"Kentsel Dönüşüm", Planlamanın Reddi ya da "Rantsal Dönüşüm" Olarak Uygulanmaktadır

Genel olarak Türkiye kentlerinin tamamına yakınında, son elli yılda göç ve göçe dayalı hızlı nüfus artışı sonucu kitlelerin barınma talepleri planlı kentsel alanlarla karşılanamamış, yerleşime uygun potansiyel taşıyan kentsel alanların büyük bölümü imar aşarıyla geliştirilen gecekondu tarzı yapılarla dolmuştur. Başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere bütün büyük kentlerde kentsel alanın yaklaşık yarısı sağlıksız, güvensiz ve niteliksiz yapılardan oluşmaktadır. Hiçbir mimarlık-mühendislik hizmeti almadan yapılaşmış bu alanlar, her türlü teknik ve sosyal donatı elemanlarından yoksun ve özellikle doğal afetlere karşı büyük risk altındadır.

Bu bağlamda kentlerin günümüzde öncelikli sorunu, nereye nasıl büyüyüp yayılacağı değildir. Sorun, bütünü gözeten planlı kentleşme anlayışı içinde, var olan yapı stokunun ve kentsel mekânın nasıl daha güvenli ve sağlıklı hale getirileceği ve daha nitelikli kentsel yaşam ortamları olarak geliştirileceği sorunudur. Yapılı çevrenin sağlıklaştırılması, güvenli hale getirilmesi, teknik ve sosyal donatı eksikliklerinin tamamlanarak kentte yaşayanları mutlu kılacak yaşam çevreleri oluşturulması en öncelikli strateji olmak zorundadır.

Yasal düzenlemeleri yapılarak uygulanmakta olan "kentsel dönüşüm" projelerine bakıldığında, planlamanın reddedildiği, sadece "rantın" esas alındığı, hiçbir mimari kalite endişesi taşınmadan, elde edilecek kentsel mekânın niteliğine dair bir kaygı hissedilmeden, katlı apartman yığınlarının yapıldığı görülmektedir.

"Kentsel dönüşüm" uygulamalarının sosyal, ekonomik ve mekânsal iyileştirme amacı ve hedefi olmadan yalnızca yapı blokları inşa edilerek gerçekleştiriliyor olması ve yaşayanları da yerinden eden sonuçları kabul edilebilir değildir. Yapılaşmış alanların sağlıklaştırılmasında, yaşayanları yerinden etmeyen, nitelikli mimari tasarımlara sahip, güvenli yapılaşma ile yaşayanları mutlu edecek, onların yaşam kalitesine katkıda bulunacak kent mekânlarının elde edilmesi mümkündür.

Uygulamada hisse miktarı, parsel sayısı, mülk sahipliği oranı, yapı sayısı, nüfus vb analiz değerlerini esas alan mülkiyet esasına dayanan anlayış yerine, mekân kalitesi anlayışının benimsenmesi ve bütün analizleri bir kentsel tasarım verisi olarak yorumlayan bölgelere ve kentlere özgün çözümler üretilmesi gereklidir.