"İyi meslektaşların olması çok önemli. Hem rekabet, hem gelişim getiriyor. Bir kişi iyi bir bina yapınca diğerlerine cesaret, şevk veriyor."
Boran Ekinci, 1989’da Hakan Dalokay ile birlikte İstanbul’da Dalokay – Ekinci Mimarlık Ltd. Şti ile başladığı aktif mimarlık yaşamını, 1991 yılında Ankara’ da kurduğu Boran Ekinci Mimarlık Bürosu bünyesinde sürdürdü. 1994’te Boran Ekinci Mimarlık Ltd. Şti.'ne dönüştürdüğü şirketiyle çalışmalarına 1996 yılından beri İstanbul’da devam etmektedir.
Boran Ekinci ile “Serbest Mimarlık Büroları Raporu" kapsamında yaptığımız röportajı sunuyoruz:
Türkiye’de mimarlık eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce eksikleri neler? Daha ideal bir mimarlık eğitimi nasıl yakalanabilir?
Ben 1. sınıflara ders verdim. Öğrenciler sınıfa ilk girdikleri zaman ben onları mimar adayı olarak görüyorum. Ben bile halen mimar adayı olabilirim. Dolayısıyla okul başladığı an çıraklık da başlıyor. Bu upuzun bir süreç. Bazen bir çok genç arkadaşımıza yapı üretme süreci çok uzak görünüyor. Bazı eğitimciler böyle düşünüyor. Sonuçta öğrenciler yapı yapmak fikrinden birazcık uzaklaşıyorlar. Bu yapma olgusu ile ilgili bir çok şey eğitime katılmalı. Mesela YTÜ’de meslek pratiğinin içinde olan kişiler ders veriyor. Bu çok faydalı. Fakat bunun yanısıra pratisyen bir mimar hiç hocalık yapmamış, 12 öğrenci ile kalıyor. Bir çok yerde deneyle yürüyor. Bu deneylerin büyük bir mazisi, birikimi var. Üniversiteler çok kıymetli kurumlar. Çok büyük birikimi var her birinin. Bu kadar çok sayıda mimarlık fakültesi olması bir şans. Fakat hala alınacak çok yol var. Bunu da şuradan gözlemleyebiliriz: Memlekette iyi yapı miktarı son derece az. İyi mimarlık yapılamıyor. Eğitimcisinden, kritiğinden, taşeron firmasından, sermayeden bir çok etmen birbirini etkiliyor. Ben ne durumdaysam eğitim kurumları da aynı durumda. Ama üniversitelerdeki mimarlık kritiği yavaş yavaş kamuoyuna ulaşmaya başladı. Dergilere yazılar yazılıyor. Bir takım etkinlikler düzenleniyor. Bunlar gençlerin eğitimine katkı sağlıyor. Biraz daha pratiğe yönelmek lazım. Stajlar var ama onların daha gerçek olması lazım. Uygulamanın içinde olan mimarlar daha sağlam durumda olmalı ki eğitimcilere destek verebilsinler. Bunların hepsi birbirine bağlı.
Eğitimin süresi konusunda yerleşmiş sistemler var. O eğitimcilerin işi ama kendi adıma şunu söyleyebilirim: Tecrübeli olmak 10 yıl sonra olacak bir şey, 4 yılda değil. “Biz okulda ileride nasıl öğreneceğinizi öğretiyoruz” derler. Doğrudur. Yine de standart eğitim süresi için 4 yıl az. Çocukların yapı bilgisi mezun olduklarında az oluyor. Kendi kendine bir öğrenci bunu arttıramaz. Bu, okulun içinde yapılmalı. Ayrıca tek hocalı sistemler bana doğru gelmiyor. Çok hocalı sistemde bir hocaya bağlı kalmıyorsunuz. Farklı hocalarla çalışmanın öğrenciler için avantajlı olduğunu düşünüyorum. Bazen tek hoca öğrencilerin gelişimini engelleyebiliyor
Meslek içi eğitim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz bu süreçte hangi kaynaklardan faydalanıyorsunuz?
Aslında sektörel gündemi takip ettiğim söylenemez. Bilmek hoşuma gidiyor ama öyle bir enerjim yok. Sanırım en büyük bilgi kaynağım yine meslektaşlarım. İyi meslektaşların olması çok önemli. Hem rekabet, hem gelişim getiriyor. Bir kişi iyi bir bina yapınca diğerlerine cesaret, şevk veriyor. Bir kişi yapınca arkasından on kişi daha yapıyor, bazıları daha da iyisini yapıyor ama o ilk basamağın kurulması önemli. İyi bina üreten kişilerin sayılarının çok olması iyi bir durum. En geliştirici unsurlar bunlar. Bir öğrenci jürisine gitmek de insana çok şey öğretiyor. Genç, yeni fikirler görüyorsunuz. Bu konulara meraklı meslektaşlarımlayken o havanın içine giriyorum. Ama kendi kendime kaldığımda çok pratik şeylerle hayatım geçip gidiyor. Akademik konulara pek giremiyorum. Entelektüel ortamlara girmek beni geliştiriyor. Bir konu hakkında ne düşündüğümün bile en çok o zaman farkına varabiliyorum. Meslektaşların yanında bir de malzeme üreticisi firmalar çok faydalı oluyor. Malzeme araştırması için üreticilerden gelen bilgilere başvuruyoruz. Bize ulaşmayan üreticilerin ürünlerini de her zaman takip edemiyoruz. Daha kapsamlı, malzeme araştırmasına bütçe ayırabilecek bir büro olsak malzeme takibini daha detaylı, sistematik bir şekilde yapacak elemanımız olurdu. Ama genele bakıldığında başka mimarların yaptıklarını da pek takip etmiyorum. Bence hayalden üretmek daha güzel.
Rekabet ortamı hakkındaki düşünceleriniz neler?
Rekabet ortamı mutlaka ki çok iyi bir şey. Tabii bu rekabetin bir vahşi olması var, bir de layıkıla relabet var. Layıkıyla rekabet çok iyi bir durumdur. Bizler de bunu öğreniyoruz. Hatalar da yapıyoruz. Ben de hatalar yapmışımdır. Rekabetin adil olması lazım ve adil olmayan durumlara heveslenmemek, tamah etmemek lazım. Mimarlıkta rekabet ağırlıklı olarak fiyattan ziyade fikirde olmalı. Bu, bir mimar ötekinden daha iyi demek de değil. Herkes iyi bir fikir yakalayabilir. Fikir yarışması rekabet için çok iyidir. Bu bundan 5 sene evvel hiç yoktu. Sadece resmi yarışmalar vardı. Çok nadiren sınırlı yarışma vardı. Şimdi çok var. Adamlar bazı mimarları seçiyorlar. Bir bedel belirliyorlar. Herkes bir fikir ortaya koyuyor. Sonra o fikirler işverenlerce değerlendiriliyor. Bu çok adil bir yarışma. İyi bir rekabet türü. Vahşi rekabet kötü. Ama mimarlar genelde rekabet konusunda başarılı diye düşünüyorum.
İş alma süreci gittikçe değerleniyor. Bunda en büyük etken ülkenin değişimi. En büyük etkenlerden biri Türkiye’de kadın konusu. Türkiye’de yapılaşmanın bu kadar kötü durumda olmasının sebebi, ataerkil bir toplum olmamız olabilir. Müslüman ülkelerde yapılanmanın kötü olmasının bir sebebi kadınların arka planda tutulması olabilir. Kadının varlığı yapılan işlere düzgünlük, kalite getirir. Kadın etkisinin arttığı ortamlarda iyi şeyin değeri artar. Ben konut tasarlıyorum. İşverenlerin çoğu erkek. Hep aynı klasik şeyleri isteyip duruyorlar. Fakat ben biliyorum ki o evi kadın beğenecek. Kadınlar yeni şeylere daha açık olabiliyorlar.
Türkiye’deki iş alma sürecini, malsahibi/işveren talebini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yapılacak işlerin kalitesi biraz da taleple bağlantılı. Türkiye’de mimarlık yükseliyor. Mimarlığa verilen değer artıyor. Bunun artmasındaki sebep işverenler arasındaki rekabet. Diyelim 50 tane toplu konut yapılıyor. Bir tanesini iyi bir mimar yapıyor. Bu konutlar daha fazla paraya daha fazla karla satılabiliyor. Şimdi işverenler de iyi yapılan işlerinin faydalarını gördü. Mesela içmimarlık Türkiye’de uzun zamandır iyi yapılıyor. Belli bir süre öncesine kadar Türkiye’de iç mimar diye bir şey yoktu. Herkes kendi mağazasını kendi tasarlardı ama bugün herkes iç mimarlardan hizmet alıyor. Neden? Çünkü iç mimardan hizmet alan kişi bunun faydasını gördü. Mekanını daha cazip kıldı. Bu ticaretin gereği. Bu iş en sonunda layığını bulacak. İç mimari buldu. Yapı bilgisine sahip mimarlar da çoğaldı. Bunlar rekabet ortamını küçük ölçekte hazırladılar. Büyük ölçeğe geçişte bürokratik engeller, kent ve çevre sorunları gibi şeyler var. Kentsel sorunlar mimarlıktan daha bile önemli. Tabii ülkenin ekonomik durumu da etkili. İnşaat sektörünün hızlanması mimariyi de olumlu yönde etkiliyor.
İşveren mimardan ne beklemesi gerektiğini bilmiyor. Bir film yaparken filmin ışıkçısı var, oyuncusu var, yapımcısı var ama filmi yapan yönetmendir. Orkestradaki şef gibi. Yapı yaparken de yapıyı yapan mimardır. Bir kere bunun farkında değiller. Bir yapıyı mimar yapar. İşveren de bunun parçası, önündeki sokak da bunun parçası, konulan cam da bunun parçası... Ama bütün bunları bir araya getiren, sentezleyen, üreten kişi mimardır. Bunun aksi mümkün değil. Aksi olduğunda kötü bina olur zaten. Mimar Sinan’ın bir camisine bakıyorsunuz. Mimar Sinan o yapının her şeyine hakim. Bütün orkestrayı bir arada tutup ürünün çıkması için otorite olmak zorunda. Yoksa o camiyi yapamaz. Bazı durumlarda malsahipleriyle gerilimler yaşanabiliyor ama oturmuş ilişkilerde bu çok güzel bir dengeye kavuşuyor. Malsahibinin verileri çok önemli. Onun ne istediğini çok iyi anlayıp, yerine getirmek ve hatta üzerine çıkmak gerekiyor.
Mimarlığın yakın geleceğinde Türkiye’de ve dünyada nasıl değişiklikler bekliyorsunuz?
Ben iyimserlerdenim. Şu an mimarlık çıldırdı. Herkes bir şeyler çiziyor. Mimarlığı bırakanlar mimarlığa dönüyor. Etraftaki yapılar son derece kötü olduğundan bunlar mutlaka iyileşecek. Daha yapacak çok iş var. Avrupa’da bir çok şey oturmuş. Yapılan şeylerin çoğu değerli olduğu için onlar koruma eğiliminde. Ama bizde öyle değil. Türkiye’nin binde 999’unun kesin olarak yıkılması lazım. Kentler çok kötü durumda. Kentler yıkılıp yeniden yapılacak. Dolayısıyla mimarlara yapacak çok iş var. Mimarlık mutlaka gelişecektir. Bu ne zaman olur söylemek mümkün değil, ama gelişmeye başladığını şu an kesin olarak söyleyebiliriz. Mimari dergiler satın alınıyor. Okuyanlar artıyor. Mimarın önemini anlayan işverenler var. İyi yapılar var. Son 5 senedir mimarlığın yükselişe geçtiği daha rahat gözlemleniyor. Ondan önce çöküşleri izliyorduk. Mesela 1970’lerde imar kurallarının ihlal edildiği, ahlak değerlerine uyulmadığı, kaçak yapıların, kötü inşaatların olduğu bir dönem vardı. Şu an hala 1950-60’lardaki mimari kaliteyi yakalayamadık ama 1970’lerden, 1980’lerden çok daha iyi durumdayız. 1990’lardan kesinlikle daha iyiyiz. Türkiye’de yaşanan bir çöküş dönemi vardı. O dönemde mimarlıkta da çöküş yaşanmıştı. Şimdi ben ülke ile beraber mimarlığın da yükseleceğini düşünüyorum.