Deneyimli fotoğraf muhabiri Kadir Can, aktif gazetecilik yaptığı günlerde
çektiği ve yakın tarihimizin en önemli tanıklarından biri olduğunu kanıtlayan
fotoğraflarını toplayıp "Yaşayıp Unuttuğumuz İstanbul" adında bir albüm
yaptı.
İstanbul Ticaret Odası’nın bastığı kitap 1970’li yıllardan
itibaren İstanbul’un çehresinin nasıl değiştiğini belgelerle anlatıyor, kentin
yakın tarihine ve kültürüne unutulmaz bir yolculuk yaptırıyor.Kadir Can bir
basın efsanesidir. İyi bir muhabir ve muhteşem bir fotoğrafçıdır. Aktif
gazetecilik yaptığı günlerde, o bir fotoğraf çekerdi bütün ülke ve Babıâli
sarsılırdı. Türkiye’nin en çalkantılı döneminde, sokakların kan gölüne döndüğü
zamanlarda gazetecilik yaptı. İstanbul’un bir bataklığa dönüştüğü zamanlarda
balçıkların içinde bata çıka yürüyerek deklanşörüne bastı. Yaptığı haberler
bakanları, anlı şanlı bürokratları tahtlarından indirdi. Onun çektiği kareler
sayesinde binlerce insanın hayatı değişti; fotoğrafları, dokunduğu her yeri
güzelleştirdi.
Bir süredir sesi soluğu çıkmayan bu güzel adam, geçtiğimiz
günlerde fotoğraflarını toplayıp bir albüm yaptı. "Yaşayıp Unuttuğumuz İstanbul"
adını verdiği bu kitabı İstanbul Ticaret Odası bastı. Yaşayıp Unuttuğumuz
İstanbul bize İstanbul hakkında yeniden düşünme fırsatı veriyor, bu kentin yakın
tarihine ve kültürüne yolculuk yapmamızı sağlıyor.
Bir zamanların İstanbul'u
Kuşkusuz bir zamanlar güzelmiş İstanbul. Dereleri billur gibi,
denizleri sonsuz mavi, kırları çok yeşilmiş. 18. yüzyılda İstanbul’a deniz
yoluyla gelen yabancılar, gemi Sarayburnu’na yanaştığı sırada bu güzellik
karşısında soluksuz kalırlarmış. İstanbul’da yaşamak hoş ve uzun bir rüyada
olmak gibiymiş bir zamanlar. Çocukluğumuzda, dizinin dibine oturduğumuz çelebi
adamlar bize de anlatırdı bu eski İstanbul masalını. İhtiyar çelebilerden
dinlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz İstanbul bu mudur diye sorup dururduk
kendimize.
1951’de Büyükada’da doğan ve 1971’de Günaydın gazetesinde foto
muhabiri olarak hayata atılan Kadir Can da hayatı boyunca sormuş bu soruları
kendine. Sonra Hürriyet, Cumhuriyet, Güneş ve Sabah gazetelerinde, Atlas ve Gezi
gibi dergilerde çalışırken de sık sık o İstanbul’u arayıp durmuş. İstanbul’a ve
memleket hallerine dair çektiği fotoğraflar Time, Paris-Macht, Newsweek ve Stern
gibi dünyanın önde gelen haber dergileri ve gazetelerinde yayınlandı. Ulusal ve
uluslararası yarışmalarda 22 ödül kazandı. Aradan yıllar geçti ve geçen sene
oturup eski fotoğraflarına bakarken, “Vay be! Neymiş İstanbul, nereden nereye
gelmiş?” diye hayretle kendine sormuş. O anda, bütün bunları yaşayıp unuttuğunu,
kendi fotoğraflarına bile yabancılaşacak kadar uzaklaştığını fark etmiş. “Ben
bile unuttuysam herkes unutmuştur” diye düşünüp binlerce İstanbul fotoğrafı
içinden seçtiklerini kitaplaştırmaya karar vermiş. Almış dosyayı İTO’ya gitmiş.
Yayınevinin genç editörleri çığlıklar atarak bakmışlar fotoğraflara ve “Abi
bunları hemen basalım” demişler. Böylece bu kitap ortaya çıkmış.
Kitaba yazdığı önsözde Kadir Can, şu günlerde bu kadim şehirde
yaşadığımız büyük sel felaketinin nedenlerini de açıklıyor: "Suyun başkentiydi
İstanbul, coğrafyanın kraliçesiydi. Ne yazık ki, binlerce yılın yapamadığını son
elli yıl yaptı. Modern yaşamın ve barındırdığı nüfusun dayanılmaz ağırlığı
altında tarihsel ve fiziksel kimliğini kaybetti..."
Yıl 1937... Ve felaket başladı
"Peki neden oldu bütün bunlar?" diye sormuş ve 1937 yılına, o
büyük dönüm noktasına ulaşmış. Hani, İstanbul’un sorunlarını çözmesi için
Fransa’dan binbir rica ile davet edilen Henri Prost’un bulduğu çözüme ulaşmış.
Bilindiği gibi Prost, Haliç’in iki yakasının, Kağıthane, Küçükköy ve Alibeyköy
çevresinin ve Marmara kıyısındaki Kazlıçeşme’nin sanayi bölgesi ilan edilmesi
gerektiğini öne sürmüş ve bu öneri devrin yönetimi tarafından derhal kabul
edilerek zaman içinde hayata geçirilmişti. Kadir Can, İstanbul’un tarihine ve
tabiatına Fransız olan bu adamın önerisinin kabul edildiği senenin felaketin
başladığı an olduğuna inanıyor. Sonrasını ise şöyle anlatıyor:
"Unkapanı’ndan Haliç kıyılarında önce dizi dizi kereste ve kum
depoları, ardından fabrikalar, atölyeler, çekek yerleri, tersaneler... Haliç
kıyıları mazot, yağ ve her türlü atıktan oluşan simsiyah, pelte gibi bir
tabakayla kaplı. Sütlüce Mezbahası’ndan her gün kesilen yüzlerce hayvanın
kanıyla iç organlarından arta kalanların atılacağı yer elbette ki Haliç’ti.
Taşkızak ve Haliç tersanelerinin arasındaki Kasımpaşa Meydanı odun, kömür ve kum
depolarıyla hınca hınç dolu. Atatürk Köprüsü ile Karaköy arasında trafik santim
santim bile ilerlemiyor çünkü balıkhane burada. Boğaz’a baktığımızda
Kuruçeşme’deki kömür, Çubuklu’daki akaryakıt depoları ve İstinye’deki tersaneyi
görüyoruz. Deniz kıyısında kurulmuş Zeytinburnu Çimento Fabrikası ile
Kazlıçeşme’yi unutmayalım. Aslında bu İstanbul’u hepimiz kıyısından köşesinden
yaşadık fakat unuttuk..."
Ataköy bir zamanlar hayvan pazarıydı
Kadir Can’ın bu albümde topladığı fotoğraflarının her karesi
için bir kitap yazılabilir aslında. Zindan Hanı’nda çekilmiş çuvalcılar
fotoğrafı için mesela. Ya da Galata Köprüsü yakınlarındaki Adalar iskelesinde
bekleşen “bohçacı” kadınlar için. 1986’da Tarlabaşı Bulvarı açılırken yıkılan
350 evden aklınızda ne kaldı? Birbiri peşi sıra yanan kagir Beyoğlu evlerini ya
da bir kıvılcımla tutuşup onlarcası yok olan Süleymaniye’deki konakları
hatırlamıyor musunuz? Şimdi üstünde Ataköy 7. ve 8. kısımlarının bulunduğu
yerin bundan 25 sene önce denize kadar uzanan dümdüz bir kır olduğunu ve her yıl
kurban bayramında hayvan pazarına döndüğünü bilmez misiniz? Bunları unuttuysanız
veya o devirlere yetişemediyseniz, bu kitap size ilaç gibi gelecek.
Denizin yüzeyi sebzeyle kaplı
Kitabın iki sayfasına yayılmış bir sebze ve meyve halinin deniz
tarafından çekilmiş acayip bir fotoğrafı var. Denizin yüzeyi mısır, patlıcan,
biber, domatesle kaplı. Can, fotoğraf altına şöyle bir not düşmüş: "Çektirme adı
verilen ahşap teknelerle İstanbul Hali’ne gönderilen sebze ve meyvelerin bir
kısmı ya satılmadığı ya da fiyatlarının aşırı derecede düşmemesi için denize
dökülürdü..."