Kendi Yaşamlarını Örüyorlar



Bu insanlar, burada ne yapıyorlar, biliyor musun?

Tabii, ev inşa ediyorlar…

Kimin için?

Bizim için, kendi evimizi kendimiz inşa ediyoruz…

Beş yaşında Sümeya. 45 dönümlük arazinin neresinde ne olacak sorsanız hepsini size tek tek sayabilir, tabii önce çocuk parkını söyleyerek başlayarak; 48 aile için kerpiç ev, avlu, kadın kültür merkezi, kütüphane, ekolojik tarım yapılacak ortak alan. Bu 48 aile içinde onunki de var. Annesi Necla Aydoğan arsaya bakarken gözlerini ışıldatmaya yetiyor hayalleri: “Bak sağda ve solda evler olacak. İsteyene 140, isteyene 110 metrekare ev yapacağız. Bizimki büyük olacak, çünkü kalabalığız. Çocukların odası olsun istiyorum. 85 metrekare de avlumuza kalacak. Ortadaki 13 dönümlük büyük topraklarsa ekolojik tarım için. Mantar bile yetiştirmeyi düşünüyorum. Düşünsene, hep beraber çalışarak hayatımızı sürdüreceğiz. Bu bizim için bir kurtuluş”.

Komün çalışmasını ilk duyduğunda kaygıları olmamış değil, ancak şimdi hiç korkmuyor, çünkü kendine güveniyor, çalışma boyunca toplantılar yaptığı, evine girip çıktığı diğer kadınlara da. Çünkü onlar da Necla Aydoğan kadar kiracı olmanın ne demek olduğunu biliyor, kirayı geciktirince olanları, üç-beş ayda bir ev değiştirmek zorunda kalmanın ağırlığını. Hepsi aynı yaşam mücadelesinin içinde ne de olsa. O yüzden varsın tapusu üzerlerine olmasın, evi satamasınlar şikâyetçi değil. Zaten başka bir yerde yaşamak istemiyor ki, “Viranşehir bizim memleketimiz” diyor, “üstelik şimdi bir de kendi evimiz ve geçimimizi sağlayabileceğimiz bir arazimiz olacak. Bu topraklarda büyüdüm, burada öleceğim.”

Necla, Şükrü ve Sümeya AydoğanEşi Şükrü Aydoğan sanayide çalışıyor, ellerine bulaşan siyah yağ daha kurumadan, işten çıkar çıkmaz, yorgunluğunu hissetmeye bile zaman kalmadan araziye, bir işin altına koşuyor kendini. Artık kendi ve çocukları için çalışıyor, yüzünden akan her damla bir adım daha yaklaştırıyor onları başka bir dünyaya. Öyleyse o da terleyecek.

Yarısını kiraya verdiği maaşıyla üç çocuk okutmanın yükünden ağır olamaz ki yapacağı hiçbir şey. Biri 14, diğeri 13 yaşındaki iki erkek kardeşi ve 10 yaşındaki kız kardeşi de arazide Sümeya’nın. Ellerinden geldiğince çalışıyorlar, taş taşıyor, su getiriyor, tahtaları yükleniyorlar. Gece olunca ateş yakılıyor hemen, soğuğa ve karanlığa karşı. Devam edebildikleri kadar sürüyor çalışma. Ertesi sabah önce işe, sonra araziye dönülmek üzere ayrılmadan önce, gözler yeniden araziye dönüyor, sanki bitmiş evleri, ekilmiş arsayı görmüşlercesine bir gülümsemeyle, ayaklarını sürüye sürüye evin yolunu tutuyorlar.

Onların da içinde olduğu 48 aile Viranşehir’de Türkiye’nin ilk komününü kuracak: “Ax u av” yani “Toprak ve Su”. Hani şu ancak Sovyet romanlarında okuduğumuz, birlikte üretip paylaşacakları sistemi. Bunu daha çok yıllardır yaşadığı Latin Amerika’daki toprak hareketlerine benzetiyor Metin Yeğin. Yönetmen, yazar bir adamın kömün çalışmasında işi mi ne? Çünkü onun için uğraştığı her alan dünyayı değiştirmek için atılan bir adım, bu gün gelir belgesel olur, gün gelir yazı. Bugün gelmiş komün çalışması olmuş. Bu fikir onun hayali. “Herkesin birey olarak hareket etmesi gerektiği söylemlerinin devamlı tekrarlandığı bir dünyada biz cesur bir karşı çıkış yapıyoruz” diyor, “Birlikte dayanışarak oluşturulan bir karşı çıkış bu. Dayanışmacı bir toplumsal yapı oluşturuyoruz. Sade’ın bir sözü vardır: 'Hepimiz toplanmışız, giyotinin tepeden inecek olan bıçağını seyrediyoruz'. Artık bu yok oluş sürecini seyretmeyi, öteye ertelemeyi bırakıp bir yerden başlamanın tam vakti”.

Neden mi Viranşehir’den başlıyor? Bu hem şans, hem de belediyenin bu işe olumlu bakmasından. Önce geçen seçimlerdeki Belediye Başkanı Emrullah Cin tamam diyor bu işe, ancak cezaevine atılıyor. Yeni başkan Leyla Güven de destekliyor, ama o da şimdi cezaevinde. Şu anki belediye vekili Mehmet Burun, “Bu, Türkiye’de bir ilk olacak” diyor, “Bu bir deneme ama tutacağını düşünüyoruz. Her şey onlara bağlı, biz hiçbir şeye karışmıyoruz, sadece kendilerine park olacak bir alanı tahsis ettik o kadar.”

Hiçbir yere bağlı değil bu çalışma. Ne AB’den, ne de bir STK’den bir kuruş bile alınmadan yürütülüyor. Evler toprak olacağı için fazla masrafı yok, ancak pencere, kapı, dam için gerekli beş milyarı aileler karşılayacak. Bu onları zorlasa da böyle olması bilinçli bir tercih. Neden mi? Yanıtı Yeğin’den: “Biz iyiliksever değiliz, sadaka da vermiyoruz, birlikte, onurlu bir şekilde ev inşa ediyoruz. O yüzden hiçbir yerden para almadık. Belediye kendi işini yapıyor altyapı, su tahsisi gibi. Dozer yollayıp, yardımcı da oluyor, ancak bunun karşılığını ekolojik ürünlerimizle ödeyeceğiz. Böylece üretimin başlaması ve devamının sağlanması için bir gereklilik de olur”.

Ortak alanda ilaç bitkisi yetiştirilecek, çünkü kazançlı. Köylünün ürettiğinin doğrudan tüketicinin eline geçmesini sağlayacak bir sistem için de çalışılıyor.

Ailelerin nasıl seçildiğine gelince… Seçilmiyor, hatta aileler onları seçiyor. Çalışmayı Belediyenin Kent Meclisleri aracılığıyla duyurduklarında 200 aile başvuruyor, ne belge isteniyor başvuranlardan, ne de bir güvence, her şey “ayıp” üzerinden ilerliyor. Evlere tek tek girilip, sistem anlatılıyor. Mülkiyet vermediklerini, arazinin kooperatifin olacağını, devredilemeyeceğini, 48 aile birleşse de satamayacaklarını söylediklerinde kendiliğinden ilk eleme gerçekleşiyor. Bu önlem, büyük kentlerdeki gecekondulardan çıkarılan bir ders. İkinci eleme ise, evin yapımından tarlanın ekimine kadar, bütün süreçlerde ailelerin çalışacak olması. Sözü edilen sadece iş yapmak değil, bu sürecin içinde kalarak yeni yaşamı anlamak için de önemli, çalışmak. Böylece kolektif çalışmaya açık, iyi niyetli, umut eden insanlar kalıyor. O da 48 aile yani 280 kadın, erkek, çocuk, yaşlı demek. Daha derin anlatımla, mevsimlik ya da inşaat işçisi olarak giden babaya duyulan özlemin bitmesi, gidilen yerlerdeki hakaretlerden kurtulmak, ucuzunu bulmak için o evden diğerine sürüklenmenin son bulması, göç ettirildikleri için köksüzlüğe sürüklenen insanlara yeni bir kök demek…



Ev değil, demokrasi inşa ediyoruz

Viranşehir yoksul bir yer, Yeğin’in demesiyle Türkiye’nin “amelesi”, en ezilen proletaryası burada. Her yıl binlerce insan Türkiye’nin pek çok yerine, mevsimlik ya da inşaat işçisi olarak gidiyor. Başkalarının tarlalarını ekip, toplayıp, başkalarına ev inşa ediyor Viranşehirliler. İşte o “amele”ler şimdi komün için kolları sıvadı. 8-9 hanelik çekirdekler kurulup, her çekirdekten de bir koordinatör belirleniyor. Kadınların erkeklerin yanında kendilerini ifade edememeleri durumunu ortadan kaldırmak için onlar ayrı toplanıyor. Altı yaşından büyük çocuklar da kendi koordinatörlerini seçiyor. Çünkü onların da evlerinin nasıl olacağı noktasında söz hakkı var.

Doç. Dr. Bilge Işık, Viranşehirlilere seri kerpiç yapımını anlatırkenMeksika’dan mimarlar, Türkiye’den mühendisler, ekolojik tarım uzmanları geliyor, toplantılar yapılıyor. Tıpkı ben oradayken köylülere pratik ve samansız kerpiç ev yapımını anlatmaya gelen İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bilge Işık gibi. Elinde katalog, kerpiç evin dünyadaki örneklerini gösteriyor Işık, Viranşehirlilere. Gözlerde merak ve şaşkınlık. Çünkü başta pek de sıcak yanaşmıyorlar kerpiçe. Hatta üç ayları neden kerpiç ev yapılması gerektiği, ekolojik tarımın nasıl yapıldığı, dayanışmacı ekonominin ne olduğu tartışmalarıyla geçiyor. “Kerpiç evler ekolojik evler, yazın serin, kışın sıcak oluyor” diyor Yeğin, “Hem uzmanlara daha az yer veren, hiyerarşiyi yok eden, insanların türkü söyleyerek birlikte yaptıkları yani eşitlikçi bir inşa biçimi. Bu yüzden seçtik onu. Çünkü biz demokrasi denilen şeyin insanların birbirini gördükleri, üzüntülerini paylaştıkları bir organik mahallede gerçekleştirebileceğine inanıyoruz. Sadece ev değil, başka bir biçimde demokrasi inşa ediyoruz.”

Ancak son karar mercii tabii ki Viranşehirliler. Plan onların isteklerine göre değişiyor: “Evler avlulu olsun, sıcak günlerde rahat rahat dışarıda oturabilelim.”, “Kadınlar için bir alan olmalı, orada rahatça toplanıp, sorunlarımızı tartışabilelim.”, “Çocuk parkı büyük olsun, arkadaşlarımız da gelir.”

Yeğin’e düşen mi? Sadece onlara bunun için cesaret veriyor. Çünkü Ezilenlerin Tiyatrosu’nun kuramcısı Augusto Boal’ın dediği gibi, mutluluk cesaret ister, Yeğin bunu biliyor. “Bizim yaptığımız” diyor, “insanların özgüvenlerini yerine getirmek, bu sürecin içinde kolektif bir çalışma yaratmak. Her şey onların kararı ve onların ellerinde. Evler kurulunca biz gideceğiz, esas olan onların işi kabullenmesi. Hem bir süre sonra farkına varıyorsunuz ki onlar bizden daha iyi biliyorlar. Herkes köyden gelmiş, köyün dayanışmacı biçimini; kerpiç evin yapılışını, tarımı zaten biliyor. Biz sadece onlara bunu yeniden hatırlatıyor, biraz hafızalarını kazıp özgüvenini ortaya çıkarıyoruz. Biz mükemmel toplum yaratmıyoruz. Zaten bu faşizm olur. Biz sorunları olan, ancak sorunları kendi içinde çözebilecek bir toplumsal yapı yaratıyoruz.”

Herkesin yönelttiği, bunun ömrü ne kadar sürer, sorusuna bir yanıtı yok Yeğin’in. Bilmiyor, denemeden de bilinemez ki… Ancak çalışma şimdi, bugün bitse de, Viranşehirlilerin, herkesin barınacak yeri olmasının insan hakkı olduğunu öğrenmesinin bile dünyayı değiştireceğine inanıyor. Sadece bu da değil, Viranşehir'deki çalışma başka yerlere de örnek olmuş. Yakında Nusaybin’de “Ax u Bajar/Toprak ve Kent”, Lice’de “Ax u Jiyan/Toprak ve Yaşam” çalışması başlayacak. Nusaybin’de boş parklar bir yıllık sebze ihtiyacını karşılayacak şekilde ailelere paylaştırılacak. Lice’de ise, 1974 depreminden beri geçici prefabrik evlerde yaşayan aileler için kerpiç evler inşa edilecek, tabii yine o ailelerle birlikte. Uzun lafın kısası, “Başka bir dünya mümkün”. Bu çalışmalar da bunu laf olmaktan çıkarıp, hayata döküyor. Görmek isterseniz Viranşehir'deki “Ax u av” mayısta kapısını açacak.



Kendi evini inşa etmek

Nurettin Lebe, dört kişilik ailesini inşaatlarda kalıpçı olarak çalışarak geçindiriyor. Kendi ev hayallerini başkalarının duvarlarında döküyor kalıba yıllardır. Şimdi komün sayesinde hayalleri gerçek olacak. Komün için en çok koşturanın o olması belki de bundan. Sabah altıda araziye geliyor, temelin kazılması, doldurulması, temel demirlerinin yapılması, kalıpların hazırlanması, kerpiçin dökülmesi... Her şeye yetişmek için koşturup duruyor gün boyu Nurettin Lebe. Saat altı olup da karanlık çöktüğünde, evinin yolunu tutuyor, ancak gün bitmiyor onun için. Karnını doyurup, bu sefer de para kazanmak için çalıştığı inşaata gidiyor, gece ikide ancak girebiliyor yatağa. Günde üç-beş saatlik uykuyla mı yaşıyor, varsın öyle yaşasın, o şimdi sadece kendi geleceğini değil, çocuklarının da geleceğini inşa ediyor çünkü. Bu kadar bilgi yeter, daha fazla konuşamaz, çünkü benle harcadığı her dakika onu biraz daha kendi evinden ediyor. O komündeki tek inşaat işçisi değil, Bedri Yağlı da onunla aynı kaderi paylaşıyor, hatta belki de daha da ağırını. Eşi Ayşe Yağlı’nın babası kendilerine bir oda vermese evsiz kalacak kadar yoksun bir yaşam bu. O, eşi ve üç çocukları bir odada yaşıyor. Bu komün çalışmasını duyduğundan beri tedirgin ve heyecanlı dolaşıyor sokaklarda. Komün sayesinde hayatında ilk defa kendi evi olacak, kendi arsası da. Heyecanı bundan. Tedirginliğiyse, şimdiye kadar istediği hiçbir şeyin olmayışından, ya bir sorun olursa diye hop oturup, hop kalkıyor.

Buraya kök salacağım

Bedriye Gençtan, yaşını bilmiyor, ama en az 60 varımdır diyor, yüzündeki kırışıklıkları sayıp, elindeki nasırlara bakarak… Beşi erkek, yedisi kız, 12 çocuk annesi. Şu anda dört çocuğu, eşi ve cezaevinde olan oğlunun altı çocuğuyla birlikte yaşıyor. 12 boğazın sorumluluğu 18 yaşındaki kızının omuzlarında, Viranşehir’deki Kadın Kooperatifi’nde çalışarak bakıyor onlara. Zaman zaman, bütün aile yollara düşüyor, mevsimlik işçi olarak Türkiye’yi dolanıyor, kâh fındık, kâh pamuk toplamaya. Geçim sıkıntısı dert değil, ama en çok köyünden zorla çıkarılmış olmak üzüyor Gençtan’ı. Köyünden bahsederken bir hüzün düşüyor sesine, “Kendi topraklarımızda olsak, ekip biçer, kimseye muhtaç olmadan geçinirdik” diyor. Bu komün çalışması onun için köyüne dönüş aslında. “Köyde zaten komün yaşıyorduk. Zorla çıkarılınca, burada göçmen olduk. Hiçbir zaman burası kendimize ait olmadı. Köyümüze gidemiyoruz, ama bu komün çalışmasıyla bu topraklarda oradaki yaşamı sürebiliriz. Üretir, paylaşırız” diyor. Bu iş tutar mı, sorusuna yanıtı kesin: “Hepimiz ele ele verip çalışırsak neden olmasın?”

Bu çalışmada en çok kadınlara güveniyor Gençtan, onlar bir şeye asılırsa olacağını biliyor. O çoktan işe asılmış bile, yaşına bakmadan taşınacak tahtaları sırtlıyor, kirece su katıyor. Onun tek dert ettiği, diğer yoksullar için de böyle bir imkânın açılması. “Umarım bunun gibi başkaları da olur” diyor.