Kadıköy'deki Ev Katliamı



Kemalist milliyetçilik kurgusunun oryantalist, antiemperyalist, “etnik-laik” endişelerle Batı medeniyetinde kendine yer açmadaki “muğlak” formülasyonu, mimari kültür alanında bir kara delik ortaya çıkardı. Heterojen, kozmopolit, Batılı anlamda antilaik Osmanlı ve onun doğal simgesi İstanbul ile bağları koparma isteği, Ankara’nın yeni başkent olarak ortaya çıkmasına ve bu şehrin yeni bir mimari kültürün deney alanı olarak doğmasına neden oldu. Sibel Bozdağan’ın Modernizm ve Ulus İnşa Süreci isimli kitabında bahsettiği gibi 1930’lar Türkiye’sindeki “mesken mimarisi” özellikle elit hakim sınıfların küçük beton villa ve komün apartman ihtiyacı doğrultusunda şekillendi. İki dünya savaşı arası ve sonrası, kübik ve prizmatik mimarinin baskın geldiği bir uluslararası modern mimari akımı ile, Rus-Alman şehir panoramasının örnek alındığı Ankara’da kare, düz çatı, payanda, çıkıntısız toplu yapılaşmanın olduğu bir şehir resmi ortaya çıkar. 1950’lerde Demokrat Parti popülist politikaları ve yoğun iç göçün ve gecekondulaşmanın başladığı dönemde, Osmanlı yuvarlak mimari estetiğinden çok uzağa düşen ve Batı burjuva toplumunun şehirleşme ihtiyacından doğan yararcı şehirleşme anafikrini yakalayamayan, etkisiz ve başarısız bir mimari kültür oluştu. İstanbul’da gayrimüslimlerin şehri zorunlu terk edişi eşliğinde, İstanbul’daki Pera-Beyoğlu çizimi de ağır darbe aldı. Bozdoğan’nın değindiği gibi Özal dönemi ve uluslar üstü trende dayanan postmodernizm salınımı, yoğun iç göçle şehirlerdeki demografik yapıların iyice heterojenleşmesi, şehir planlamasındaki başarısızlığın, karmaşanın katmerlenmesiyle son buldu. Modernliğin geleneğe karşı yok edicilik olarak serpildiği Kemalist modern projesi bu bağlamda, geleneksel Osmanlı cumbalı ve tahta mimarinin ağır darbe almasına neden oldu. Tüm bu olumsuz zincirden payını son alan bölge Kadıköy.

Kadıköy, İstanbul’un rafine gençliğinin ve entelektüel tüccar dükkanlarının yeşerdiği eski bir yerleşim mekânı. Kilise kuleleri ile cami minarelerinin aynı karede buluştuğu, tarihsel Haydarpaşa’sı, doğal güzelliği Moda’sı ve dar sokaklarında saklanan balıkçıları ve birahaneleriyle, Beyoğlu’nun turistik yükünü paylaşmaya potansiyeli olan bir “köy”. Rıhtım’daki minibüs durakları kaldırılırken, belki nefes alacak yeşil bir alan yapılır diye ummuştum. Ama değişen bir şey yok, şimdi belediyenin otobüs durakları denizin ışığını keser oldu. Kadıköy’ün dışarıdan görünen çerçeve resmi maalesef hâlâ içler acısı. Ama en büyük yıkım tarihi, kültürel ayrıcalığımızın simgeleri olan tahta evlerin katliamı. Merkezdeki rıhtımdan tutun, ara sokaklardaki beton cumbalı evlerin direndiği yerlere kadar, köşk denecek kadar büyük bir sürü tahta ev, yıkım için bekliyor. Hem il hem ilçe belediyesinin bırakın yola sokmayı, müteahhitler merkezdeki camdan “modern” binanın çocuklarını ara sokaklarda var etsin diye desteklediği, bu tahta köşklerin ölümleri bekleniyor. Zaten, Moda’ya doğru yol aldıkça, beton-modern mimarinin, geleneksel mimariyle savaşı artıyor. Artık Moda’da sahil ve iç kesimlerde balkonsuz, büyük camlı evler yükseliyor. Kimi yerlerde cumbalı evler, modern cam binalardan kendi yansımalarını izliyor.

Kadıköy iyileşir mi?

Peki bu sahipsiz, öksüz evler nasıl kurtarılabilir? Cumbalı mimari ile bezenmiş, küçük dükkan ve yerleşim apartmanları, tarihi dokuyu yeniden yaratarak nasıl tekrardan inşa edilebilir? Bu sorunun cevabı basit. Mimarlar Odası’nın desteği ile müteahhitlere ve inşaat firmalarına, proje standartları getirilerek, en azından bundan sonra Kadıköy’deki kentsel dokunun bozulmasının önüne geçilebilir. Belediyelerin kurumları, Mimarlar Odası’nın oluşturduğu kentsel dönüşüm ekipleri, apartman sahipleri ile birebir temasa girerek, en az maliyetle ve en iyi mimari projelerle çok iyi sonuçlar yaratabilirler. Ekonomik olanaksızlıkların bent çektiği noktalarda ise, toplu sosyal projeler oluşturularak apartmanlar, gelir getiren dükkan, otel ve sosyal tesislere dönüştürilebilir. Bu sayede sadece “estetik” olgusu ile algılanan mimari ve kentsel dönüşüm zihniyeti, ekonomiye ve sosyal dokuya yararlı hale getirilerek, Türkiye’ye bir örnek teşkil edebilir. Bu tür bir mimari zihniyetin, batılı ülkelerde pek çok örneği görülebilir. Özel öğrenci evlerine dönüştürülen toplu komün apartmanlar, yerli yabancı büyük küçük şirketlerin ufak teşvik yönlendirilmeleriyle oluşacak tarihi pazar caddeleri ve küçük ticaret loncalarının “kâr” için el birliği yaptığı eski bina yapıları ve sokakları, hem ekonomik hem de sosyal yapıya olumlu basit projelerdir. Kadıköy’de mevcut olan çarpık binalar ise, birkaç mimarı örnekte olduğu gibi, dış cephenin boyanması maliyetine, tahta kaplama ve “süs” cumba şeklinde, dokuya uyumlu hale getirebilir. Küçük maliyetlerle, Balıkçılar Sokağı’ndan başlayan sanatçı ve kitapçı dükkanlarındaki ahenk ve ambiyans, barlar sokağında canlandırılmaya başlayan cumbalı mimari ile kavuşturulabilir. Bu sayede, tarihi yarımadanın karmaşasından kaçan turist için farklı bir durak ve ilçenin mesken tutanları ve yerlileri için ise bütünlüğün sergilendiği örnek bir yerleşim alanı yaratılabilir. Bu sayede sadece estetik kaygının ötesine giderek yapılacak bütünsel bir mimari yapılanma, ilçedeki ekonomik hayata özellikle turizm kanalıyla da olumlu katkı sağlarken, yüksek katlı modern yapıların insanları ayrıştırarak odalara hapsettiği çalışma ortamlarının birey psikolojisinin üstünde yaratığı gerilimin de önüne geçilebilir. Bunlar yapılması mümkün olmayan değişimler değil. Yeter ki, il ve ilçe belediyeleri yüksek katlı gökdelenlerin arsa ihaleleri sonucunda elde edilen kolay ve sıcak paranın çekiciliğine karşı koysun ve daha uzun vadeli ekonomik getirisi olan, sosyo-psikolojik yansımaları daha olumlu olan, Türk Osmanlı mimari geleneğinin korunduğu zorunlu teşvik standartlarını sıkı bir şekilde uygulamaya gönüllü olsun.