor. İstanbul, meşrebinize göre olanakları değerlendirebileceğiniz, neredeyse sınırsızı barındıran bir şehir. 24 saat muazzam bir tempo içinde yaşamayı başarırken hiç kepenk indirmez.

- Evet, İstanbul 24 saat yaşıyor ama burası bir "El Dorado"da değil...

İstanbul, ya cennet ya da cehennem. Ortası yok. İki ayrı ucu size dayatır. Yıpratır ve öğretir. Yorar, ama mutlu eder. Bu şehirde 14 milyon insan yaşıyor. İnsanlar arasında muazzam gelir uçurumları var. Alt grup için cennet uzak, üst gruplara biraz daha yakın ama şehir ortalama bir şey sunmuyor. Bir de gelişmiş ülkelerde büyük kentler ile kırsallar arasında sosyal açıdan dengeli bir ilişki var. Bir insanın kültürel nedenlerle Paris'te yaşamasını gerektirecek bir durum hemen hemen yok. Paris'tekilere neler sunuluyorsa Fransa'nın diğer kentlerine de onlar sunuluyor ve bunlar taşraya indirgenmiş ürünler değil, aynıları. Türkiye'de ise uçurum gittikçe büyüyor. İş bulmaktan, manevi biçimde beslenmeye kadar her anlamda İstanbul açık ara önde.

- Kendinizi en çok nerede İstanbullu hissediyorsunuz?

Çağdaşlığa teslim olmayan pek çok yerde... Kandilli, Kuzguncuk, Rumeli Hisarı ve Adalar'da mesela. Buna karşın İstanbul'un karakteristiği ile uyuşmadığını düşündüğüm yerlerde, pek çok yeni mahallede kendimi son derece yabancı hissediyorum.

- Nişantaşı gibi İstanbul'un "en popüler" semtlerinden birinde oturuyorsunuz. Burada İstanbullu olmak size keyif veriyor mu?

Kimseye tavsiye etmem. Ben burada neredeyse 20 yıldır oturuyorum ve burası benim kaderim oldu, ama son derece mutsuzum. Burası çok görgüsüz bir tüketim merkezi haline geldi, bir gün buradan kurtulabileceğimi umuyorum.

- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul'a vize uygulamasını yine gündeme getirdi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu bana deli saçması bir proje olarak görünüyor. Gerçi Osmanlı'da yapıldığını biliyoruz, ama şimdi böyle bir uygulama imkansız. Zaten bu uygulama da İstanbul'u kurtarmaz. İstanbul'un sorunlarını çözmek için Türkiye'nin sorunlarını çözmek gerekir.

- İstanbulluların, İstanbul'dan zevk alarak yaşamaları için sizin bir öneriniz var mı?

Tehlikeli bir konu, ama İstanbul'u devlet içinde devlet yani bir site devlet olarak düşünebiliriz. Demek istediğim, İstanbul'un bir belediye başkanı tarafından değil de daha yüksek bir merci tarafından yönetilecek şekilde ele alınması. Ülkenin içinde özerk bir statü sağlamak da olabilir aslında. Böyle olursa İstanbul'un daha rahat nefes alması sağlanabilir. Çünkü İstanbul yoruluyor ve tükeniyor. Ortadoğu'nun Kahire gibi iflah olmaz kentleri vardır. İstanbul da o noktaya geliyor.


KENTİM İSTANBUL...

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbulluluk ve kentlilik bilincini oluşturmak için 2004'te başlatılan "Kentim İstanbul Projesi"nin yöneticisi İhsan Aktaş ile İstanbullu olmayı ve İstanbul'u konuştuk.

- İstanbullu kimdir?

Bu şehre karşı aidiyet duygusu ve yakınlık hissedendir. İstanbul'da yaşayanlara yaptığımız bir araştırmaya katılanların sadece yüzde 33'ü ben İstanbulluyum dedi, yüzde 11'i İstanbul'u hiç sevmediğini, yüzde 17'si ise İstanbul'la bir bağı olmadığını dile getirdi. Yıllarca İstanbul'da yaşayıp hiç deniz görmeyenler olduğu ortaya çıktı. Şehirler kültürel ve tarihi kimlikleriyle dışarıdan gelen insanları mutlaka dönüştürürler, fakat İstanbul o kadar yoğun bir şekilde göç aldı ki sonradan gelen insanlar neredeyse İstanbullulara hiç rastlamadı.

- Peki İstanbul'a uyum sağlamayan, sağlamak istemeyen hatta İstanbul'u hiç sevmeyenlerin burada kalma nedenleri sadece maddi mi?

Başka bir araştırmamıza katılanların yüzde 50-60'ı maddi sebepleri öne sürdü. Eğitim nedeniyle gerçekleşen göçler de var. Bu kişiler uyum sorunu çekmiyor ve İstanbul'u seviyor.

- Kentim İstanbul projesinde ne tarz faaliyetler yapıldı?

Proje çok geniş kapsamlı. Projeye halk da entelektüeller de katılsın, halkın talebi entelektüellere, entelektüellerin talebi halka ulaşsın istedik. Sempozyumlardan kahvehanelere kadar uzanan bir çok İstanbul tartışması yaptık. Okullarda öğretmenlere İstanbul anlatıldı, liselerde Kentim İstanbul tartışıldı. 34 maddelik nasıl İstanbullu olunur diye bir kılavuz, İstanbul ve semt tarihlerini anlatan kitapçıklar dağıtıldı.

- Sizce İstanbul'un en büyük problemi nedir?

Kent yapısı... Bu şehirde 14 milyona yakın insan yaşıyor, bu insanların iki milyonu yardımlarla ayakta duruyor. Bu da sadece kentleşme üzerine problem yaratmıyor, şiddeti de tetikliyor. Kenarda köşede kalmış bir insanın yoksulluğu en varlıklı kişi için bile tehdit oluşturuyor. Trafik ve yapısal sorundan sonra üçüncü problem ise şehrin kültürel değer üretip üretememesi. İstanbul beş asır tüm dünyaya değer üretti. Beyoğlu'na baktığımız zaman konserleri, konferansları, sergileri ile gitgide daha canlı bir hal alıyor. Bunun devamı gerekiyor.

- İstanbul'a vize getirilmeli mi?

Yılda 500 bin kişi İstanbul'a göç etmek istiyor, bunu idare etmek zor, evet ama ben vize getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun yerine Türkiye'nin diğer şehirlerine iş imkanları getirilmeli, sanayi kolları kurulmalı. Böylelikle yoğun göçler engellenebilir.

ALİ POYRAZOĞLU (Tiyatro Sanatçısı): Bu şehri anlıyorum...

Benim dünyamdaki İstanbul, "hep içimde tuttuğum, varlığını bildiğim bir şey, aynı çocukluk gibi". İstanbullu olabilmek için belki kendi çocukluğumuza, özgürlüğümüzü bulduğumuz yere dönmeliyiz. Bu, İstanbulluluk bilincine ve dinamizmine ulaşmanın en güzel yolu. İstanbul benim için dildir, güzel Türkçe'dir. Küçüklüğümde duyduğum Rumca'dır, Ermenice'dir... Moda'da Rum ve Ermeni arkadaşlarımla büyüdüm, Fransız ve İtalyanlar bile vardı. O zaman pek çok dilin konuşulduğu, şimdikinden daha kozmopolit bir İstanbul vardı. O dönemki İstanbullu bakışı, İstanbullu yaşama biçimini yarattı. Bugünkü sorunlarla boğuşan, balta girmemiş vahşiliğiyle bize saldıran kent düzeni son yarım yüzyılda oluştu. Yine de herkesin kendisini ait hissettiği ve bundan mutlu olduğu bir İstanbul vardır. Fakat İstanbul da bireyler gibi kimlik bölünmesi yaşıyor. Takıntıları beliriyor, bilinçaltı kontrolden çıkıyor. İstanbul kendiyle barışık olmayıp buna hiç niyetlenmeyen kimliklerin oluşturduğu bir şehre dönüştü. 1950'den sonra çok göç aldı. Türkiye'de her şeyi bildiğini iddia edip hiçbir şey bilmeyen insanlar devlet yönetimine soyunduklarından, planlı geçiş dönemi ıskalandı ve bugünkü kaosa düşüldü.

Cihangir'de yaşıyorum ve Beyoğlu benim için çok önemli, ama tüm İstanbul benim diyebilirim! Bu kentin sahiplerinden biriyim, buralıyım. Kendini İstanbullu hisseden herkes de öyle. Bu şehri düşünüyorum, anlıyorum. Çıkmazlarını sorguluyorum. Büyük kentte yaşamanın sorumluluğunun ve sorunlarının farkındayım. İstanbul pahalı ve çok stresli. İnsan ilişkileri dahil tüm damarları tıkalı. Bunların yanında inanılmaz bir insan ve kültür çeşitliliğine sahip. Her kesimden insanı, düşünceyi ve sanatı besliyor. Etkileşim yüksek, ben de bir rönesans adamı gibi, farklı kültürler arasında dolaşırken besleniyorum ve üretiyorum. Her şeye rağmen İstanbul'da yaşamak büyük şans.

Prof. Dr. SEMA ERDER (Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü): Nerelisin hemşerim?

"İstanbullu kim?" sorusuna sayısız cevap verilebilir. Yanıt, bu kentte yaşayanların nereden geldikleri, nerede oturdukları, ne iş yaptıkları, nerelerde dolaştıkları, neleri tükettikleri, neye inandıkları, hangi partilere oy verdikleri, hangi şarkıları söyledikleri gibi farklı açılardan bakıldığında ya da soruyu sorana ve cevaplayanın konumuna göre tamamen değişebilir.

Belki de, "İstanbullunun" en belirgin özelliği, çeşitliliği ve birbirine benzemezliği. Bu, diğer metropollerde yaşayanların da ortak özelliği, ama İstanbul'un farkı, baş döndürücü hızla değişmesi ve dinamizmi nedeniyle henüz ne kendisinin, ne de başkalarının bunu tam olarak algılamamış olması. Asıl sorun, belki de tek tip İstanbullu aramakta.

İstanbul eskiden beri hareketli ve kozmopolit nüfusa sahip bir göç kenti. Büyük göç başladığında, eski kentin kozmopolit yaşamına alışık olanların ilk algıladıkları değişiklik, yan yana yaşamaya alışık olmadıkları, köylülerin kente gelişiydi. Bu yıllarda kentteki çeşitlilik, kentlilik-köylülük ikilemi olarak belirginleşti, "İstanbullu olmak", kentin merkezinde yaşayanlar için "kentli olmak" anlamına geliyordu.

1980 sonrasını zenginiyle yoksuluyla "yeni İstanbullu"nun oluşmaya başladığı bir dönem olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde, farklı bölgelerden gelen, farklı kökene ve kültürel birikime sahip grupların kentte kurdukları yeni ilişkiler belirginleşti. "Nerelisin hemşerim" yeni İstanbulluların İstanbul'daki bu çeşitliliği algıladıklarını gösteren bir soru olarak dile yerleşti.

"Köylülerin" gelişi, kent merkezinde yaşayanlar için hep sorun olarak algılandı, ama gecekonduların İstanbul'un ve var olan kentsel kurumların bir ürünü olduğu ve oralarda yaşayanların da artık kentli ve İstanbullu olduğu dikkatlerden kaçtı. İstanbul'un gecekondu bölgelerinde yapılan araştırmalar, birinci nesil göçmenlerin bile bu kentte kendilerini izole ve yabancı hissetmediklerini ortaya çıkardı. Diğer taraftan, kentin eski ve yeni gecekondu bölgelerinde yaşayanların bir kesiminin "kentin yeni yoksulları" oldukları ve kentte artan eşitsizliklerden nasiplerini aldıklarını da biliyoruz. Yaşadıkları mahallelerden çıkmadan günlerini geçiren kadınların; gittikçe yozlaşan ve kendilerini içine çekemeyen eğitim sisteminden kaçarak sokaklarda kendilerine yol arayan ya da sanayi sitelerinde meslek edinmeden işçileşen gençlerin ve çocukların da kentte yaşanan kutuplaşmadan etkilenen "İstanbullular" oldukları açık.
Yoksulların kendilerini nasıl tanımladıklarının pek önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan, kendilerini "İstanbullu" ya da kentli olarak görenlerin, bu grupları, "ötekileştirmeleri" ve dışlamaları. Bu "ötekileştirme" ve "dışlama" her kentsel kesim için, her konjonktürde farklı olabiliyor. Bunun çarpıcı örneklerini son dönemde uygulanmaya başlanan bazı "kentsel dönüşüm" projelerinde de gözlemleyebiliyoruz. Bu noktada kentin yerlisi ve belki de en eski İstanbulluları Sulukule'de yaşayan Romanlar mı, onları "temizleme" gayreti içinde olan yeni "İstanbul severler" mi daha İstanbullu?