Kentsel Dönüşüm ve Kent Kimliği / Urban Conversion and Urban Identity



Kentsel dönüşüm, son zamanlarda ülkenin mimarlık gündeminde artan bir ilgiyle izlenen kavram haline gelmiş gibi gözükmektedir. Ülkenin kent ya da büyükkent statüsünde, irili ufaklı birçok yerleşim biriminde, bu kavram kapsamına giren bazı imar eylemleri söz konusu durumun en belirgin göstergesidir.

Genel bir değerlendirmeyle söz konusu eylemlerin iki farklı amaca hizmet ettiği ya da edeceği anlaşılmaktadır: Birincisi, tarihi kentlerde eski sosyal, kültürel ve ekonomik önemini yitirmiş olan yerleşim bölgelerinin ve kaynaksal alanların kent yaşamına kazandırılması; ikincisi, büyük göç alan sanayi kentlerinin kenar bölgelerinde, daha çok kayıtdışı inşaat sektörünce gerçekleştirilmiş olan niteliksiz ve yasadışı yerleşimlerin, yasal ve sağlıklı yaşam için uygun koşullara kavuşturulması.

Tarihi kentler için hep gündemde olan konu, bu kez kentlerin çevrelerinde zaman içinde oluşan nizami olmayan yerleşim alanlarını da kapsayacak biçimde genişletilmektedir.

Daha birkaç ay önce, İstanbul'da yakın bir gelecekte belki de yapılması söz konusu olan bazı kentsel dönüşüm projeleri, görsel ve yazılı basın aracılığıyla tanıtılmış ve bu konuda geniş bir kamuoyu katılımı sağlanmıştı (1). Oluşumlarına neden olan karar süreçlerinin skandal unsurlar içermesi nedeniyle bu projeler, ülkede mimari içerikli bir konuda belki ilk kez böylesine geniş çaplı bir kamuoyu katılımının elde edilmesine neden olmuştur. Ayrıca, geleceğine ilişkin belirsizlikler henüz ortadan kalkmamasına karşın, söz konusu projeler ülkenin içinde bulunduğu bu dönemde İstanbul'u ilgilendiren bazı gerçeklerin, ülke kamuoyunca bir kez daha paylaşılması açısından ilgi çekici olmuştur.

Mevcut koşullarda sayısız sorunlar altında bunalmış bir kent görünümü veren İstanbul metropolünün, bugün geldiği noktada kentlisine yaşanabilir mekânlar ve yaratıcı olanaklar sunmaktan ne kadar uzak olduğu bilinmektedir. Ancak, güncelliğini ve sürdürülebilirliğini çoktan yitirmiş olan birçok kaynaksal alanın, metropolün geleceğinin kurtarılması açısından taşıdığı potansiyel önem ve ekonomik avantajın farkına varılmış gibidir. Kuşkusuz kazanca dönüşümü yüksek bir olasılık haline gelmiş böylesine önemli avantajların ve hayallerin mimari kazanca ya da "ranta" dönüşemeyeceğini düşünmek mantıklı bir düşünce tarzı değildir. Aklın yolu birse eğer bu ülke insanı bunun üstesinden gelmesini bilmelidir.

Kentsel dönüşüm tartışmalarının bugün ağırlıklı olarak İstanbul kapsamında ve genel olarak kentin biçimsel kimliğine ilişkin konular üzerinde yoğunlaşma eğilimi taşıdığı görülmektedir. Ne var ki, kentlerin genel anlamda kimlik oluşumunun, yalnızca fiziksel nitelikte bir süreç olmadığı, fiziksel unsurların yanında, onların gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde sahip olduğu ya da içinde yer aldığı siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel değerleri de kapsayan gelişim ve evrim süreçlerini de içerdiği bilinmektedir.

Klasik anlamdaki kent tanımının yakın dönemde geçirmiş olduğu evrim de göz önüne alınırsa, bir zamanlar ortada yalnızca yerel ya da geleneksel değerlerle ifade edilen yersel kent kimlikleri vardı. Şimdi ise büyüyen ve genişleyen kent sınırları ve karmaşıklaşan insan-toplum ilişkileriyle bu sosyal kimliğin, yalnızca yerel değerlere bağlı olmaktan çıkıp, yerel olmayan iletişim kanallarıyla da sürdürülen ortak bir duygu bağımlılığı ve kimlik bilincine dönüştüğü görülmektedir (2).

Kent kimliğinin bu anlamda dinamik ve sürekli gelişen bir yapı olduğu düşünülürse eğer, tarihin her döneminde, bir kent çatısı altında, ortaya çıkan her sosyal yapının, sonuçta ister istemez o kentin fiziksel yapılanmasına da yansımasının kaçınılmazlığı anlaşılabilir. Bu nedenle kentin mimari evrim sürecinin, gerçekte onun sahip olduğu değerlerin tümünü kapsayan bir algı süreci olduğu, bunun da temelinde sürekli iki temel unsurun yer aldığı düşünülebilir: sosyokültürel kimlik ve biçimsel kimlik. Aşağıda, kent kimliğinin evrim süreci genel olarak bu iki unsur açısından değerlendirilmiş olup konuyla ilgili kavramsal bir çerçeve önerilmiştir.

Kentin Sosyal ve Kültürel Kimliği (Kolektif Kimlik)
Konu genellikle kentin sosyolojik tanımıyla ilgilidir. Bu çerçevede sorulabilecek soru, kenti kent yapan sosyal değerlerin ya da verilerin ne olduğudur. Literatürde, kent, nadiren ve yüzeysel olarak birbirine yanaşık düzende yaşayan insan topluluklarının sayısal çoğunluğuyla tanımlanmaktadır. Bu anlamda kent, barındırdığı insan nüfusunun büyüklük standardından başka bir şey değildir.



Bu gerekçenin ülkemiz yasal mevzuatı açısından geçerli olduğu bilinse de, tek başına kentin genel tanımı için yeterli kapsamda olmadığı yaygın bir görüştür. Gerçekte, eldeki sosyal veriler klasik kent tanımının sosyal bazı gerekçelere dayandırılmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Toplumbilimcilere göre bu gerekçeler, aşağı yukarı ve kısaca aşağıdaki gibidir:
- Kırsal olmayan nüfus (eğitim ve hoşgörü düzeyi görece yüksek, uygar
azik [İngilizce: suavity]),
- Farklı işkolu, meslek ve zanaatları barındırma özelliği,
- "Tüketim fazlası"na ilişkin örgütsel altyapı (ürün, mal ve hizmetlerin üretim, yönetim ve güvenliği için yönetsel örgütlenme, yasalar, dilbirliği vb.),
- Politik muhtariyet,
- Toplumsal kurumsallaşma,
- Tarımsal tüketimde kırsala bağımlılık,
- Ekonomik ve politik çıkarları ilgilendiren kolektif yaşam bilinci ya da kültürü (3).

Kozmopolit kent kültürü: Tarihte kentin sosyo-kültürel evrimine bakıldığında, Antik dönemde gerek Avrupa (Helen ve Roma dönemleri), gerekse Ortadoğu, Hindistan ve Çin'de kentlerin temel olarak birer barınak ya da korunak (citadel) ve yönetim merkezi olmaktan öte fazla bir anlam taşımadığı görülmektedir. Eldeki mevcut veriler, söz konusu kentlerin bazılarının yönetim sistemleri ve halkının yaşam standardı açısından oldukça gelişmiş olduğu gerçeğini destekler.

Bu konuda, hattâ Ortadoğu ve Asya'da kurulmuş olanların Avrupa'daki çağdaşlarına göre daha gelişmiş olduğu görülür. Ur'da tarımsal üretim ile her türlü ekonomik işgücü dağılımını tekelinde bulunduran ruhban sınıfının egemenliğinde kurulmuş olan "teokratik sosyalizm", belki de Antik dönemin en karmaşık ve bu anlamda da en gelişmiş uygarlığıydı. Ne var ki, Weber'e (1921) göre, bu kentler çoğunlukla çoklu işkollarına bağlı kurumsallaşma bilinci ve kültürünü ifade eden "oikos"tan yoksun ve de temel olarak feodal yapıda toplu yaşama kültürlerini barındıran "pazar" (bazaar) kentlerdi.
Weber kent yapılanmasında "oikos" tanımının Batı kentinin 9. ve 10. yüzyıllarda Ortaçağ Avrupasında geçirdiği evrim sonucunda ortaya çıktığını savunmuştur.

O zamana kadar daha çok toprak derebeylikleri, prenslik ve ruhban sınıfına bağlı feodal güçlerin kontrolünde gelişen kent, bu kez kent demokrasisi de denilen, ticaret, meslek, zanaat ve sanat dahil değişik işkollarını temsil eden kent aristokrasisinin egemenliği altına girmiştir. Temeli daha o dönemde atılan bağımsız kent meclisi ile toplum çıkarlarının en üst düzeyde oluşturulup, korunması ve geliştirilmesi sağlanmıştır.

Modern kent kültürü: Modernizmin, yakın dönemde, geleneksel kent yapılanması ve kimliği üzerinde oluşturduğu etkinin radikal boyutlarda olduğu artık bugünün konusu olmaktan çıkmıştır. Hiç kuşkusuz, söz konusu etkinin boyutlarının anlaşılması, modernleşmeyle amaçlanan toplum yapılanmasıyla yakından ilgilidir. Mevcut veriler çerçevesinde, temel olarak soyut rasyonelleşmeye dayanan bu felsefenin geleneksel Batı değerleri üzerindeki etkisi, ne yazık ki, bir zamanlar toplumda bireyle devlet arasında güçlü birer arabulucu konumunda olan geleneksel, yarı özel/kamusal kurum, kuruluş ve etkinliklerin tasfiyesi şeklinde olmuştur.

Modern toplumun en gelişmiş şekli olduğu varsayılan "sosyal devlet" anlayışında sistem, genelde yalnızca bireysel ve kamusal çıkarlara odaklandığı için, politik örgütlenmede her alanda birey-devlet kutuplaşması yaratılmıştır (4). Bu durum sonuçta, toplumda modernleşme öncesinde kozmopolit kent kültürünün bir önkoşulu olarak ortaya çıkan, yarıözel/kamusal kurum ve kuruluşların toplum yapılanmasındaki önemini zayıflatıp etkisizleştirmiştir.

Kuşkusuz, lokal ölçekli toplumlarda, yarıkamusal kurum, kuruluş ve etkinliklerin toplum yapılanmasındaki belirleyici konumlarının ortadan kalkması, aynı zamanda kentin yarıözel/kamusal alan dağılımıyla ilgili boşluksal örgütlenmesini de değiştirerek, kentin uzamsal olarak parçalanmasının önünü açmıştır.

Biçimsel Kimlik
Biçimsel kent kimliği kavramı genel olarak kentin bir sanat yapıtı kimliğine dönüştüğü bir kent modelidir. Rossi (1982) tarafından geliştirilen ve daha çok tarihi kentleri ilgilendiren evrensel bir bakış açısı üzerine kurulmuş olan kent mimarisi kuramının bugünün tarihi kentine egemen olan birçok gerekçeyi de barındırdığı açıktır (Nalkaya, 2002). Ayrıca, konunun sanatsal yönü nedeniyle, Yale profesörü George Kubler'ın (1962) bir zamanlar tartıştığı sanatsal evrim kuramıyla da ilgili olduğu görülür.

Kubler neredeyse yarım yüzyıl önce sanatsal nesnenin değişiminin gerisinde yatan felsefi yapıyı incelediği kitabında mevcut konuya ilişkin önemli bazı saptamalarda bulunmuştur. Kubler'a göre "değişimsiz tarih, düzensiz zaman olmaz"; ayrıca değişim aynı zamanda kesintisizdir ve yaşamda meydana gelen her olay zaman ve mekân koordinatları açısından farklılık içerdiğinden, aynıyla tekrar edilemez. Buna karşın bu düşünürün tarih ve zaman tanımıyla ilgili saptaması dikkate alındığında, tarihte belli zaman aralıklarında bazı şeylerin değişmeden sürdüğünün kabulünün zamanın tanımı gereği olduğu açıktır. Aksi takdirde söz konusu düşünüre göre doğal olarak, zamanı tanımlamamız olanaksızlaşacaktır.

Aynı mantıkla, hiçbir şey değişmeden sürseydi eğer, ortada tarih diye bir şeyin olmayacağına inanılırdı. Yine aynı mantıkla, zamanın belli aralıklarda değişmeden süreceği varsayılsa da, toplumların yaşamında değişimlerin her zaman olacağı ve bütün zamanlarda ortada bu değişimleri incelemekle yükümlü olan bir tarih biliminin olacağı varsayılabilir.



Öte yandan, Kevin Lynch (1972), tarihsel sürecin toplum yaşamındaki rolü ile ilgili araştırmasında, geçmişe dönük yaşamın belgelerini oluşturan tarihi çevrelerin insan yaşamındaki önemini genel olarak, söz konusu çevrelerin insanın geleceğe güvenle bakmasını sağlaması ve de yaşamın sürekliliğine inandırmaya yönelik gerekçeleri sunmasına dayandırmıştır.

Yine George Kubler'ın (1962) görüşlerinden hareketle, toplumların tarihsel gelişiminin başında "asal nesne" adı verilen unsurlar gelmektedir ve bunlar tarih boyunca "replika" adı verilen taklit unsurlarla kopyalanmıştır. Ayrıca, replikaların genel olarak kitlesel üretime dönük (yapı türü, kiremit tipi, kapı tokmağı vb.) unsurlar olduğu ve bu durumun da toplumsal yaşamın kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bununla birlikte replikaların asal nesnelerin kimliksel tanımı açısından, toplumda hem "bezginlik" ve "bıkkınlık" duygusallıklarının, hem de "yeniliklerin" oluşmasına yönelik değişimlere neden olduğu anlaşılır bir görüştür.

Bu tartışmanın, tarihi kentlerin bugün içinde bulundukları koşullar açısından ifade ettiği anlam aşağı yukarı açıktır. Bu kentlere bakıp da bir zamanlar onların geçmişine egemen olup, daha sonraki gelişmelerine yön veren mimari içerikli asal nesnelerin ya da unsurların saptanmasının olanakları araştırılabilir. Kuramsal açıdan, değişik amaçlı sabit işlevleri, sosyal sanat yapıları, anıtsal yapı kompleksleri, özgün plan yapılanmaları ya da yapı karakterleri vb. içeren bu unsurlar, simgesel mekânların yer ve zaman tanımları ile önem derecelerini içeren, belki de zaten toplumun bazı değişik kurumlarınca öteden beri yapılageldiği gibi, ilgili kentin geçmişine ait kapsamlı bir kimlik haritasına dönüştürülebilir.

Ne var ki böyle bir haritalamanın yapımı, hiçbir şekilde kentin geleceğinin geçmişe yönelik, bireysel ve gerekirci bazı değerlendirmelere bağlı kalmasını gerektirmez. Çünkü böyle bir çalışmanın gerekliliğini zorunlu kılan mantık, hiçbir şekilde o kentin geleceğinin geçmişteki kimliği ile sınırlı kalmasına izin vermez. Çünkü geleceğe ilişkin düşünceler ancak toplumun içinde bulunduğu toplumsal, teknolojik, ekonomik vb. koşullar çerçevesinde belirlenen serbestlik ortamlarında gelişebilir. Kaldı ki bu durumun çağın gelişen yeni koşulları çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi karşı konulmaz bir zorunluluk olarak ortadadır.

Kent-mimari etkileşiminde, kenti mimarinin öznesi kılan bir yapılanma şeklinin genel olarak imar planı uygulamaları çerçevesinde geliştiği açıktır. Bu süreçte kentin sanat eseri kimliği söz konusu değildir. Tarihsel süreç içinde, kıta Amerika'sında gelişen ızgara planlı "koloni kenti"nin bu yapılanmanın önemli bir kilometre taşını oluşturduğu gözlenir. Çünkü söz konusu kent, farklı biçimlerde yorumlanmış olsa bile, genel olarak, politik, ekonomik ve coğrafi koşulların belirlediği sayılı örneklerdendir.

Mimariye tanınan sınırlamanın genişliği ve çokboyutluluğuyla (çoğunlukla yalnızca KAKS [5] belirlenmiş) dikkat çeken bu uygulamanın ünlü mimar Le Corbusier'ye de büyük ilham kaynağı olduğu savunulmuş ve ayrıca, insanlık tarihinin yakın döneminde, Avrupa ve dünya kentleri üzerindeki etkinliği, Modernist kent uygulamalarıyla çarpıcı boyutlara ulaşmıştır (6). Bugün gelinen noktada hiç kuşkusuz, bu kent yapılanmasının bütün dünyada ekonomik gelişme ve teknolojik üstünlüğün güçlü bir simgesini oluşturduğu açıkça görülmektedir.

Yer-ötesi, Boşluksal Kent
Temelde biçimsel bir kimliğe dayandırılan kentin yanaşık düzen yersel (mekânsal anlamda) ve biçimsel bir yerleşim örgütlenmesi olduğu açıktır. Ayrıca, söz konusu kentin, klasik kent kapsamında ifade edilen yersel (territorial) kimlik değerlerini temsil ettiği genel bir kabuldür. Ne var ki, yalnızca yersel değerlere dayanan bu kent tanımının bugün modern dünya için geçerli bir tanım olduğunu söylemek olanaklı değildir.

Çünkü, bir zamanlar belli coğrafi sınırlar içine sıkışıp kalmış olan yersel kentin sınırları bugün yok olmuş ya da her bakımdan bol miktarda aşılmıştır. Ayrıca, kentsel yaşam, büyük ölçüde yerleşim biriminin biçimsel tanımını oluşturan merkez, tali merkez, ticari merkez vb. unsurlarına bağımlı olmaktan çıkmış, daha çok başka etkenlerin işlevi haline gelmiştir. Toplumlarda bireyler kendi aralarındaki sosyal ilişkileri boşluksal (fiziksel) yakınlığa bağlı kalmadan, mesafe tanımaksızın oluşturabilmekte, sonra da bu ilişkileri uzun süreli ve de kesintisiz biçimde sürdürülebilmektedir.



Ayrıca, bugün dünyada topluluklar, gruplar ve bölgeler arası ilişkiler karşılıklı bağımlılık temeline dayalı şebeke ilişkileri çerçevesinde sürdürülmektedir. Böylece, mekânsal ya da fiziksel yakınlık kent yaşamının koşulu olmaktan çıkmış -kentlinin her gün onlarca kilometre uzaklıktaki işyerine ya da alışveriş merkezine gidip gelmesi vb.- kent yapılanması da (yersellik yerine) ancak boşluksallıkla ifade edilen bir süreç haline gelmiştir.

Yakın zamana kadar, bu değişim ağırlıklı olarak, geçen yüzyılda ortaya çıkan ve bütün dünyada sosyal yaşamı etkisi altına alan modernleşme ve de kentleşme süreçleri çerçevesinde açıklanıyordu. Ne var ki, insanlık tarihinin yakın döneminde iletişim teknolojilerinde ve ekonomik ve politik alanlarda yaşanan evrim niteliğindeki yeni gelişmeler, artan küreselleşmenin de etkisiyle, boşluklu kent yapılanmasının daha da farklı biçimde değişmesine neden olmuştur.

Ayrıca, toplumların kurumsal değerlerini yakından ilgilendirmesi nedeniyle, söz konusu yapılanmanın modernleşme çerçevesinde hem evrensel, hem de ülkelerarası gelişmişlik boyutunda sürmekte olduğu görülmektedir. Çünkü, modernleşme bazı ülkelerde hızla yayılırken, uluslararası gelişmelere kapalı kalan öteki toplumlar bu gelişmelerin oldukça gerisinde kalmıştır.

Gelişmiş ülkelerde, banliyö ve "kenar" yerleşimleri olarak bilinen (bu yazar tarafından "moleküler" yerleşimler olarak tanımlandı) (7) bağımsız yapı kümelenmelerinden oluşan metropol yerleşimler boşluksal kent yapılanmasının tipik unsurlarını oluşturmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise büyük kent merkezlerinin çoğunlukla kırsaldan bol miktarda göç alan çekim merkezleri haline geldiği görülmektedir. Böylece bu ülkelerde, içinde çok sayıda nizami olmayan moleküler yapı kümeleriyle, nizami olanların iç içe ya da yan yana ve dağınık bir düzen içinde yer alan mega kentlerin oluştuğu görülmektedir.

Söz konusu durumun doğal sonucu olarak da kırsaldan mega kente göç veren geleneksel yerleşimler, ekonomik ve kültürel açıdan çöküntü içine girerken (hepsi için geçerli değil), öte yandan mega kentler de her koşulda, kırsaldan nüfus alarak kontrolsüz biçimde büyümelerini sürdürmektedir. Bu durum ne yazık ki ülkemiz koşulları için oldukça geçerli olup, büyümesi bir türlü yönetilebilir boyutlara indirgenememiş mega kentimiz olan İstanbul için ciddi anlamda sorun oluşturmayı sürdürmektedir.

İmgesel kent: Boşluksal kent yapılanmasının mimari açıklaması, 1960 ve 70'li yıllarda Kevin Lynch (1972) ve de R. Venturi ve ortakları (1972) tarafından geliştirilen kuramsal yaklaşımların önemli birer parçasını oluşturmaktaydı. Bu çerçevede, kentsel peyzajın yapısal unsurlar desteğinde, kentsel biçimin algılanabilir ve anlaşılabilir unsurlarına dönüşümünün önemi vurgulanmıştır. Söz konusu unsurlardan bazıları kentsel imge, imgelenebilir kent (ve metropol), "tabela" yapı, tarihsel ikona, "modern yöresellik", biçim, bağımsız cephe vb. kentsel peyzaj unsurlarıyla güncel kültür nesneleri olarak belirlenmiştir.

Kuşkusuz bu ve benzeri unsurlar, aynı zamanda mevcut kenti çokparçalı, çoklu kimlikten bütüncül bir kimliğe dönüştüren araçlardır. Ne var ki, yakın dönemde, kent kimliğine ilişkin gelişmeler farklı yapılanmalarla (güvenlikli giriş kapılı siteler, büro kampuslar vb.) daha karmaşık hal alırken, bu dönüşümün mevcut kavramlarla anlatılması adeta olanaksızlaşmıştır. Bu çerçevede, özellikle toplumsal yaşamda Post-Fordizm olarak adlandırılan üretim şekli ile bilim ve sanatta ortaya çıkan Postmodernizm ve son çeyrek yüzyılda hızlanan küreselleşme ile toplumları birer "şebeke toplumu" olmaya zorlayan iletişim devrimlerinin bu dönüşümdeki katkısının araştırılması zorunlu hale gelmiştir.



Belli sayıda temel sayılabilecek bazı kaynaklara dayanarak elde edilen veriler göz önüne alınırsa, yukarıda sözü edilen kavramlarla ifade edilen gelişmelerin kentleşme üzerindeki etkilerinin, özellikle ekonomi ve kültür alanlarında gerçekleştiği görülür. Bu satırların yazarına göre modern toplumlarda bu konuda en çarpıcı ve belirleyici değişim, sanayileşmeden servis hizmetlerine geçişle yaşanmıştır. Bilişim alanındaki gelişmelerle, bilgi toplumunda üretimin tümüyle yeni bir kültür tanımına dönüşmesi, bir zamanlar sanayi toplumunda var olduğu kabul edilen kültür ile ekonomi arasındaki anlam farklılığının kaybolmasına yol açmıştır (Castells, 1983, 1999, 2001; Barness, 2003; Hannigan, 2003).

Gerçekte boşluksal kent yapılanmasının bilfiil kendisi kültür ve ekonomi arasındaki ayrışmanın ortadan kalkmış ya da kalkmakta olduğunun belirtilerini taşımaktadır. Sanayinin kent peyzajı ortamından kaybolmasıyla farklı tanımlara kavuşan hizmet ve ticaret sektörü bu peyzaj ortamının hemen her yerine dağılmıştır. Lars Lerup (2001) tarafından, yalnızca "stim" (dinamik, etken anlamında) ve "dros" (edilgen tortu, etki anlamında) olarak ifade edilen kavramlarla açıklanan bu kent yapılanmasının (metropolis olarak tanımlandı) biçimsel açıdan daha ayrıntılı tanımının zorluğu ve belki de gereksizliği ortadadır.

Mevcut koşullarda hemen her kentsel ortamda kent örgütlenmesinin önemli unsurları haline gelen mimari yapı komplekslerinin (havalimanı, alışveriş merkezi, eğlence merkezi, müze, kültür merkezi vb.) büyük ölçüde ticarileşmiş olması savunulan tezin doğruluğu konusunda ipuçları vermektedir (8).

Ne var ki, Manuel Castells'in (1999) anlatımlarından anlaşıldığına göre, söz konusu değişimle ilgili her şeyin yalnızca ticari amaçla açıklanması olanaksızdır. Çünkü, ortaya çıkan tekno-ekonomik paradigma, yerleşik değerlere dayalı kültür zenginliği ve politik ve kurumsal güçlülüğü teşvik ederken bu alanlarda olası bir güç zafiyetine ise asla izin vermemektedir. Kentsel proje özellikleri açısından, söz konusu değişim, ticari süreci kültürle bütünleştirirken aynı zamanda, yerel kültür değerlerinin kitlelerle paylaşımını da doruğa çıkarmaktadır.

Bu çerçevede aşağıdaki unsurlara duyarlılık ön plana çıkmaktadır:
- Mekânların simgesel belirginliği,
- Simgesel değerlerin korunması,
- Kolektif belleğin yaşatılması.
Kentsel çevre yapılanmasının ve tanımının biçimlenmesinde, genel olarak bu ilkeler geçerli olup, bu çerçevede kültür zenginliğini öngören ancak her zaman, yeni teknolojilerin elverdiği ölçülerde, geçmişle yarışan yeni ve yaratıcı yaklaşımlar özgünlük içinde tarihteki yerini almayı sürdürmektedir.

Sonuç
Özetle; kentsel dönüşüm, bir yanda modern kent yaşamının gerektirdiği yeni istek ve talepler, öte yanda kontrol dışı büyümenin etkisinde kalan kentlerde, ekonomik etkinliğini ve güncelliğini yitirmiş kentsel alanlarla yasa dışı uygulamaların oluşturduğu yerleşim bölgelerinin modernizasyonuna ilişkin bir kavramdır. Son dönemde İstanbul için yapımı söz konusu olabilecek bazı dönüşüm projeleri konunun genel olarak kentlerin kimlik sorununu da gündeme getirmiştir. Yukarıdaki tartışma, genelde kentlerin kimlik değerlerinin, mevcut tarihsel kimliğinin yanısıra yakın dönemde oluşan ve yersel kent kimliğini değişime zorlayan yeni gelişmelerle de bütünlük içinde araştırılması zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Tartışmada, kent kimlik modelleri genel olarak kentin sosyal ve kültürel tanımı ile kent mimarisine ilişkin olarak ele alınmış olup kent kimliğinin biçimsel tanımında gelişim ve evrimin önemi vurgulanmıştır. Dolayısıyla, bugünün kent yapılanmasına ve mimari tanımının yersellik yerine boşluksallık çerçevesinde bakılmasının gereği üzerinde durulmuştur. Eldeki mevcut veriler, modern dünyada bugün için geçerli olduğuna inanılan boşluksal kent modelinin, belli bir yerleşim bölgesinin gelişimine ilişkin bütün zamanların biçimsel ve simgesel değerlerini kapsayan, fakat gerçek anlamda ve çoğunlukla mevcut iletişim kanallarının desteğinde, bireyin o bölgeye duygusal bağını sağlayan, sanal bir yer kimliğidir.

Son dönem politik ve kurumsal alanlarda yaşanan uluslararası gelişmeler ise kentin, bir zamanlar tarihe kent-devlet kimliği ile geçen Helenistik devirden bu yana, uzunca bir zamandır belki de ilk kez yeni bir Rönesans süreci içine girdiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Kuşkusuz, sanal gerekçeler üzerine kurulduğu varsayılan yeni kent kimliğinin, mimari anlamda tanımının ancak simgesel unsurlar ve güçlü imgeler üzerine kurulabileceği bir gerçekliktir. Bir bakıma bugünün "kenti", kültürün ve simgeselliğin ticaret boyutuna taşındığı imgesel bir "yer" tanımıdır. Bu çevresel tanımda ticari amaca yönelik mekân etkinliği simgesel tanımın bölünmez parçası haline gelmiştir.

İstanbul konusuna geri dönülecek olursa, zengin bir kültür birikimine sahip olan bu "kent" kimliğini, bugün içinde bulunduğu olumsuz koşullardan çıkarıp olumluya çevirerek bilim, teknoloji ve sanatta çağdaşlık ve üstünlüğün simgesi yapacak, her türlü sosyal, fiziksel ya da altyapısal unsurlarla bütünleştirecek olanaklara kavuşturmak, bu kimliği paylaşanların en büyük hayali olmalıdır.

Notlar
1. Basın yoluyla açıklanan projelerden bazıları: Haydarpaşa gar arazisi, Galataport, Levent İETT arazisi, Zincirlikuyu Karayolları arazisi projeleri.
2. Örneğin bkz: Manuel Castells,
"The Informational City", 1999.
3. Maddelerle ilgili değerlendirmeler için bkz: Zijderveld, A.C.; "A Theory of Urbanity; R. Ingersol", www.owlnet.rice.edu.
Max Weber; "The City", NY, 1958 (published in German, 1921).
G. Sjoberg; "The Origin and Evolution of Cities", 1965.
L. Mumford; "The Culture of Cities", NY, 1938.
4. Özel-kamusal alan kutuplaşmasında daha ayrıntılı değerlendirme için bkz:
Zijderveld, A.C.; "A Theory of Urbanity", s.58-61.
5. Kat Alanı Katsayısı sözcüklerinin baş harfleri.
6. Le Corbusier'nin kent modeli "kent mimarisi"ne karşıt, "mimari kent" tanımlamasına uymaktaydı. Bu
düşünür-mimarın Amerikan kentine bakışı için bkz: Gandelsonas, M.; "X-Urbanism", 1999.
7. Metropollerde ortaya çıkan çokamaçlı, bağımsız, "kenar kent" yerleşimleri için bkz: Gareau; "Edge City", 1999; Nalkaya, 2001-2005.
8. Yeni kent yapılanmasının hemen her ölçeğinde ticaretin güçlü bir tasarım unsuruna dönüştüğü görülmektedir (maksimum dolaşım ve alışveriş ile iç mekân çeşitliliği ve çekiciliğinin yansıra ulaşım kolaylığının ön plana çıktığı alışveriş merkezleri ve tematik parklar, kültür sokağına/mekânına taşınan ticaret, dükkânlaştırılan müze ya da havaalanı vb.). Örneğin, bkz: R. Koolhaas et al.; "Shopping: Harvard Project on the City", 2001.

Kaynaklar
- Barnes, T.J.; "The 90s Show: Culture Leaves the Farm and Hits the Streets in Urban Geography", 24(6)ö, 479-492, 2003.
- Castells, M.; "The City and the Grassroots: A Cross-Cultural Theory of Urban Social Movements", U of California Press, Berkeley, 1983.
- "The Informational City", Blackwell, Malden, 1989.
- "The Power of Identity", Blackwell, Malden, 1997.
- "The Internet Galaxy", Oxford University Press, 2001.
- Garreau, J.; "Edge City: Life on the New Frontier", Anchor Books, NY, 1991.
- Hannigan, J.; "Symposium on Branding, the Entertainment Economy and Urban Place Building: Introduction", International Journal of Urban and Regional Research, 27(2), 352-360, 2003.
- Koolhaas, R. et al; "Shopping: Harvard Project on City in Koolhaas, R.", S. Boeri, S. Kwinter, N. Tazi & H.U. Obrist (Eds.), Mutations, Actar, Bordeaux, Barcelona, 124-184, 2001.
- Lerup, L.; "After the City", The MIT Press, Cambridge, 2001.
- Kubler, G.; "The Shape of Time: Remarks on the History of Things", Yale University Press, New Haven, 1962.
- Lynch, K.; "The Image of the City", The MIT Press, Cambridge, 1960.
- "What Time is the Place?" The MIT Press, Cambridge, 1972.
- Mumford, L.; "The Culture of Cities", Harcourt, Brace & Co. NY, 1938.
- Nalkaya, S.; "Dağılan Kent ve Yeni Dönem Kent Mimarlığı", YAPI dergisi S. 279, s.35-39, İstanbul, 2005.
- Rossi, A.; "The Architecture of the City", The MIT Press, Cambridge, 1999.
- Weber, M.; "The City", NY, 1958 (published in German, 1921).
- Zijderveld, A.C.; "A Theory of Urbanity: The Economic and Civic Culture of Cities", Transaction Publishers, New Brunswick, 1998.

Yapı Dergisi, 292