Bu bir sanatçıdan diğerine bir aşk mektubu. Kendi hayran oldukları dışında mimari ile ilgili az bilgisi olan Sydney Pollack, arkadaşı Frank Gehry tarafından, hayatı ve çalışma metodları hakkında bir belgesel yapması için davet edilmiş. Amerikan sinemasının en büyük güçlerinden biri olan Pollack - aktör, yapımcı ve en çok bilinen, They Shoot Horses, Don't They?, Tootsie and The Way We Were gibi kalıcı klasiklerin yönetmeni- ikna olmuş. Arkadaşlar arasındaki bu dayanışmanın sonucu çok özel: Gehry doğal olarak Pollack'ın kamerası önünde rahat. Uyumları karşılıklı derin saygıdan ve sanatçı olarak deneyimlerinden çıkan kavrayışa dayanıyor.
Bir video kamera ile silahlanmış olarak, Pollack, Gehry'nin hayatının ilgi çekici noktalarına dalıyor, gençliğini, ilk evliliğini ve gitgide artan ününü takip ediyor. Kariyerinin erken döneminde yaratıcılığında bir blokla karşılaşan Gehry, psikoterapiste gidiyor. Pollack, bu psikoterapistle röportaj yapıyor ve terapistin "yaratıcı beyin"le ilgili anlayışı Gehry'nin hayal gücünü deşifre ediyor. Krizinden kurtulan Gehry zamanla Bilbao'daki Guggenheim Müzesi, Los Angeles'daki Walt Disney Concert Hall gibi muhteşem yapıları yarattı. (Gehry şu anda Kanada'daki ilk büyük projesini tasarlıyor- büyüdüğü Toronto mahallelesinde yer alan Ontario Sanat Galerisi'nin dönüşümü.)
Film, güvendiği asistanları ve iş arkadaşları ile oturup, makas ve kartonla mükemmele ulaşana kadar maketleri oluştururken, çok sıcak ve gözlemci bir şekilde çalışan Gehry portresi sunuyor. Pollack, spontane fikirlerin pratik kaygılarla çatıştığı anları yakalamakta süper bir iş yapıyor.
Bu, mimarlığı çok fazla tanımlayan rektilineer yaklaşımı aşan binaları hayal etmeye cesaret etmiş bir adam hakkında sıcakkanlı ve duygulu bir film. Herşeyin ötesinde, Gehry - mütevazi, enerjik ve meraklı- kendini tamamen çekici bir konu olarak açığa vuruyor.